küçük hikayeler
İki güzel hatunun kıyafetlerini giyip pazara inmesiyle başlıyor bu hikaye. Çünkü ne öncesi biliniyor ne de kim oldukları. Ellerine almışlar altın işlemeli oymalı sepetlerini, inmişler halk arasına. O kadar sade giyinmişler ki yanında ki adamlar olmasa asla yüksek mevkinin eşi veya kardeşi denemezmiş onlara. Gülümseyerek halkla muhabbet etmişler, onları dinlemişler. Her geçtikleri yerde onlara hediyeler verilmiş, dualar edilmiş. Gel zaman git zaman bütün işleri halletmişler. Son bir yere uğramak istemişler, bir zanaatkarın dükkanına. İçlerinden evdeki analarına, ağabeylerine, kocalarına hatta küçük bebelere bir şey almak istemişler. İçerisi nadir ve yumuşacık kumaşlarla, keskin kılıçlarla, süslü taçlarla, özel ağaçlardan yapıldığı belli sepetlerle ve aynalarla doluymuş. Kömür karası saçları olan hatun anasına bir ayna almak için bakınırken, saçları altın gibi parlayan hatun kocasına bir kılıç bakmak istemiş. İkisinin de öncelikleri her zaman farklıymış. Aynalara bakan hatun ne kadar gezse de istediği gibi bir ayna bulamamış. Hepsi çok süslü ve abartılıymış. Zanaatkar kadının bir türlü beğenemediğini anlamış ve en son elinde kalan asla satamadığı aynayı çekinerek kadına götürmüş. Ayna o kadar eski ve sadeymiş ki kadının bunu hakaret sanacağından korkmuş. Oysa kadın aynayı gördüğü anda saf bir gülümseme bahşetmiş zanaatkara. Teşekkürlerini iletip altın saçlı kadının yanına gitmiş. Hediyesini gösterip gülümsemiş. İkisi de mutlu olmuş. Altın saçlı kadında kocası için bir kılıç bakmak istemiş ama hiçbiri içine sinmemiş. Hepsi zümrütlerle altınlarla doluymuş. Sonunda zanaatkarın masasına yaklaşmış. Yarım kalan, daha bitmemiş olan kılıcı görmüş. ‘bunu isterim.’ Diye tutturmuş ama zanaatkar vermemek için ısrar etmiş. ‘hatun bunu sana verirsem beni idam ederler. Böyle hediyeyi mi layık gördün derler kafamı uçururlar.’ Dese de altın saçlı hatun onu ikna etmiş. Dükkanı gezerlerken içerisi sessizleşmiş. İçeri on adam girmiş. Hepsi simsiyah giyimli ve kalıplı heybetli adamlarmış. Tutmuşlar kadınları zorla arabaya bindirmeye. Kimse sesini çıkaramamış. Herkes bilirmiş adamların kime itaat ettiklerini. Yol boyunca dışarıdan hep ‘ah olsun, vah olsun, nedir günahları, melek gibilerdi’ gibi söylemler duymuşlar bizim hatunlar. Zaman sanki o kadar hızlı geçiyormuş gibi hissetmişler. Kömür karası saçlı hatun korkudan öyle bir titriyormuş ki tek diyebildiği ‘neden ağabey, neden?’ olmuş. Altın saçlı hatun ise kocası için aldığı kılıcı öyle bir sıkıyormuş ki elini gören taş kesilmiş sanırmış. Hatun bir boşluk bulunca tutmuş kara kömürü saçlı hatunu, atlamış arabadan. Hiç durmadan saatlerce günlerce yürümüşler sanki. Kimse de onlara siz kimsiniz, kimlerdensiniz dememiş. Altın saçlı hatunun içi serinlemiş gibi durmuş ansızın. Sarılmışlar birbirlerine. Sonra bakınmışlar etraflarına. Burası ne onların evlerine ne de insanlarına benzermiş. Evler taştan soluk renkte boyalıymış. İnsanlar