- 304 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BU MEVSİM BİR B/AŞKA...
D/işlek bir sanrı anda saklı kaydı ve yalnızlığın kayrası…
Bu mevsim çok farklı öncekilerden adeta azadesi yüreğin azık bildiğim azgın nefislerin tersine bir ömür kendimi acıyla bedenimi açlıkla terbiye ettiğim varsıl bir keramet iken yalnızlığın izinde.
Bu mevsim ve bunca belirsizliğin kehaneti adeta önüme sunulan devasa bir tepsi elimde kalemin sihri yüreğimin akan kanı şükürler olsun ki alnımın akıyla elimin kiriyle azat ettim ben yüreğimi: eh, o kadar da olsun farkı ruhumun döşeli zemini ve kendimden emin olduğum kadar emre amade bir kuluyum yüce Rabbin, bahşetti nefesle nefsimi öldürebildiğim genç yaşlarımın telaşında sevebilmeni asaleti ile teslim oldum ben ta ilk gün yüce Rabbime…
Bir saltanat sürdüğüm.
Ara sıra uzak coğrafyalara sürgün edildiğim…
Sürümü ömrün.
Sürünmediğim kadar yerlerde…
Süklüm püklüm olmadığım kadar karanlığın, iblisin ve zalimin hıncından uzaktır sırça köşküm kimine göre dört duvar kimine göre saraylarda büyüdüğüm mü gerçektir?
Ben bir düş gördüm o halde başlayayım tasvir etmeye.
Yediğim damga kurşun ağırlığında.
Sevgisiz yüreklerden alabildiğine uzak varsın olsun; yalnızlık içine düştüğüm bir tuzak.
Kilit noktam.
Şifrem.
Siren sesleri.
Sinmediğim kadar yaşarken sindiremeyen kimse Allah’ın da gazabına uğrayan.
Bu mevsim farklı bir seyir izlerken coğrafya ve atlas yorganım üstünü örttüğüm ruhumun yoksa var mıdır kaçağı?
Kaydım.
Kanadığım.
Kandığım.
En çok da andığım, rahmetli babam nasıl ki: ondan kalanı korumaktır vazifem ve evlat rütbem, anne sevgim akışkan bir cehaletle patlak veren balonlar iblisin ve nefsin tuzaklarına kanan gölgeler.
Mevsime şerh düştüm düşeli.
Varsın yaşattıkları olsun bana kabir azabı ve ölümden korkmadığım kadar bağlıyım hayata ölümden haz edebildiğim kadar eşlik eden delişmen yaşama sevincime ve yüreğimdeki o büyük sevda.
Bir masal kahramanıyım da:
Bakmayın siz yazdıklarım sadece bunlardan ibaret.
Varsa yoksa sevgi nelere delalet.
Yastık altı yaptığım öykülerim, masallarım bense harikalar diyarında seken bir yaralı prenses ve alnıma konan buse dünümden emanet bana baba sözü anne yüreği ektiğim sevgi ve ümidi derlediğim kadar ölgün dünlerden günüm dirlik birlik içinde geçmeli ki saf tuttuğum iyiliğin, masumiyetin de vereyim hakkını hak yemediğim kadar baş koyduğum Hakkın yolu ruhumda ve özümde saklı keramet, selamet.
Bu mevsim…
İklimlerden anne son bir buçuk senem.
Bu mevsim taşkınlara delalet en çok da aşkı şiar edindiğim başıma yağan rahmet kimine göre yakalandığım ahmakıslatan gelin görün ki: yakalandığımdır aşkın rüzgârı yakalandığımdır Rabbimin beni çağıran sesi ve her an O’nu hissettiğim Allah rızası için yaşamayı meşk eylediğim elbet varlığım saklı iken annemin dualarında ar bildiğim sevgi arz ettiğim şiir ne ki içimde yanan ateşin yanında ne ki dünüm ne ki yâdım ve benim biricik yârim kalanda saklı o diğer yarım…
Yağmalandı elbet nice hayallerim.
