- 255 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÖRT MEVSİMLİK AŞK-3
Kapıya bakmaktan yemeğimi tam bitiremiyordum. Yemeğini hızlıca bitiren murat artık ağır ağır yiyordu yemeğini, pop müzik dinleyen murat arabesk dinlemeye başlamıştı. Ne olmuştu bana ismini bile bilmediğim birisi hayatımı nasıl bu kadar etkileyebilirdi, duygularımı nasıl böyle alt üst edebilirdi. Unutmalısın, unutmalısın diyordum sürekli kendi kendime. Bir ara Ahmet’i arayıp kızları çağır akşam biraz eğlenelim demek geldi içimden ama aklımda o varken başka biriyle nasıl eğlenebilirdim. Ya geri dönerse ve ben içimde o varken başka biriyle beraber olursam kendime böyle bir şey yapamam dedim. Önce içimdekini çıkarmalıyım sonra aklımdakini diyordum. İşte içimde olduğunu ilk o zaman fark ettim.
Sakin bir sabahtı, ofiste bir karışıklık vardı ama bana yansımıyordu çünkü ben işlerimi bitirmiştim. Gelecek haftanın planlamasını yapıyor bu haftadan bitirebileceklerimi listeliyordum. Bilgisayara o kadar odaklanmışım ki başıma gelenin kim olduğunu fark etmedim. Bakar mısınız? Yazıcı çalışmıyor sebebini anlamadım yardım eder misiniz? Dedi kibar bir ses tonuyla başımı kaldırdım birde baktım ki onun yemek yediği arkadaşı. Bizim bölümdeki yazıcı arıza yaptı çalışmıyor bu çıktıları almam lazım lütfen yardım eder misiniz? Dedi. Tabi bir bakayım dedim.
Biraz kurcaladıktan sonra böyle olmayacak isterseniz benim bilgisayardan yollayalım birde öyle deneyelim dedim. Zahmet olacak size işinizden alıkoymayayım dedi. Yok, ben zaten bitirdim işlerimi sorun değil dedim. Ha bu arada ben murat sizin isminiz neydi dedim. Bende Nalan memnun oldum dedi. Bende memnun oldum dedim. Çıktıları aldıktan sonra hangi bölümde çalışıyorsunuz diye sordum biraz sıkıla sıkıla muhasebe bölümündeyim dedi. Sizi daha önce görmedim hiç yeni mi başladınız işe dedi. Evet, 1 hafta oldu yeni başladım dedim. Hayırlı olsun teşekkür ederim dedi ve gitti.
İçimdeki o umut bir anda filizlendi bir ışık doğdu sanki gecelerime. Aklımdan atmaya çalıştığım o düşüncelere yenileri eklendi. Artık öğrenebilirdim kim olduğunu adını, ne iş yaptığını. Karşı kıyıya geçmenin bir yolunu bulmuştum. Bu derin vadiden akan azgın ırmağı alt etmenin bir yolu vardı. Masama oturdum ve kafamdan Nalan’la nasıl konuşabilirim nasıl arkadaş olabilirim onun planlarını yapıyordum. Sanki keskin nişancıyım ve bir suikast düzenleyeceğim her şey kusursuz olmalı ve kimse bir şey anlamamalı. Ardımda delil bırakmamalıydım.
Öğlen molasına isteksizce giderken arkadaşım bugün acıkmadın galiba sanki seni zorla götürüyorum dedi. Yok, bugün acıkmadım dedim. Üç gündür iştahtan kesildin hayırdır âşık mısın yoksa dedi alaycı bir tavırla. Saçmalama ne alakası var dedim. Geçen gün o kıza nasıl baktığını gördüm çok açım diyordun masada yemeği bıraktın kızı seyrediyordun dedi. Sana öyle gelmiş aklıma bir şey takıldı onu düşünüyordum dedim. Tamam, öyle olsun bakalım dedi ve konuyu kapattı. Yemek sırasına girdikten hemen sonra Nalan da arkamızdan sıraya girdi. Ben tabi Nalan’la arkadaş olmak istediğimden ve nezaketen sıramı Nalan’a verdim. Yemeğini aldı ve yine aynı masaya oturdu Nalan. Bende Nalan’ın yalnız oturduğunu görünce yemeğimi altıktan sonra Nalan’ın masasına yaklaştım ve oturabilir miyim dedim kendime güvenerek. Tabi tabi buyurun dedi. Birkaç dakika sonra Nalan size tekrar teşekkür ederim bugün yardımcı olduğunuz için dedi. Bende ne demek kim olsa aynısını yapardı önemli değil dedim. Sonra bütün cesaretimi toplayıp derin bir nefes aldım ve birkaç gündür yalnız yemek yiyorsunuz arkadaşınız yok mu dedim. Hafif bir tebessüm ile ha omu yok izine gitti iki gün sonra gelecek dedi. O an mutluluktan havalara uçmamak için kendimi zor tuttum iştahım birden açılmış bütün tabakları süpürmüştüm.