ise peçesiz, dar kıyafetler içindeymiş. Dar sokaklara girmişler. ‘bacım, nereye götürürsün bizi’ demiş kömür karası saçlı hatun. Altın saçlı hatunsa sadece gökyüzüne bakıp gözleri dolu dua edermiş. Ara sokakta küçük bir çocuk onları görünce yanlarına yaklaşıp hırsızlık yapmak istemiş. Ama altın saçlı hatun bunu anlamış. Kocasına aldığı kılıcın çalınacağını sanıp çıkarmış belinden kırbacını, sallamış çocuğa doğru. Çocuk öyle bir bağırmış ki sokak insan dolmuş. Herkes bir şeyler söylüyor bağırıp çağırıyorken onlara tek karşılık veren kömür karası saçlı hatun olmuş. Altın saçlı hatun bir evin kapısına odaklanmış. Kimseyi umursamadan tutmuş kadını gitmiş o kapının önündeki adamın karşısına. Adamın dili lal olmuş öylece hatunlara bakıyormuş. Kimin yanına gittiğini gördüklerinde herkes evlerine kaçışmış ‘eyvahlar olsun kaçın.’ Demişler. Adam önlerinde eğilmek istemiş ama yaşlılıktan ağrıları tutmuş. Onu doğrultmak için başka bir adam daha gelmiş. Bu adam onun aksine daha nur yüzlü ve güleç bir adammış. Onu düzeltince anca bakabilmiş hatunların suratlarına. İlk afallasa da sonra ikisine de evladı gibi sarılmış ve içeri davet etmiş. İki hatununda dikkatini ilk çeken şey evin içindeki koca ağacın olmasıymış. Ağacın gövdesi iki kat çıkabilecek kadar büyükmüş dalları ise koca mahalleyi kapsayacak kadar. Tek kusuru yapraksız olmasıymış.
Hatunları ağacın dibinde köklerinden oluşan oturaklara oturmuşlar. Hemen onlara en güzel şerbetleri ikram etmişler. İlk yaşlı adam başlamış konuşmaya ‘affedin beni hatunlar’ öyle içten söylemiş ki bunu. Hatunların gözleri dolmuş. ‘neden af dilersin ki amca’ demiş kömür karası saçlı hatun. ‘ölümünüz elimden oldu. Affedin beni’ kömür karası saçlı hatun sinirle kalkmış yerinden ‘ne dersin sen be adam. Ne ölmesi. Karşındayız biz. Kanlı canlı.’ Altın saçlı hatun oturttu onu geri. ‘sen anlat gerisi Ak Hasan Bey.’ Ak Hasan bey şaşırmıştı. Adının hatırlanmasına. Ama sevinmişti de. Oturdu hatunların karşısına anlatacaklarının ağırlığı çöktü üzerine.
‘ Yıllar yıllar önce geldiniz buraya. Bizler daha on sekiz, yirmi yaşlarındaydık. Buralar o zaman yıkık dökük, sefil haldeydi. Babamızla gelmiştiniz. Asla konuşmazdınız, nadir yemek yerdiniz. Biriniz aynasına saatlerce bakar dalardı. Öbürünüz ise babamdan rica etmiş kılıcı tamamlamak için belli başlı malzemeler istemişti. Kılıcı elinden düşürmez, her gün daha güzel hale gelirdi. Nasıl olduğunu bilmezdik ama siz geldikten sonra babamın işleri iyiye gitmişti. Bu kurak sefil topraklarda tek kazanan babam olası herkesin dikkatini çekmişti ama kimse ses çıkarmazdı. Çünkü babam ne kazanırsa insanlarla paylaşırdı. O zamanlar kardeşim cahildi. Asiydi ve daha fazlasını isterdi. O gün evden erken çıkmıştı. O gün ikinizde kalktınız oradan. Geldiniz bizle beraber yemek yediniz. Her şey için teşekkür ettiniz. Kılıcınız sonunda bitmişti. İlk defa böyle güzel muhabbet etmiş, uzun uzadıya konuşmuştunuz. Anam bir mutlu olmuştu ki