- 309 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
TERE YATIRMA-5
Mehmet’in askerlik çağı gelip çatmıştı. Bu günlerde askere gidecekti. Mehmet, askere gitmek için gün sayıyordu. Komşular askere gidecek gençleri evlerine yemeğe götürüyorlar, yemekten sonra da ceplerine harçlıklarını koyarak yolcu ediyorlardı. Bu adet eskiden beri devam eden güzel bir adetti. Askerlik için bütün hazırlıklar yapıldı. Cuma günü Cuma namazından sonra köy camisinin önünde askere gidecek gençler için asker duâsı yapıldı. Mehmet de bu kahraman askerlerin içindeydi. Askerlik otuz altı aydı. Bu zaman dilimi dile kolaydı. Tam üç sene askerlik yapacaktı. Mehmet ve diğer askerler duâlarla ve kurbanlar kesilerek askere yollandı.
Mehmet askere gitti. Onun yokluğuna alışmak gerçekten zordu. Şerife, kaynana ve kayın baba ile baş başa kaldı. Kaynana Topal Kaymak çok fenaydı. Yanında akıllı insan delirirdi. Çocuk meselesinden gelinin her gün başının etini yiyip duruyordu. Yediğini, içtiğini burnundan fitil fitil getiriyordu. Zavallı gelinin yediği içtiği zehirdi sanki. Topal Kaymak: “Bir çocuk doğurmadık gelin gelin. Ellerin gelinleri çoluk çocuk sahibi oldu, bizimkisinde ise bir tık yok daha. Vah amanın bir toruna hasret kaldık! Halimiz ne olacak bizim? Gızey ne zaman çocuk doğuracaksın? Gelin dediğin aslan gibi çocuk doğurur. Sen hele bekle dur. Biz torun hasretiyle kıvranıp duralım, sen keyfine bak. Senin emsallerin çoluk çocuk sahibi oldu…” diye etrafa söylenip duruyordu.
Topal Kaymak’ın çenesi düşüktü. Çenesi durmak nedir bilmiyordu. Allah bir çene vermiş, vıt vıt konuşa konuşa gelin hanımın beynini yiyip duruyordu. Şerife, kendine söylenen bu laflar altında eziliyor ve ağladıkça ağlıyordu. Gözlerinden akan kan mı yaş mı bilmiyordu. Gözyaşları sel olup akıyordu. Göz yanakları ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Şerife ne yapsın? Elekçilik mi yapsın? Cinganlık mı yapsın? Ellerin gelinleri gibi kaynanasının sözlerine karşılık da veremiyordu. Gözyaşlarını kalbine akıtıyordu. Geceleri sessizce ağlıyordu yatağında. Gözyaşları sel olup akıyordu.
Karı kocada merhamet yoktu. İşleri güçleri gelin ile uğraşmaktı. İnsan melek gibi gelinle hiç uğraşır mı? Kayınbaba ve kaynanada ud, hayâ yoktu. Zavallı Şerife, gelin oldu olalı gün yüzü görmedi. Öksüzümün yüzü hiç gülmedi. Gündelik işe bile gönderiyorlardı. Şerife taze gelinken başkalarının yevmiyesine çok gitmiştir. Gündeliğe gitti mi hiç değilse kaynana ve kayın babanın zehirli laflarından uzak kalıyordu. Elin gündeliğine bu yüzden severek giderdi.