Yetmedi…
Çalındı nicesi.
Lakin pes etmedim yeni hayallere kucak açtım.
Dimağımda saklı olmayan sanrı alabildiğine sancılı bir ömrü tükettim tüketeli türediğimdir türeviyim mademki sevginin ve tünediğim o dal nasıl ki talibim sevgi denen iklimin izdivacına ruhumda saklı teyakkuz bilsinler ki vardır dokunulmazlığım men ettiğim kadar kini, nefreti mahal verense aşka İlahi Sırdaşıma beni götüren yolda asla da yarı yolda bırakılmadım nasıl ki haznesi geniştir Rabbimin…
Tek hazinem ve servetim sevgi ve asil ziynetim yüreğimde saklı dirayet, asalet ve zarafet.
Bir bir nakşettiğim.
Birden başlayıp sona varmak adına telaşla yazdığım.
Lakin son bulmayan bir arzu mutlak bir kimlik ve mutluluk varsın olsun yıkılsın tahtım bahtıma razıyım tarhında İlahi Sevginin bir tarla mahiyetinde içimdeki iyiliği, umudu ve sevgiyi ektiğim…
Hazan soluksuz iken.
Kış başında haykırırken.
Yazın acısı çökmüşken içime.
Bahardan uzak addedilse de içimdeki o izafi nihayet.
Bu mevsim çok başka.
Bu mevsim kucak açtım ki b/aşka…
İfa etmekle mükellef ve iddia makamında ibraz ettiğim yüreği belgeleri aşkın sureti nasıl ki tanıdık siması doğup da batmayan güneşin ve gürleyen sesi kalemin güç bulduğum kadar kalemimi elime her elime aldığımda ve içinde yaşadığım o kale duvarları beni korurken azat edilesi bir dürtü ile bayrak açtım ben yalanlara yanlışlara ve kimse şirk koşan Rabbine sevgi ekininde bir rengin de bitiminde açmaz mıyım çiçek çiçek?
Kasvetli bir havam var: doğrudur.
Doğru yolda yaşadığım kadar yaşattığım değerlerimle doğruyu işaretlediğim de bir olgudur.
Temize geçtim bu gün hayatı.
Bastırdım da tüm isyanı.
İnşası yaşamın imha edebildiğim kadar karanlığı ve ihaneti bahanelerle dolu olsa da nice siyah yüreğin temas ettiği ve işte içimde saklı o tema ya da saklandığım izlek…
Bükemediğim bileği elbet öperim.
Bir batında yaşadığım acıyı ve yalnızlığı ise dünde gömdüm.
Dümtek atan kalbim gürlediği kadar kaderin gülüm/semeye de şerh düştüm düşeli mademki insan ismiyle yaşar ve nasıl ki iki ismimle müsemma bir benliktir benimki…
Ben nasıl nasıl koşmam Rabbime?
Kilit noktam sevgi madem.
Ben nasıl nasıl kucaklamam kendimi azıcık kızgın kırgın olsam da içimdeki çocuğu yetim yüreğimle haiz olduğum umudun uğruna…
Haiz olduğum annemin şefkati ve bende saklı iken o devasa anne sevgisi.
Bu mevsim bir b/aşkayım.
Bu mevsim kendimi kucakladığım gibi babamın öldüğü yaştayım…
Yâdım.
Tesellim.
Temennim…
Hafif vicdanım ve ruhumun hür sesiyle…
Bu mevsim bu mevsim…
YORUMLAR
Babamın öldüğü yaştayım...
Selamı ve kelamı yitik bir günce.
Sözcükler saf tutarken hayatın da ibaresi ve ikamesi yüreğin soluk gün ışığında savruk bir nidayla da kesişmişken yolu şairin içinde kalmış nice ukdenin de bir sunumu olsa gerek kalemin dile getirdiği...
BABAMIN ÖLDÜĞÜ YAŞTAYIM...