anlatamam. Gittiniz üstünüze en güzel elbiselerinizi giydiniz. Babam bereket getirdiniz diye almıştı bunları. Belki sizin için süslü değillerdi ama değer vermiştiniz. Anlamıştık özel günler için sakladığınızı. Sadece birbirinizin elbiselerini giymenize anlam verememiştik. Sonra kapımız çaldı alacaklı gibi. Açmadık ilk. Anlamıştık sizin için geldiklerini. Ama altın saçlı hatun gitti açtı kapıyı. Tam karşısına dikildi heybetli adamların. Korkmuyoruz dercesine. Adamlar hızla içeri girdi. İkinizi de tam bu ağacın burada yere oturttular. Bizi de en uzak köşeye. Gözlerinizi bağladılar ve beklediler. Sonunda beklenen kişi gelmişti. Burada kimse adını bilmezdi ama bey derlerdi. Geniş omuzlu sert yüzlü heybetli adamdı. İlk aynayı aldı elinden kömür karası saçlının. Aynaya bakmasıyla kenara atması bir oldu. Sonra altın saçlının elinden kılıcı aldı. Öyle ahım şahım durmuyordu. Hatta gören keskin değil diye çöpe atardı belki onu. Bey konuşmak ister gibiydi ama bir türlü konuya giremiyordu. Altın saçlı hatun söze girdi. ‘ bir kılıç ele alındı mı kullanılmadan yerine konmaz.’ Ses sanki ona ait değildi. Kömür karası saçlı hatun gibi konuşmuştu. Bey sinirlendi kılıcı eline aldı. Tek isteği korkutmaktı belli ki sadece kalbine yaklaştırıp durmak istemişti. Ama kılıç görünenin aksine o kadar sivriydi ki. Kadının kalbine girdi. Hiç sesini bile çıkarmadı hatun. Sonra bey hızla açtı yüzündeki peçeyi. Karısını görünce ne yapacağını şaşırdı. Bir beyi ilk defa öyle görmüşüzdür. Ağlarken. Sarıldı karısına. Öyle bir bağırdı ki. Te sarayı duymuştur o bağırışı. İçimiz irkildi. Sonra her şey çok hızlı oldu. Bacısına ceza olarak bu evden asla çıkmamasını, çıkarsa askerlerin onu öldüreceğini söyledi. Bey kılıcı ve aynayı alıp çıkıp gitti. Kömür karası hatun daha fazla dayanamadı ve oda canına orada kıydı. Tamda ağabeyinin eşinin yanında. Biz ne yapacağımızı şaşırdık. Hepimiz oracıkta bayılmıştık. Uyandığımızda sizler yoktunuz. Yerinize bu güzel ağaç vardı. Şimdiki haline bakmayın. O zamanlar o kadar güzeldi ki bu ağaç. Kıpkırmızı yaprakları vardı. Bembeyaz çiçekleri.’
Hatunlar neye uğradığına şaşırmıştı. Altın saçlı hatun dayanamayıp sordu. ‘Sonra ne oldu Ak Hasan?’
‘ Sonra çok şey oldu hatun. Bu zamana kadar yaşadıklarımız bir hiçmiş dedik. Bey bir süre sonra çıldırdı. O kılıçla bir çok insanın canını aldı. Kılıç nesilden nesile geçti ama bir kere bile paslanmadı, kırılmadı. Aynayı soracak olursanız. Beyin her gece ona bakarak ağladığını duyduk. Tabi bunlar yaşanırken bizim burası bir anda değişti. Her yer yeşerdi. Yağmurlar yağdı. Bereketlendi buralar. Halk bu hatunlara İkram Hatunlar dedi. Bey burayı da almak istedi ama ne olduysa bir türlü başaramadı. O sinirle ağaçtan bir dal kesti ve götürdü. Daha sonra ağaç her geçen gün yaprak döktü. Kurudu. O kurudukça toprak bereketini kaybetti. Bereket gittikçe sizleri unuttular. Sonra bir gün Bey öldü, ölümü ile hikaye kulaktan kulağa dolaşan bir efsane oldu...’