- 472 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşler de Çürür
“Düşler de Çürür” Romanında Anne
"Düşler de Çürür" Yazar F. Eda Tosun’un ilk romanı. Aralık 2023 tarihinde okurlarıyla buluşturulmuş. Kitapta baştan sona anne fedakârlığı ile birlikte anne bilgeliği, genel anlamda anne ve aile olgusu işlenmektedir. Başka bir ifadeyle roman kahramanı Zeynep’in hüzünlü hikâyesi, daha da çok annesi üzerinden anlatılmaktadır. Romanın dış anlatıcısı, olayları Zeynep üzerinden anlatsa da anlatımda aynı oranda Yurdagül anneye de yer verilmektedir. Başka bir taraftan bir anne-kız romanı desek de yeridir. En çokta anlatımdaki sahicilik, okur dikkatini celp etmektedir diyebilirim.
Roman başkahramanı olan Zeynep’in çocukluk yıllarından gelip, kendisinin de anne olmasına kadar ki uzun, en az kırk yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Yastıkların, odaların, tabakların henüz aile içerisinde ayrılmadığı günlerden bu günümüze kadar gelen uzunca bir zaman dilimini ihtiva etmektedir. Romanın girizgâhında yer alan “Yüreğinden topladığı yumakla kuşlara yelek ören annesinin aklını kim çaldı? Daha dün yüzüne bakarken deniz çalkalanmıştı.” İfadeleriyle romanın özeti verilmeye çalışılmış adeta. Zeynep’in ifadesiyle "Ne giyersen giy, gidip yapışacak yaraya." (s.5) cümlesinde olduğu gibi zorluklarla yol alınmakta daha çok. Bir nevi üçüncü derece yanıklar şeklinde acılar hissediliyor. Anne özlemiyle yoğrulmuş Zeynep, gün gün, saat saat annesiyle yaşar ve annesini yaşamaktadır adeta. Annesi Yurdagül Hanım, beş çocuğunu kanatlarının altına almış bilge bir anne olmasının yanında, fıtratı asliyesinden gelen asaletli bir duruşu vardır. Namazında niyazındadır. Acıların ve sızıların kevgirinden geçmiş bir kişiliktir. Kanaat ve nezaket sahibidir. Erdeme sahip olan insan ve insana sahip olan bir erdemdedir. Yurdagül anne de ve iki erkek çocuğunda nükseden akıl sağlığını kaybetme hastalığı ve benzeri sıkıntılar aileyi çok zor süreçlere taşımaktadır. Bu zor süreçler nedeniyle Zeynep, ilkokuldan sonrasını okuyamamıştır. Yurdagül annenin trajik bir şekilde ölümüyle bu acılar zirve yapmıştır. Üvey annenin gelişi, kardeşlerin yaşadığı zorluklar, Zeynep’in evliliği, hastalıklar ve nefesi azalmaya başlayan babanın ölümüyle devam eden hüzünlü bir aile portresini okuyoruz.
Zeynep; annesinin ve kardeşlerinin yaşadıkları üzerinden çevresine sitemlerini de hep yapar. Haklıdır da. Yakın aile çevresinin kendilerinden uzaklaştıklarından çokça bahseder. “Zaten sıkıntılı ailelerden en başta akrabalar uzaklaşır” der. Zor zamanlarında yanlarında olmayanlara yönelik bir sitemdir bu. Ayrıca bu sitemler yapılırken, karşı tarafın penceresinden de bakmaya çalışılır. Her iki tarafında hakkı gözetilir. Mesela Zeynep, üvey anneyi eleştirdiği taraflar kadar, üvey annenin penceresinden de olayları görmeye çalışır. Nasıl ki insanın dili hep çürük dişine gitmekteyse, aynı bunun gibi sitem de gönül yüklenmesi de en yakınlara olmaktadır bir yer de.
Romanda anlatılan, Bursa’da yaşayan Erzurumlu bir ailenin yaşadıklarıdır. Gelenekten ve gerçek yaşanmışlıklardan beslenen eser, ontolojik, etik, kültürel ve epistemolojik kodları da beraberinde taşımaktadır. Sezgisel muhakemesi gelişmiş bir anlayışla yol alınmaktadır. Romanda yer verilmiş kimi alıntı sözler ve şiirler, metinleri de tamamlayan uyumlu ifadeler olarak görülmektedir. Kültürümüzde olan mendil, sandık, fotoğraf çerçevesi, sedir, leçek, tülbent, esvap, çekmeceye göz denmesi, gerilik denen kıyafet gibi birçok isimle de karşılaşmaktayız. Bunlarla birlikte "gendiyen, öteberi, göresmek, mökkem,” gibi özellikle Erzurum yöremizin kültürünü yansıtan kimi ifadeler de yer almaktadır. Yaşanmış zorlu dönemlere şahitlik eder bu roman da vita ve yoğurt kutularında yetiştirilen çiçekler, ocakta kaynayan güğüm, cızlavet denen lastik ayakkabılar, kevgir, kanepenin henüz gelişmemiş hali olan sedir, renk renk entariler ve daha neler neler bulacaksınız.
