- 362 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
BİR KÜLTÜR SEVDALISI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bütün medeniyetlerin ivmesini aldıkları mazileriyle günümüze kadar gedikleri bir gerçektir. Nitekim İlk Çağ`ın kapanışı, Orta Çağ`ın kapanışı, Yeni (Yakın) Çağ`ın hayat bulmasını sağlamış, her başlangıcın özünde de mazideki birikimler hayatî rol almıştır. Medeniyet adına ortaya konan değerler sadece bir kültürün değerleri değil, tüm beşeriyetin de mirası olmuştur.
Günümüzde sıklıkla dillendirilen ve adeta bir öykünülesi medeniyet olarak görülen Batı, geldiği bugünleri elbette mazisindeki hummalı çalışmalara borçludur. Burada asıl soru şu ki, beşeriyetin medeniyet imgesi sadece Batı ile mi sınırlıdır. Zîra, onlar Orta Çağ`ın karanlık zihniyetiyle yaşam mücadelesi verirken, Doğu Medeniyetleri ve burada bilhassa İslâm Medeniyeti ortaya hiç mi değer koymamıştır? Meseleye bu gezegenin dışından bir pencereden bakılınca, burada tahammülü kabul edilemez sınırlarda bir haksızlık yok mudur? Sorunun cevabını düşünerek ve ait olduğu bu kadim medeniyetin de hakkını teslim etmek gayesiyle bilim dünyasında çarpıcı şekilde ortaya çıkan değerli büyümüz merhum Fuat SEZGİN, hayatını bu sorunun cevabına dikkatleri çekmek ve yapılan haksızlığın kabul edilemeyeceğini ispatlamaya adamıştır.
Ortaya konulan teknik bilgilerin, gözlemlerin, deneylerin, buluşların, edebi eserlerin dillendirilmesi, onların diğer medeniyetlerce de kabulü için elbette elzemdir. Batı Medeniyetlerinin belki de en iyi yapabildikleri şey, kültür adına ortaya konulanları her şeye sahiplenmeleri, dillendirmeleri ve tüm dünyaya da pazarlayabilmiş olmalarıdır kuşkusuz.
Oysa, ilk ayeti kerimi “Oku, seni yaradan Rabbin adıyla oku!” olan bir medeniyetin bu yarışmadan geri kalması, bir başka deyimle bu anlamda emre itaatsizliği ne tuhaf bir durumdur değil mi? Bu kabul edilemez durumun değişebilmesi, medeniyetimizin köklerine inerek oradaki değerleri bulup günümüze taşımakla mümkün olduğundan, Prof.Dr. Fuat Sezgin tam da bunu yapmak üzere emek vermiştir aslında. Binlerce eseri inceleyerek elde ettiği bulguları bir araya getirmiş ve bunu somut bir ürüne de dönüştürebilmiştir. 1982 yılında aldığı desteklerle birlikte Arap-İslam Medeniyetleri Müzesini hayata geçirmiş ve Müslüman bilginlerin hayat verdiği ve fakat bir türlü günümüze ulaşamamış birbirinden pahasız bilimsel araç-gereç, ve dokümanları sergilemiştir. Bununla da yetinmeyip, ortaya konulan akademik verilerini farklı dillere de çevirerek İslam-Arap Medeniyetine belki de tarihin en büyük katkılarını sağlamıştır.
Yetkin dil becerisi ve filolog oluşu da Fuat Sezgin`in ortaya koyduğu değerli çalışmaların akademik tüm kürsülerde büyük çağrışımlar yapmasına da vesile olmuştur. Öyle ki, İslam Medeniyeti`nin en tanınmış ögesi haline gelen ve gerçekten de hak ettiği saygın yeri eserleriyle pekiştiren Merhum Fuat SEZGİN, hiç kuşkusuz ciddi manada çok üst seviyede bir akademisyen, tarihçi ve vatanseverdir. Kendisiyle birlikte bu yolculukta olanlara da bilhassa oğluna “ Sen de başarabilirsin” derken, ilham olmayı da muvaffak olabilmiştir.