Gelin hanım evde gelinliğine doymadan yaşarken Mehmet ise askerde gurbetlik çekiyordu. Gurbetlik, ayrılık çok zordu. Sevgisini mektuplarla dile getirdi. Mehmet’in okuma yazması yoktu, yanındaki askerlerden okuma yazma bilenlere mektup yazdırıyordu. Şerife de aynı durumdaydı. Mektubun gelmesi zordu. Ayda belki yılda bir mektup geliyordu. Şerife sevdiğinin yollarını umutla bekliyordu ne zaman gelecek diye. Gönderdiği mektuplara sarılarak uyuyordu geceleri. Sevgisini mektuplara yansıtıyordu. Yarasını saran başka bir şey yoktu. Mehmet’in askere gitmeden çektiği cansız resmiyle dertleşiyordu geceleri. En iyi arkadaşı yalnızlık ve sevgilisinin mektuplarıydı…
Mehmet’in askerlik yarı olmuştu. İzne gelme zamanı yaklaşmıştı. Yaz mevsiminde Mehmet izne geldi. Geriye on sekiz aylık askerliği kalmıştı. Mehmet, hasret kaldığı ailesine, canından çok sevdiği Şerife’sine kavuştu. Birbirlerine sarılarak hasret giderdiler. Ana baba: “Oğlum hoş geldin. Nasılsın? Askerlik nasıl gidiyor? Nordün? Teskerene kaç ay kaldı? Askerliğin ne zaman bitecek? Yollarını bekleye bekleye öldük. Oğlum iyi ki geldin. Anan, baban gurban olsun sana Memedim…” gibi özlem yüklü sözlerle hasret giderdiler. Asker Mehmet kendine sorulan bu meraklı sorulara bir bir cevaplar veriyordu. Gençliğin verdiği heyecanla bazı soruları geçiştiriyordu. Biricik Şerife’siyle ilgilenmeyi de asla bırakmadı. Onu dinledi. Dertlerine derman olmak istedi. Yaralarını sarmak istedi. Sevdiği biricik kocası askerden izne geldi diye Şerife’nin gözlerinin içi gülüyordu. İki günde betine benzine kan geldi. Mutluluktan kuşlar gibi havalarda uçuyordu. Şen şakrak olmuştu. Mehmet de aynı duyguları yaşıyordu…
Mehmet’in misafirliği çıktıktan sonra anne baba çocuk meselesini yine gündeme getirdiler. Özellikle anne babasının: “Oğlum Memedim! Hâlâ bir çocuğunuz yok. Senin emsallerinin her birinin boy boy çocukları oldu. Siz, ne güne duruyonuz? ” sözlerini dinlemekten bıkıp usanmıştı. Bu sözleri duymaktan artık kına gelmişti. Sanki çocuk pazara gidip alınıp gelen sebze ve meyve gibi miydi ki de hemen olsun. Elbette Mehmet de çocuklarının olmasını karısı gibi çok istiyordu ancak bu ha deyince olmuyordu ki. Genç Mehmet, anne babasının sözlerine: “Tamam anacığım! Tamam babacığım! İnşallah bizim de ilerde boy boy çocuklarımız olacak, sevip okşayacaksınız. Torunlarınızı kucaklarınıza alacaksınız. O zaman elbet yakındır.” diye kaçamaklı cevaplar veriyordu.
Topal Kaymak, bu arada hiç boş durmuyordu. Kendi kavasında kurguladığı planları uygulamaya koymakta kararlıydı. Gelinin çocuk yapması için akıl almadık çeşitli akıl dışı yollara başvuruyordu. Gelinine kocakarı ilaçları kullandırıyor, çeşitli ot suyu içiriyor, gelinin çocuk yapması için daha aklınıza gelmedik yöntemler uyguluyordu. Komşularının çocuk olması için söylediklerini ayet hadis gibi kabul ederek bir bir uygular gelinin üzerinde. Sanki Şerife gelin deneme tahtası olmuştu. Zavallı ses çıkaramıyordu. Kaynanasından çok korkuyordu. Şerife: “Tek çocuğum olsun da ne isterse onu yapacağım. Bir an öne çocuğum olsun da yüzüm gülsün. Şunların dillerinden kurtulayım” Diyordu.
Topal Kaymak, oğlu Mehmet izne hazır gelmişken gelinin hamile kalması için her ne gerekirse yapması konusunda kararlıydı. Sanki çocuğu kendi doğuracakmış gibi ha babam bir gayret içindeydi. Zavallı gelin bu çocuk yapma söylentilerinin psikolojisinden bıkıp usanmıştı. Gelin hanım Şerife: “Şu çocuğu yapsam da kurtulsam bunların çenelerinden. Bıktım, usandım artık.” Diyordu. Ancak bu sözleri içinden kendi kendine söylüyordu. Kaynanasının, kayın babasının yanında yüzlerine bir çift söz etmenin imkânı mı var? Hele bir söyleyin de görün bakalım. Seni yerin dibine diri diri sokarlar. Hemen gelini çalıp azarlarlar. Cümleleri ağzında bırakırlar. Onların yanında asla konuşulmaz, soru sorulmadıkça cevap verilmezdi. Topal Kaymak gelinin hamile kalması için hiç boş durmuyor ve boş duracağa da benzemiyordu...
18.12.223
Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.