Bir b/ölü aşkın ikiye tekabül ettiği yastayım yaşındayım da babamın ölümle buluşan bedeninden geride kalan hüznün ve yakarışını yasını tuttuğum kadar cenk ettiğim bir mekânda örselenmiş yüreğimden ne varsa arda kalan peşini topladığım duygularla örülü şiir mezarlığında kimsesizliğimi sonlandırmanın da müjdesini verirken kader.
Ilık bir beden.
Ilıman bir mevsim.
Meylettiğim varlığın hiçlik dokusunda saklı asaletin dokunulmazlığı kadar d/okunaklı iken el yazım ve yazgım.
Bir minvalde örtüştüğüm kendim ve kimliğim.
Bozguna uğrayan duyguların tekbir getiren iç sesi ve yazdıklarımın güneş gibi doğduğu gecenin kerameti hüznün bereketi ve ihlasla koştuğum dik bir yokuşta diklenen acılara baş eğmediğim kadar yalnızlığımın da muştalandığı bir eşikte asılı kaldığım kadar da Araf’ın beşiğinde bir algı yanılsaması belki de hür kılındığım haz duyduğum yazma aşkında saklı bir teselli nasıl ki ansızın tecelli etmekte.
Duyguların ümmeti aşkın lahzası.
Bir içimlik günün ve ömrün boyumu aşan dalgası.
Huzurun sesi yarınların çağrısı atıfta bulunduğum içimden yükselen ateşin yansıması olsa olsa sözcüklere peşkeş çektiğim sevginin, umudun dinmeyen tesiri.
Rengine müptelayım yalnızlığın sarkıtında saklı gaipten gelen bir damlayım mademki özlemdir sarnıcım mademki hüzün yüklü serkeş bir heceyim varsa yoksa Aşk’ın ümmeti göğün tebessüm ettiği yerkürenin de müdavimi.
Gönül kıtam.
Yürek coğrafyam.
Yâdım nasıl ki dün yandığım kadar yazdığım.
Azığım nasıl ki hayal gerçekleştiğine dair bir servettir haizi olduğum umudun sefasını sürdüğüm ayak izimden düşüp de yola parmak izim nasıl ki kalemim ve işte kale duvarlarında sağındaki solundaki surlarında şehrin şiirlerle eşleşen bir renk cümbüşü var olmanın hikmeti hiçliğinse sihrinde bir bilinmeze gark eden hayallerin nezdinde notalar misali uçuştuğum gamın da sadık anahtarı nasıl ki solumda saklı sevginin anahtarı.
Mürüvvetini gördüm içimdeki çocuğun:
Önce debelendi sonra da çıktığı dik yokuşu…
Elbet kabullenendi Tanrı nasıl ki ruh zimmetliydi aşka nasıl ki taşkındı ruh bedeninden taştığı kadar bentleri aça aça tüketti nefesini ve yok etti delişmen nefsini.
Sözcükler bazen yeknesak.
İmgeler kazan kaldırırken kalem de arz ederken ve işte şiirler biteviye duman tüten bacadan ve işte hikâyeler olmadığı kadar sıradan sıra dışı bir umut sınırsız bir sevgi ve özlem baş veren yüreğinden göğün tebessümü adeta yerkürenin çekimine yenik düşen bir taş gibi de şairin yüreğine oturan ve o sevda ki: taçlandığı kadar varlığı taş üstünde taş kalmayana değin de taşlandığı.
Münferit heceler var kilit noktası evrenin.
Muadili olduğu bir hazine ki haznesinden yüreğinin sökün eder heceler.
Mevsim bazen kaçkın.
Mevsim bazen şaibeli.
Mevsim aslında tek tanık şairin de elinden tuttu mu yüce Rabbi.
Elbet solan güller solan ışıklar sönen balonlar.
Masal kahramanı o prensesi sadece sözcükler yuhalar.
Islık çalan yüreği hayta rüzgârın dengi nasıl ki şair ve şiir.
