- 400 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Engizizyon ve Töre Cinayetleri
Yılın her haftası, hatta haftanın her gününde kitap okumak ekmek kadar, su kadar bir gereksinimdir benim için. Ele aldığım bir kitabı bitirinceye kadar okumadan bırakmam. Fakat ara ara bu yöntemimden vaz geçtiğim oluyor istemeden. Klasiklerden okumadığım roman kalmadı dersem abartı değil. Kitap fiyatları aldı başını yürüdü. Sarraflar ve ikinci el kitaplar bile el yakıyor. Maaştan kitap için para ayırmak olanaklı değil benim için. Haliyle Halk Kütüphaneleri başvurduğum kitap kaynaklarımdır.
Üzülerek belirtmeliyim son yıllarda kütüphaneler kitap susamışlığımı gideremiyor. Raflar kitap dolu oysaki. Tanınmamış yazarlardan süslü kaplı kitaplar. Bu kitapların yerleri ve diziliş sıraları değişmiyor. Sadece rafları süslüyorlar. Sıradan bir okuyucuya hitap edecek kitaplar buharlaşmış nedense(!).
Kütüphane ziyaretlerinde ince eleyerek üç kitap seçerim. Seçtiğim kitapların çoğu kez üçünü de okurum. Maalesef beğenmeyip yarıda bıraktıklarım da oluyor. İki hafta sonunda beğeneceğim kitaplar bulmak ümidiyle soluğu yeniden kütüphanede alıyorum. Hakkını teslim etmeliyim ilginç kitaplara da rast geliyorum nadiren. Şavşat İlçe Halk Kütüphanesinden okuduğum Julıa Alvarez’in Kelebekler Zamanı son yıllarda okuduğum en güzel romanlardan birisiydi. Ve son Canan Tan’ın Pembe ve Yusuf adlı romanını okudum.
Romanın özellikle final bölümü heyecan kasırgası… Namus cinayetine giden kadınlarımıza ithaf edilmiş bir ağıt. Diyarbakırlı feodal ilişkiler içinde yaşanan geniş bir ailenin romanı Pembe ve Yusuf. Ataerkil bir aile. Romanı özetlemeye gerek yok. Sözleri Hamurabi Kanunları’ndan sert bir aile babası. Bir biçimde, baba deyim yerindeyse zinciri kırarak aileden kopup İstanbul’a kapağı atar. Kurnazlıkla el koyduğu; kardeşleriyle kazandıkları parayla büyük kentte bir daire satın alır. Eşi ve iki oğlunu da yanına alır…
Karısının söz hakkı yoktur aile içinde. İki oğlunu ilkokuldan sonra okutmaz. İş edinir. Kahvehane işletmeye başlar. Çocuklarını da kahvehanede çalıştırır. Maddi sorunu yoktur ailenin. Eşi kocasının karşı konmaz baskı ve isteği sonucu iki çocuk daha doğurur. Üçüncü çocuk kız evladıdır. Babanın gözünde kız çocuğunun yeri yoktur. Yıllar geçer. İki büyük oğul esnaf olarak geçimlerini sağlamaktalar. Son erkek çocuk ablasını çok sevmektedir tıpkı annesi gibi.
Babanın tek düşüncesi para paradır… Biricik kızına eşi ölen varsıl komşu bir esnaf talip olur. Adam babası yaşındadır kızın. Körün istediği bir göz Allah verir iki göz. Ailede tek söz sahibi baba için parlak, kızı için kara bir güneş doğmuştur. Göz açıp kapayıncaya kadar nişan yapılır. Kız nişan törenini güle oynaya kabul eder(!) Oysa kendi yaşıtı bir gençle konuşmaktadır. Ve büyük gizlilik içinde sevdiği gence kaçar. Evde kıyamet kopar. Baba hırsını eşinden çıkarır. Kadını acımasızca döver.
Roman bu ya; kız gittiği evde mutlu olamaz. Kaynana biricik tek oğlunu gelininden kıskanır. Sürekli dışlanır taze… Nihayet gelin yeni doğurduğu bebeğiyle kapı dışarı edilir. Gideceği sıcak bir yuva yoktur. Bir karlı Karakış günü baba evine sığınır. Babadan, “Gözüme gözükmesin çatıdaki odada yaşasın.” Emri çıkar. Uğursuz bir hava esmektedir baba evinde. Günlerden bir gün baba ve kendi sert, acımasız karakteri taşıyan iki oğluyla erkekler toplantısı yapar. Kıza idam fermanı çıkar gerekçesi yazılmayan kararda…
İyi de idamı kim gerçekleştirecek. Görev küçük kardeşe verilir. Yaşı küçüktür onun. Fazla ceza yemez. Ağabeyleri ve baba hapiste yalnız bırakmayacaklarının sözünü verirler abla katili olacak çocuğa. Ablasını çok seven çocuk bu akıl dışı eylemi kabul etmez. Üç gün süre verilir küçüğe. Çocuk yemeden içmeden kesilir. Dalgın dalgın dolaşmaktadır. Anne ve idam fermanı yazılı kız durumdan kuşkulanır.
Nihayet üçüncü gün sona ermektedir. Anne çatı odasına çıkar. Gördükleri kıyameti olur. Kadersiz kızının kendini asmıştır. Dünya başşehri diye ünlenen İstanbul’un ortasında bir biçimde töre cinayeti uygulanmıştır. Küçük kardeş yıkılır. Evi terk eder. Anne kızından geride kalan bebeği kucaklar. Doğduğu kente döner. Baba ve iki büyük oğul yaşamlarını sürdürür kaldığı yerden.
Her yıl acımasız töre cinayetleri yaşanır bu kadim topraklarda. Töre cinayetine mahkûm edilen bir kızın coşkun akan bir nehire itelendiğini görmüştüm haberlerde. Kızın günü tükenmemiş mi demeli. Yüzme bilen kızımız canını kurtarmıştı. Töre cinayetleri bir yana son yıllarda ülkemizin korumasız güzel kadınları öldürülüyor. Kadın cinayetleri kanıksandı ülkemizde adeta.
Avrupa, karanlıklar içinde yaşadığı Ortaçağ boyunca özellikle kadınlar engizisyon mahkemelerinde mahkûm edip cayır cayır yakmıştır. Engizisyon mahkemelerince işkenceyle öldürülenlerin sayısını otuz ile altmış binlere ulaştığını yazar kara Avrupa tarihi. Engizisyonun ve ülkemize has töre ve kadın cinayetlerinin günümüzdeki ahvalini a’dan z’ye kadar incelemek düşünen insanlarımızın vaz geçilmez birinci görevi olmalıdır. Ve Tolstoy diyor ki, “ Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.”
Devam edecek.