Akşam otele gidince içim içime sığmıyordu. Burada çalışıyor izine gittiğine göre uzun süre burada diye kurguluyordum kafamdan. Artık biliyordum geleceğini, bir bağlantı kurma şansımda vardı artık. Kafamdan nasıl konuşurum ne söylerim hepsinin provasını yapıyordum. Şöyle söylesem olur mu? Bunu söylesem nasıl olur diye düşünüp durdum bütün gece. Kafamdan bütün senaryoları geçirirken uyuya kalmışım. İki gün onun geleceği günü hayal ederek ve onu göreceğimi düşünerek geçti. Geçti ama sanki bana iki yıl gibi gelmişti. Gündüzleri işte geceleri otelde zaman geçmiyordu. Onun geleceği gün bizi yerleştirdiğimiz otelden alıp personel lojmanlarına yerleştirdiler. O gün ofise gidememiştim. Kendi kendime söylenip duruyordum bu günü mü buldular diye. Yarın taşısalardı ne olurdu sanki. Bugün o gelecek ve ben göremeyeceğim olacak iş mi şimdi. O gün kafam darmadağınık halde eşyalarımı topladım ve taşındım. Sürekli inşallah bir şey unutmamışımdır diye geçiriyordum içimden.
Ertesi sabah servise bindim ve ofise gittim. Gözlerim yine etraftaydı onu arıyordu. Ama göremedim sonra bende masama geçip çalışmaya başladım. Sürekli gözüm saatteydi. Zaman geçmiyordu sanki öğle molasını bekliyordum. Yemek vakti gelince arkadaşım hadi yemeğe gidelim dedi. Az bir işim kaldı onu halledeyim gidelim dedim. Oysaki bitirmiştim işlerimi sadece onların önce gidip oturmasını istiyordum. Biraz bekledikten sonra yemekhaneye gittik girer girmez bütün masaları süzdüm ama ikisini de göremedim isteksiz isteksiz aldım yemeğimi ve masama oturdum tam yemeğe başlayacaktım ki kalbimin atışı hızlandı sanki bedenim sürekli kan istiyor kalbimde yetiştiremiyordu. Sebebi o gelmişti. Yemekhanenin kapısından Nalan ile beraber girdiler ve yemeklerini alıp aynı masaya oturdular. Tabi benim plan suya düşmüştü onlardan sonra gelip masalarına oturacaktım ve tanışma fırsatım olacaktı.
Tabi ben vazgeçmedim hemen, yemeğimi hızlıca bitirdim ve çıkarken afiyet olsun dedim Nalan’a. Nalan size de afiyet olsun dedikten sonra ağır adımlarla uzaklaşırken kulaklarım masada onları dinliyordum. Kim o dedi. Nalan’a ben hafif uzaklaşınca tabi ben adımlarımı daha ağırlaştırdım. Nalan dün tanıştık yazıcı konusunda yardım etti bana dedi. Sonrasını duyamadım çünkü yemekhane hem kalabalık hem de ben uzaklaşmıştım. Kapıdan çıkarken göz ucuyla baktım konuşup duruyorlardı. Ben yine kafamdan senaryoları yazmaya başladım. Düşünceler kafamda çarpışıp durdu o gün akşama kadar. Kendimi fark ettirmiştim ve karşı kıyıya bir adım atmıştım.