Fuat SEZGİN`İN İslam Medeniyeti`ne katkıları elbette saymakla bitmez. Kültürler üstü açıdan bakılınca da O`nun çalışmaları esasen tüm kültürler için de büyük bir kazanımdır. Batı Medeniyeti`nin diline pelesenk ettiği ve bizleri adeta küçük görerek değersizleştiren o “İslam Medeniyetini bilime hiçbir katkı sağlamamıştır.” Şeklindeki son derece üzücü ve bir o kadar da haksız söylemlerini adeta dersdest etmiştir. O`nun sağlam argümanları ve sahadaki hakimiyeti karşısında Batı Medeniyeti geri adım atmış, İslam Medeniyeti`de günümüzde hak ettiği yeri kazanabilmiştir. Ona duyulan minnet kuşkusuz eksik kalır bu bakımdan. 27 dil bilmekte olan büyük bilgin, çalışmaları esnasında karşılaştığı olumsuzluklara rağmen yılmamış ve adeta kültürümüzün hak ettiği saygın yere gelebilmesinde kahramanca savaşmıştır. Bizim tarihimizdeki Çanakkale, Sakarya,Başkomutanlık, Kut-ul Amâre askeri anlamda ne denli büyük ve pahasızsa, onun bilim dünyasındaki çalışmaları da o derece değerli ve pahasızdır.
Hz. Ali`nin “İlim nedir?” sorusuna verdiği “hangi kaynak-hangi ortam ve hangi gayeye dair alınmışsa onların bir araya getirilmesi, bir vücut edilmesidir.”anlamındaki gibi, Fuat SEZGİN de hayatını vakfettiği İslam Medeniyetinin izlerini sürerken aynı yolu izlemiştir. Bu konuda o denli veri elde etmiştir ki, medeniyetlerin asıl beşiği, odak noktası “İslam Medeniyeti”dir söylemini dile getirmiştir. Bu ciddi söylemin karşılık bulduğunu ve Batı Medeniyeti öncesinde ve ondan da öte bir İslam Medeniyeti`nin varlığının kabul görmüş olması gerçekten de bütün takdirlerin zerinde bir durumdur. Nihayetinde içinde bizim de değerlerimizin bulunduğu bu kadim medeniyet, dünya bilim literatürnde ve sayılı akademik kürsülerde kabul görmüştür. Bu durum, dünya medeniyetleri içindeki yerimizi ve önemimizi işaret etmesi bakımından çok önemli ve bir o denli de gurur vericidir.
Merhum bilim insanımız Fuat SEZGİN`in su yüzüne çıkardığı ve dikkatleri topladığı diğer bir husus, medeniyetimiz içindeki önde gelen El Biruni, Farabi,Cabir İbn Hayyan ve Buhari`nin değerli çalışmalarını yeniden ve daha sağlam bir temelle bilim dünyasına kazandırmış olmasıdır. Sadece bir bilim insanının tanıtımını başarmak büyük bir emek iken, koskoca ve köklü bir medeniyetin bütününe yönelik çok geniş çaplı bir araştırma, ancak ömür ona vakfetmekle mümkün olabilirdi. O, bunu bizzat hedeflemiş ve gayesine de ulaşmıştır.
