- 213 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bay Alfred
Nemli saçlarımı ayna karşısında tararken aynadaki görüntüme acıyarak bakıyordum. Rüya diye tasvir ettiğim durumun gerçekçiliğini tüm çıplaklığıyla karşımdaki sima bana açık açık gösteriyordu. Halka halka olmuş gözaltlarım, beyaz ve sarı tonları arasında gidip gelen cildim, kurumuş beyaz dudaklarımla dün o soğuk sokakta vermiş olduğum savaşı geçici olsa bile kazanmıştım. Yine de gülümseyebildiğim ve bu adamla tanıştığım için Tanrı’ya şükredebiliyordum. Elimdeki tarağı aldığım yere bırakıp boynumdaki kalpli kolyeye kayan gözlerimle gülümsememin yüzüme yayıldığını hissedebiliyordum. En değerli iki kişinin fotoğrafını bu kolyede taşıyordum. Sevgili anne ve babam…Oturduğum sandalyeden ayağa kalkıp pencereleri açmak temiz havayı içime çekmek istedim. Altın varak işleme siyaha çalan bordo renk perdelerin Colin tarafından açılışını gözlerimin önüne getirdim. Kafam çok karışıktı geldiğinde kendisiyle bir görüşme yaparak tüm sorulara cevap bulacaktım lakin şimdilik çevremdeki güzelliğin tadını çıkarmak istedim. Yemyeşil büyük bir bahçe tarafından karşılanınca pencereyi ardına kadar açıp kendimi pencerenin pervazına yaslamıştım. O kadar büyüleyici bir manzaraydı ki, aklıma bana anlatılan masallardaki prenseslerin yaşadığı şatoların bahçelerini getirmişti. Renk, renk, çeşit, çeşit hatta tahmin bile edemediğim türlerde çiçekler, güller ve tabi onlarla şiirsel bir uyum yakalayan çimlerin arasına saklanmış yunan vari heykeller gerçekten baş döndürücüydü. Peki ya o süs havuzunun görkemli duruşu…İnsan karşısına geçip tüm gün o kabartmaları tek tek inceleyebilir ve hatta eline bir kalem kağıt alıp bu güzelliği herkesle paylaşmak adına çizebilirdi. Süs havuzunun büyükçe alanındaki iki kuğu birbirlerinin boynuna sarılmış herkesin bu aşka şahit olmasını istermiş gibi başları dik gagalarından su akmalarına izin veriyorlarmışcasına poz vermişti. Güneşin ikisini kucaklamasını izlerken bir süre bu güzel manzaranın tadını çıkarıp kuşların şarkılarını dinledim .Temiz hava o kadar iyi gelmişti ki sanki önce yaşadığım tüm kötü anılar birer hatıraymış gibi beni rahatsız etmiyor ilginç bir şekilde bulunduğum oda bana hiç yabancı gelmiyordu. Arkamı döndüğümde ise daha aydınlık olan odanın gerçekten zevkli bir şekilde dekore edildiğini fark etmiştim. Tavandan sarkan tam da dönemine ait olduğunu düşündüğüm ampir bronz bir avize sarkıyordu. Avizenin çiçekli ekol kanatlarından sarkan küçük üçgen elmaslar bile odayı yeterince lüks gösteriyordu ki diğer eşyaların olmasına bile lüzum yoktu sanki. Bakışlarım az önce saçımı taradığım makyaj masasına kaymıştı. Yatağın çaprazında kapıya biraz yakınlığı olan bu masa krem kahverengi tonlarında, katmanlı ayna kenarları ahşap işlemeli çekmeceleriyle şık bir görünüme sahipti. Üzerinde ise türlü türlü her renk parfüm şişeleri birkaç da saç aksesuarı vardı. Masanın hemen karşısında keskin hatlara sahip gümüşi ,zümrüdü gibi değerli taşlarla kapağı bezenmiş büyükçe bir giysi dolabı onun yanında küçük bir sehpa ve pembe renklerinde tüllerle süslü sevimli bir abajur görmüştüm. Yatak ise onun yanında o kadar büyük gösterişli duruyordu ki az önce uyuduğum yatağın o olduğuna inanmak istiyormuşçasına bir süre yeni düzeltmiş olduğum lila ve krem rengiyle bezenmiş yatak örtüsüne bakakalmıştım. Her şeyi ile uyumlu ve zevkli bir odada uyanmanın vermiş olduğu mutlulukla odadan çıkacaktım ki karşımda elinde tepsi ile Colin’i bulmuştum. Gülümseyerek karşılık vermiştim kendisine.