O gün akşam lojmana gidince odamda oturmaktan sıkıldım. Önce Ahmet’i aramak geldi içimden sonra vazgeçmiştim. Kübra olayından sonra biraz kızgındım Ahmet’e. Çıkıp dolaşmak geldi içimden. Kulaklıklarımı taktım ve yürümeye başladım birkaç dakika sonra bir baktım karşıdan geliyor. Onu görünce dizlerimin bağı çözüldü bir an duraksadım. Sonra toparlanıp yürümeye devam ettim ona doğru. Yanından geçerken selam verdim oda bana verdi. İçim içime sığmıyordu. Dün kızıyordum beni buraya neden getirdiler diye, bugün dua ediyordum. Artık nerede kaldığını da biliyordum oda lojmanda kalıyordu. Belli ki şehir dışında yaşıyordu. O gün kaç saat yürüdüm onu tekrar tekrar görmek için bilmiyorum. Sonra çay almak için ortak alana gittim ve yine karşımda oturmuş telefonda konuşuyor. Çayımı aldım ve beni görebileceği bir yere oturdum. Sonra bir anda bir kurt düştü içime kiminle konuşuyordu bu kadar süre, çünkü yürürken de telefonda konuşuyordu. Sevgilisi ile mi konuşuyordu. Bu düşünce bir anda bütün umutlarımı ateşe verdi. Ama yine de tanışacağım dedim ya sevgilisi yoksa arkadaşı, kardeşi ya da annesiyle konuşuyorsa diye düşündüm. Birazcık su serpildi içimdeki yangına. Ne oluyordu bana neden bir canım yanıyor sonra rahatlıyordum. Alt tarafı yabancı bir kızdı. Neden bu kadar takıntı haline getirmiştim ki bilmiyordum. Sonra anlayacaktım ama geç olacaktı.
Böyle günler birbirini kovaladı. Her gün saat kaçta yemeğe geliyor, kaçta yürüyüş yapıyor, kaçta odasına çekiliyor biliyordum. Nereye gitse karşısında beni görüyordu. Bazen beni yanlış biri olarak kafasında yer edindirmesinden korkuyordum. Çünkü nereye gitse karşısına çıkıyordum. Her gece tanışmak için planlar yapıyordum. Sonuçta resmi olarak ilk tanışma olacaktı. Biraz romantik olmasını istiyordum. Ama kafamdaki hiçbir plan gibi olmadı. Onu karşıma çıkaran kader, yine kendi bildiği gibi yaptı hamlelerini ve kendi istediği gibi tanıştıracaktı bizi.
Bahar bitmiş yaz mevsimine girmiştik. Benim gönlümde aynı öyleydi işte bahar mevsiminde tohumlar ekilmiş, filizlenmiş, yeşermişti. Yavaş yavaş büyüyor çiçek açacaktı. Yıllardır kış mevsimini yaşıyordum içimde. Bildiğim tek mevsim vardı benim. Dört mevsimi yaşatmamışlardı bana. Ne ailem ne de çevrem ve ne yazık ki eski kız arkadaşlarım. Çok fazla sevgilim olmamıştı. Çok erken yaşlarda biri girmişti hayatıma ne var ne yok yakmıştı. Yaralarını sarmak çok zor olmuştu ama iyileştirmiştim kendimi çok zor olsa da, o yüzden korkarak yaklaşıyordum kızlara, tereddüt ediyordum. Eşikte bekletip içeriye almıyordum. Sabredemiyorlardı hemen vazgeçiyorlardı. O da öylemi yapacaktı acaba. Ama onu eşikte bekletmemiştim ki doğrudan almıştım içeriye farkında olmadan.
Benim adım Murat 1.85 boyunda uzun boylu, ela gözlü, siyah saçlı bir gencim. Yani kendimi genç hissediyorum 33 yaşındayım Anadolu’nun bir köyünde doğmuşum çiftçi bir babanın ikinci çocuğuyum. Hayatım hep ikincilikle geçti sanki hep arta kalan mutluluklarla sevgilerle büyüdüm. Okul hayatımda öyle çok başarılı değildi başlarda, sonradan açıldım. Ailemin pek umudu yoktu benden okuyup adam olacak diye. Ama inatçıydım işte bir şeyi kafama koyarsam yapana kadar durmazdım. Babamın o sözünü duyduktan sonra gene o inatçılığım tutmuştu. Ne demişti sahi büyüğü okur adam olur ama küçüğünden bir şey olmaz küçüğüne çobanlık yaptırırız demişti. İşte o gün söz verdim kendime çalışıp okuyacağım diye. İlkokul bittikten sonra köyde, ortaokulu ve liseyi kasabada okumuştum. Yurtta kalmıştım. 7 yılım öyle geçmişti. Ailemi sadece ara tatilde ve yazın okul bitince görmüştüm. Babam çok kızıyordu hafta sonları neden gelip bana yardım etmiyor diye.