Çıktığı zorlu yolculukta asla şüpheciliğe (septisizm) düşmemiş, engelemelere rağmen kararlılıkla ve bilimin ışığında yoluna devam edebilmiştir. Atomu parçalamak kadar zor olan Batı`nın önyargısını boşa çıkarmış ve parçalamıştır adeta. Onun insanüstü emekleriyle İslam Kültür ve Medeniyeti günümüz dünyasında hak ettiği yeri alabilmişse de, bilimin süreklilik gerektiren bir yarış olduğu göz önüne alındığında, ondan iham alarak medeniyetimizin hak ettiği yerde kalabimesini ve hatta daha da ileri gidebilmesini sağlamak durumundayız. “İki günü bir olan bizden değildir.” hadisi, bu anlamda yaşam felsefemiz olmalıdır. Ferçek anlamda dini ritüellerimizin de ilimle ne denli içli dışlı olduğunu ve kutsal kitabımız Kur`an- Kerim`in diğer anlamda kainat demek olduğunu da bir arada düşününce, bilime olan bakışımızı ciddi manada yeniden gözden geçirmemiz gerekir elbette. “İlim Çin`de de olsa alınız.” Hadisi de bize rehber olmalıdır. Çünkü bilimin şeceresi, dini, coğrafyası, cinsiyeti yoktur. O, kimsenin tekelinde de değildir. Bunu en güzel biçimde gösteren merhum Fuat SEZGİN`i de rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. İnsanlar, eşyalar, binalar ölümlü ve fakat ilim ölümsüzdür. Zira onun kaynağı Rahman katıdır.
Burada ciddiyetle anlamamız gerekenlerden birisi de bilime atfedilen değer kadar, onun orijinal kökenlerinin muhafazasının da bir o denli önemli olduğu gerçeğidir. Şu sanı oldukça yanıltıcıdır. Doğu Medeniyetine rağmen bir Batı Medeniyeti olası değildir. Bunu bazı önyargılı dokunuz ve politizasyonla gölgeleme çalışma çabası, olsa olsa kültür ve bilim düşmanlığı olur. Evrensel yanıyla her birimizi kucaklayan fen, matematik, edebiyat, resim ve bunların toplamı olan medeniyet, bütün beşeriyetin ortak m,rasıdır. Onu kim ve kimlerin ortaya koyduğu hususunda bayrağı sürekli batı istikametinde göstermek, bilimsel etikle, medeniyete erdemli bakışla da bağdaşmayan, kabul edilemeyen bir tutumdur. Dehalarıyla hafızalarda yer edinebilmiş ve tarihe de malolmuş değerlerin kökenine kim bakabilir ki? Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal`in vefatında, İtalya`daki radyo yayınlarından birinde dillendirilen “Sezar,İskender,Napolyon ayağa kalkın. Büyüğünüz geliyor!” ifadesi her şeyi özetliyor kanımca.
Özetleyecek olursak, giderek daha da çok bilginin katmanlı bir devinim içinde olduğu günümüzde, geri kalmamanın bir yolu vardır. O da çok çalışmaktır. Bunu yaparken de köklerimizden gelen değerleri sahiplenmek ve onların arkasında durabilmek de gerekir kuşkusuz. 50 bin civarında kitabı olan ve bunların yaklaşık 18 binini yurdumuza intikal ettirdiğini bildiğimiz merhum Fuat Hocamızı bilim dünyası da biz de asla unutmayacağız. O, örnek hayatı, gayretleri, samimiyeti ve eserleriyle daima yaşayacaktır.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Sayin Hocam,
Guzel bir calisma olmus. Sizin vesileniz ile Fuat Sezgin hocamizin "Genclerle Basbasa" kitabini anne babalara ve bu platformdaki degerli edebiyat hocalarimizin ogrencilerine okutmalarini tavsiye ederim. Ozellikle bu donemde genclerimize birer klavuz olacak cok guzel bir calisma.
Emeginize ve ilminize saglik.
Oğuzhan KÜLTE
Umay Alkım
Sorunuz tabii ki de hayır en basitinden şöyle düşünücek olursak aristoya birinci öğretmen, farabiye ikinci öğretmen denilmiştir. Aristoya birinci öğretmen ünvanı yunanlılar değil islami filozoflar tarafından verilmiştir. Genel itibarıyla baktığımızda aristo, farabi, ibni sina ve biruni ilmi, kalemi güçlü olan öğretmenlerin büyük çoğunlu islami kesimden olduğu gözükmektedir. Pekala ne değişti. Değişen şu ki o yüzyıllarda islam coğrafyası sürekli kitapların çevirisi ve okunması ile meşguldürler. Yani ilim ile. Akılları başka noktalarda değildi..