Iskaladığı kadar mutluluğu değmez mi uğrunda cenk etmeye mademki ömür geçkin mademki buğrası sözcüklerin geçersiz mademki sürgün edilmiş yüreğin nemidir yağan rahmetin peşinde ve aşkın da ayak izinde en çok da parmak izi kalem iken şairin devasa bir umuda kucak açan yarınların hikmeti.
Rengi yok dişi yok düşü yok kimi sözcüğün vatanı yok ta ki şairin ruhuna konana değin göçmen kuşların kanatlarında taşıdıkları kelimelerin ilk ve son durağı iken iklimin seyrüseferinde ikiletmeden seven, yazan şairin kâh dizlerinde kâh dizelerinde olmasa da takati kuşpalazı geçiren şehrin kıvancı şiirin de kollarının sıvandığı tasası derdi dünde kalan soytarı bir hayalin şiirle eşleştiği o kalıcı izinde tefe konsa da hayaller şairin asla t/av olmadığı kadar hayatın geçici nimetlerine bir an dahi öykünmediği kadar var da havası batsın gecenin varsın hava alsın sözcüklerin suretinde saklı siması ve seması ve sedası eş düşmüş bir kere şehir şairin kelebek kanatlarına konan imgelerin ve hayallerin başkaldırısında tutuklu kalan gülüm/semenin diğer adı iken sevgi ve şiir…
Renkler öykücü.
Duygular ölümsüz.
Şiirler belki de yalancı.
Şair hepten üzgün ve geçkin hüznüne söz geçiremediği kadar buyruk verdiği kaleminde yeniden doğduğu kadar doğurduğu kelebek ömürlü şiirlerine duacı.
Tanzim edilmiş bir kere hayat.
Bayat ekmek tadında bulduğu şükrü sevdiği kadar nimeti asla da açık vermezken acılarında içinde açılası o devasa lalenin nazarında çiçeklerin konduğu bir sürahi su ile yıkadığı kalemi yakınmadan yaşadığı kadar da tek serveti iken sevgi.
Ne hükümran.
Ne kadı kızı.
Ne de ıssızdır yüreği.
Bazen sıradan.
Genelde kalburüstü duyguların geçtiği yoldan başkasına sapmadığı kadar şair…
Ve işte öykündüğü o zirve duyguların hicretinde aşkın albenisinde çakmak çakmak gözlerinde okunur şehrin sureti, yedi tepesi ve surlarına kondurduğu sırları serleri en çok da sular seller gibi sevip şiir diye ruhunu, yüreğini apaçık kâğıda serdiği.
Göğün kırık tamburu.
Şairin kırgın yüreği.
Evrenin zaafı.
Şiirin zarafeti.
Şairin kolluk kuvveti iken de kalemi.
Kamburu dünün yâdı ömrün bedenden ayrı tavaf ettiği kâinatın her çağrısında dinerken ağrısı ve işte şiirler tüysıklet bir vicdana yataklık yaparken en sevdiği kuş tüyü vicdanında yaşadığı geceler kadar yaşatılan gerçekler ve başını alıp da gidemezken kendinden şiirlerin götürüp getirdiği yolun kavislerinde ruhun akislerinde yüreğin de zevcesi iken bir şiir daha kuma geldi yüreğinde saklı yazdığı hikâyelerine.
Evladiyelik bir gülüm/seme zikrettiği kalemin ve yüreğin fikrine sadık bir zümre iken şairin yüreğinin sözlüğü ve alfabesi asla da tezat olmadığı kadar evrenin sağduyusunda saklı bir kelebek gibi konup da her çiçeğe sonlanmaksa mizacı son durağa geldiği kadar yeniden doğmanın öyküsünü yazdı yazalı şiirlerinde yazgısını kabullenebilmenin de d/okunuşunda saklı elbet güncesi şiir güftesi ömür bestesi saklı tuttuğu kadar evrenin merkezi iken sonlanmak bilmeyen o deruni sevgi.
GÜLÜM ÇAMLISOY