İlk gittiğim zaman, Türkiye genelinde yapılan deneme sınavında iyi bir derece yapmıştım içim içime sığmıyordu çünkü ailem benim başarımı konuşacaktı. Tabi ki öyle olmadı. Gündem farklıydı. Abimin kötü sınav sonucu tartışılıyordu. İşte o günden sonra hiçbir başarımı, paylaşmak gelmedi içimden. Kimseye hiçbir şeyi söylemek gelmedi ne yaptıysam kaldı öylece. Derslerim düzeldi ve başarılı bir öğrenciydim. Öğretmenlerim Murat veli toplantısına senin ailen gelmedi yine haber vermedin mi oğlum derdi her defasında ve her defasında babamın işleri varmış gelemedi öğretmenim derdim. Oysa söylemezdim. Haylazlık için çağırmadıklarını biliyordum. Sadece çocuğunuzun dersleri çok iyi böyle devam etmesi lazım gibi sözler edeceklerdi. Ve sadece öyle kalacaktı. Ortaokul yıllarım silik bir çocuk olarak geçti sadece ders çalışan fazla arkadaş edinmeyen bir çocuktum. Lise yıllarım biraz daha farklıydı artık ders çalışmıyordum. Derste ne öğrendiysem onunla giriyordum sınava. Derslerim kötü müydü hayır. Ders çalışsaydım daha iyi olur muydum tabi ki evet. Lisede fen bilimleri bölümünde olmama rağmen edebiyat, coğrafya, tarih derslerimde çok iyiydi. Abimle aynı lisede okuyorduk ve abimin sınıf öğretmeni benim coğrafya öğretmenimdi. Bana sürekli sen abine hiç benzemiyorsun derdi. Ortaokulda basketbolu sınıf öğretmenim sevdirmişti bana. Boyum o zamanlar çok kısaydı ama seviyordum oynamayı lisede de devam ettirdim. O kısa boyla okul takımına seçilmiştim. Çok tuhaf bir seçilme şekliydi ama. Beden eğitimi dersinde beden eğitimi öğretmeni basketbol oynayışımı görmüş sen okul takımı seçmelerine gelmiş miydin? Demişti. Bende hayır gelmedim, boyum kısa seçilmem diye düşündüm demiştim. Senin gibi top sürebilen yok, şu gün antrenmanlara gel diye seçmişti beni. Lise son sınıfta TÜBİTAK liseler arası matematik yarışması düzenlemişti. Ve o dört kişiden biri bendim. Ama yine söylememiştim seçildiğimi aileme. Çünkü biliyordum ki pek umursamayacaklardı. Öylede oldu zaten. Kendi klasmanımızda ikinci olmuştuk evet yine ikinciydim. TÜBİTAK bize genç bilim adamı sertifikası ile hesap makinesi hediye etmişti. Yazın eve gidince sevineceklerini düşünmüştüm ailemin ama pek umurlarında olmadı. Arkadaşlarımın sertifikaları duvarda çerçeveli dururken benimki sobada yanmayı hak etmişti. Fazla bir beklentim olmadığı için çok fazla üzülmemiştim. Sonra üniversite sınavına girdim ve bilgisayar mühendisliğini kazandım. O yaz köyde babama yardım ediyordum kazandığımı duyunca havalara uçmuştum ama babam pek fazla sevinmemişti çünkü o yıl kız kardeşim lise sınavlarına girmiş kazanamamıştı. Onun derdiyle uğraşıyorlardı. Kısacası oda kursağımda kalmıştı. Kazandığımda 16 yaşındaydım nasıl olur demeyin, köy okulunda küçük yaşta okula verince ailem beni, hayata küçük yaşta atılmıştım. Başta derslerimin kötü olmasının sebebi belki o yüzdendi. Yaşıtlarım dışarıda oyun oynarken ben evde okumayı öğrenmeye çalışıyordum. Her zaman sınıfın en zayıf, en cılız, en silik çocuğu olmuşumdur üniversiteye kadar. Üniversiteye kayıt yaptırmaya yalnız başıma gitmiştim. O günü hiç unutmam. İşte ben o gün büyüdüm. Anladım ki hayatta kendi işini kendin yapabiliyorsan yaşayabilirsin yoksa her zaman birilerine muhtaç olursun. Ben hayatımda kimseye muhtaç olmak istemiyordum. O yüzden bunu da yapabileceğimi biliyordum.