Orta Çağ Avrupası karanlık çağını yaşamıyordu. Bu genel bir yanılgıdır. O yüz yıllarda şuanki mevcut ilimler olmasada avrupada 11 yy da icat edilen tekerlekli pulluğun kullanılması, farklı tarım teknikleri ve üçlü dönüşümlü ürün ekim sistemlerini kullanmaları sonucunda canlanan ekonomi ile şehirleşmenin büyümesi, eğitimin canlanması ile kent olgusunun gelişmesi rönesansın zeminini hazırlamıştır. Aslında tam olarak bu yüzden karanlık çağ diyemeyiz.
“İlim Çin`de de olsa alınız.” Bu hadisi malesef bizden çok avrupalılar uyguluyor. Gerçekten macaristan, filandiya, almanya gibi ülkeler gibi olmak şuan için pekte mümkün görünmüyor. Disiplinli çalışmıyoruz. İşimize, gücümüze odaklanmıyoruz. Sosyal gelişmenin iki dinamiği mevcuttur: bilim ve ahlak. Bu iki dinamiği geliştirmek birçok faktöre bağlıdır. Bu anlanmada ilmi ne ölçüde yakalayabiliriz soru işareti. Evet değerli akademisyenlerimiz ve bilim adamlarımız mevcut. Fuat Sezgin Hoca gibi. ama kaçı ilmini Türkiye’de yapabiliyor. Bırakın biz iş ahlakı, iş etiği ve sosyal ahlak noktalarında da sınıfta kalıyoruz. “İki günü bir olan bizden değildir.” Ne zaman ilmi ve ahlak yönde bu hadisi uyguladığımızda gerçekten avrupayı geçmiş sayılırız.
gerçekten geniş bir konu her bir paragraf ve hatta bellirli cümllerde istişare yapılması gereken bir çok unsur barındıyor.
kaleminiz ve ilminiz her daim işlesin
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE
Saygıdeğer hocam dünyadaki bütün dinler medeniyetin ve insanlığın gelişmesine , bilimin ilerlemesine engel bir duruş ile tarihe geçmiştir . Bakın İnsanlık , hak hukuk, evrensel ahlak ve en önemlisi adalet kavramı ile uygulaması . Şimdi geçmiş tarihe bakıldığında savaşların , zülümlerin , insanların bir birlerini öldürmesinin temel nedenlerinden biri dini inançlarıdır burada kültürel bir olumsuzluk yoktur. Dünyada hala savaşların yaşanmasının nedenlerinin başında din dövüşleri geliyor. Bu din dövüşleri öyle bir hal almış ki aynı dinden insanlar ve toplumlarda bir birini öldürüyor neden dinin paydaşlarının bölünmesinden , tarikatlar meshepler vs. Dinlerin barışa kardeşliğe huzurlu ve mutlu yaşama fırsat vermediğini tarih yazıyor bu gün de farklı değil . Gelelim kutsal kitaplara ; kuranı kerim olmak üzere geriye doğru her kutsal kitap bir birine benzer hep insanlığa ışık tutmuşlar . Bu ışıktan insanlığın yukarıdaki tutum ve tavırları nedeniyle ne kadar aydınlanmıştır bu tartışılır . İnsan ve insanlık evrensel değerleri içermediği sürece bilim denen değerden asla nasiplenemez. Eğer toplumlar kendileri olma yerine başka toplumların varlığını kabul ederek kendileri olmayı yeğlediğinde dünyaya huzur , barış , kardeşlik , adalet , hakca paylaşım gelir aksi halde biz bizi onlar onlardır diyerek bir yere varamayız ve varamadık çalışmanızı çok beğendim çok geniş bir konu saygılar sunuyorum