‘’Umarım sizi uzun zamandır kapı önünde bekletmiyorum.’’ Karşılık olarak samimi bir gülümseme almıştım.
‘’Odanın kapısını çalmadım uyumadığınızı varsayarak ki sanırım haklıyım. Bu arada uzun süredir uyuyorsunuz bir şeyler yemelisiniz.’’ Tepsiyi giysi dolabının yanındaki sehpanın üzerine bırakır bırakmaz bakışlarını bana çevirmişti. Tam ona cevap verecekken öksürüğüm benden önce davranarak konuşmamı engelledi. Yanıma gelip omzumdan tutarak yatağa oturmam için benimle yürüyerek bana eşlik etmişti.
‘’Affedersiniz.’’ demişti yüzüme bakmayarak belli ki beni rahatsız eder düşüncesiyle özür dilemişti.
Üstüme aldığım sabahlığa daha da sarınarak şiddetli öksürüyordum.
‘’Belki de yemekten önce bir hekime görünmelisiniz diye düşünerek buraya çok sevdiğim bir aile hekimimizi çağırdım. Kendisi mesleğinde başarılı biri olduğu kadar birçok hastayı da şifalı ilaçlarıyla ayağa kaldırdığını belirtmek isterim kendisinin.’’
Öksürüğümün arasından nihayet konuşabilmiştim.
‘’Eminim mesleğinde iyidir zira beni rahatlatmanıza gerek yok çünkü ben size inanıyorum.’’
Bir süre eli omzumda kalmış bana manasız boş bakışlarıyla duruma anlam kazandırmaya çalışıyormuş gibi bir kaşını kaldırmıştı.
‘’Dün de çok öksürüyordunuz. Bayan Alita.’’demişti son cümlesinde tereddüt ederek
‘’Size isminizle hitap edebilirim değil mi?’’
Konuşmaya karşılık vermeden başımı sallamıştım diğer yandan öksürüğümle boğuşuyordum.
Daha sonra kapalı kapıya yönelerek hekime seslenmişti.
‘’Bay Alfred lütfen içeri girebilir misiniz?’’
Düz siyah kaşlarına rağmen oldukça güleç bir sima karşılamıştı beni. Yayı andıran ince dudaklarındaki gülümsemeyle konuşmuştu.
‘’Demek hastamız bu güzel küçük bayan. Colin izin verirseniz kendisiyle ilgilenmek isterim hasta kendisinde değil belli ki.’’ dedi tok sesiyle. Uzun aşağı doğru inen burnunun kanatları o gülümsedikçe hareket ediyordu. İlk defa bu kadar güleç ve yanakları al birine rastlamıştım sanki. Alnına dökülen yer yer siyah yer yer beyaz saçları ayrı bir sempatiklik katıyordu kendisine. Yaşına göre oldukça yakışıklı ve bakımlı bir adamdı. Artık yüzüne odaklanamıyordum öksürük nöbetimin kurşuni ağırlığıyla, ağırlığımı yatağa vermiştim. Belki de sorun öksürüğümden de önce gelen beni güneş altında kavruluyormuşum gibi yakıp bitiren ateşimdi. Göz kapaklarıma bile hücum eden bu sıcaklıkla artık kendimde olmadığımı odadaki seslerin kulağıma birer uğultu gibi gelmesinden anlamıştım. Yattığım yer sanki bir su yüzeyinde usulca sürükleniyormuşum da nereye gittiğimi bilmiyormuşum gibi hissettiriyordu. Zorlukla da olsa o kelimeleri söyleyebilmiştim.
‘’Su. Lütfen.’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.