16 yaşına kadar kasabadan dışarıya çıkmamış birisi şimdi kalabalık ve kocaman bir şehirdeydi. Nasıl yapacaktım bilmiyordum. Sonra birine sordum üniversiteye nasıl kayıt yaptıracağımı. Sonuçta ilk gelen ben değildim. Sora sora buldum ve sora sora kaydımı yaptım. Kendime güvenim o zaman bulmuştu beni. O özgüvenle de okulu bitirdim. Memleketime gittim. Çoban olacak diye konuşulan çocuk bilgisayar mühendisi olarak dönmüştü köye. Şimdi iş bulmalıydım. Bir yıl kadar bulamadım. O bir yıl bütün hayatımı mahvetti. Bütün özgüvenimi ve gelecekte yaşayabileceklerimi yıktı geçti. Bir daha kimseye güvenemedim. Bir daha kimseye kapıları açamadım. Evliliğin eşiğinden dönmüştüm. Daha 20 yaşında dönmüştüm ama döner dönmez ilk attığım adımda uçuruma düşmüştüm. Toparlanmam uzun sürmüştü. İşte o esnada bir iş denk gelmişti ama yurt dışındaydı. Ben askerliğimi yapmayı planlarken bir anda yurtdışında bulmuştum kendimi. 5 yılımı o ülkede geçirdikten sonra Türkiye’ye dönmüş Türkiye’nin sayılı şirketlerinden birinde işe başlamıştım. 4 yılda o şirkette çalışmıştım. Ekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmışlardı herkesi. Dolayısıyla bende işsiz kalmıştım 9 yıl sonra. Kısa kısa üç ülkeye daha gittim. 3 yıl içerisinde 3 ülkede daha çalışmıştım. Şimdi ben iş aramıyordum genelde iş beni buluyordu o yüzden kafama hiçbir şeyi takmıyordum.
İşte böyle gelmiştim bu günlere ama içimde sevilmenin ne demek olduğunu bilmeden. Almadan devamlı veriyordum elimde ve içimde ne varsa.
Bir Haziran akşamı yemek yerken seyrediyordum onu. Bir an göz göze geldik. Gülümsedi ve yemeğine devam etti. O an fethetmişti gönlümün her köşesini. İçimde bir kıvılcımdı, o kıvılcım bir anda koca yangına dönüştü. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı, kaşığı tutamaz hale gelmiştim ne olmuştu ki sadece bir gülümsemeydi. Yemekten sonra odama gittim tam lojmanın kapısında kendime gelmeye çalışıyordum ki kafamı kaldırdığımda onu gördüm. Salına salına geliyordu karşıdan. Yanımdan geçerken gülümsedi ve selam verdi. Sanki yaktığı ateşi harlıyordu. Dondum kaldım öylece ayaklarım kıpırdamıyordu. Delice ona koşmak istiyordum ama yapamıyordum. Sonra kendi kendime dedim köşeyi dönmeden dönüp bakarsa gider konuşurum. O saniyeler geçmek bilmiyordu gözlerimi ondan alamıyordum, baktığını göremezsem diye. Attığı her adım ve dönmediği her saniye içimden bir parça koparıyordu sanki. Mesafe kısalıyor ama bakmıyordu. İçimde acımasızca akan ırmak sakinleşiyordu o ardına dönmedikçe. Gözlerimdeki ışık sönüyor yangın daha da büyüyordu. Tam ümidi kesip gözlerimi kaçıracakken köşeyi dönmek üzereydi ve o beklediğim an gerçekleşti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.