İzninizle, okurun merak duygusunu fazla törpülemeden, ayrıntılara fazla girmeden, romanın genel çerçevesini çizmek istiyorum. Beş kardeşin en küçüğü Kerem’dir. Yılmaz ve Kardelen, Zeynep’in diğer küçük kardeşleridir. En büyük kardeş, Zeynep’in ağabeyi Kadir’dir. Baba Zeki ile birlikte ilerleyen zamanlarda üvey anne Zehra ve üvey anneden doğma Emre kardeşi de aileye dâhil olmaktadır. Zeynep’in büyük oğlu Miraç, küçük oğlu Berat, Zeynep’in eşi Orhan Bey, Orhan Bey’in anne babası ve iki kız kardeşi daha sonraki süreçlerde romana dâhil olmaktadırlar. Başkaca yan karakterler olarak genellikle mahalle komşuları vardır. “Hüsna babaanne, Hasibe Nine, kuzen Gülsüm, komşu Selver Abla, mahalleden arkadaşı Zeliha, komşu kızı Aysel, Hasan Amca, Fatma Teyze, Cemile Teyze, komşu Sultan Abla, Talaşcı Veysel, Hüsni Abla, Hacı Rüstem Amca, Züleyha Abla, karşı komşu Mükerrem Hanım, yan komşu Esma, Ümmü Abla, Mecbure Teyze, komşu Saadet Abla, komşu kızı Semahat ve Fatma, Aile dostu Şeyma, Marangoz Ramazan Abi, komşu Gelin Leman ve Gülşen, Orhan’ın babası Hüseyin Bey, annesi ve iki kız kardeşi Aysel ve Ayşen, Üvey anne Zehra’nın kız kardeşi Gülşen” şeklinde bir kısmını sıralayabileceğim uzunca bir isim listesi yer almaktadır.
Yazarın, Zeynep ve annesi üzerinden ve daha çok aileyi önceleyerek anlatılan yaşanmışlık, sahicilikle romanda nakış nakış işlenmektedir demiştik. Bu aile vurgusu çok yer de yapılıyor. "Çiçekli bir orman yoludur aile" denir. Başka bir yerde, "insan bir oda dolusu anne arar mı?" diyerek anneye verdiği rolün büyüklüğünü imler. “Küçücük odada bütün olmayı öğrendiler, Bir araya toplanınca huzur da katılırdı onlara” (s. 7), “Her şeye yetişen ama kendine geç kalan bir kadın” (s. 186), Başka bir yer de Mesela Zeynep, çocukluğuna dair özlemini şöyle anlatır. "Bizler yaşadık bir tamı, bir bütünü, bir sevgi vardı belli dahası saygı." Satırlarda hep acılar, hüzünler, hastalıklar ve elemler yok tabi. Umutları da mutluluk kırıntılarını da ihtiva ediyor. Zorlukların akabinde umutlar da kuşanılır. Bir evladın sözü, annesi üzerinde olduğu kadar annenin de sözleri hep evlatları üzerinedir. "Şu dünyadan bir kırılmadan ve kırmadan geçip gitseydik" Ne kadar anlamlı ve güzel bir dua değil mi? Zeynep özellikle annesinden alıntıladığı, ondan duyduğu çok söze de yer vermektedir. "Yıkanda yıkayan da insanın dilidir" (s. 44 ), "Sır olan çocuklar gün gelir kör de olur", "doğru yolda olan kimse yalnız kalmaz", “Karıncanın ayak sesini duyan Allah, seni mi duymayacak? Onunla aranı sıkı tut.” (s. 100) şeklinde örneklendirebiliriz.
Zeynep’in, Anne özlemiyle, sevgisiyle yoğrulan öyle çok ifade var ki hangi birini buraya taşıyayım bilemedim. En azından bir kısmı şu şekildedir. "Eğer yaşamanın bir çekirdeği varsa, işte onlar mutfakta annesi olan çocuklardır", "Anne ölünce baba da babalık oluyormuş" (s. 100), "Kimsenin uzanmadığı kadar uzatırdı kollarını." (s. 176) Son olarak Zeynep’in annesine söylediği en güzel şiir mısrası şu şekildedir; "…sen gittin ve/ kapattı ışığını dünya." (s. 138) Bir anneye böyle özlemle seslenmek, duyguların en hası en sarihi olsa gerek. Bütün bu yaşanmışlıklarda hep bir yürek sızısı hep bir gri avaz hali bırakıyor yüreğe.
Zeynep, tevekkül etmenin, inançlı olmanın desteğini ve gücünü hep takatinde hissetmektedir. Hayatı "zalim felek" telakki etmez kesinkes. Ama kadim kültürümüzden, anlayışımızdan gelen, "ölüm Allah’ın emri, ah ayrılık olmasaydı" anlayışı ve felsefesi; yaşanmışlıklara, maziye perçinler ayaklarını. Olsa olsa sadece hayatı boş vermişliği ve ciddiyetsizliği matah görür. Bu durum ki yazarın Zeynep üzerinden bakışının bir psikanaliz ve psiko-sosyal halinin bir işareti olur. Roman baş kahramanı Zeynep’in yaşadığı her olumsuzluk ve her bir acı, olgunlaşmasının yanında hatıralarını çoğalttığı kadar harabelerini de çoğaltmış olduğu kesin.
Sonuçta hayatlarımızı yaşarken, geleceğe yol alırken, anılarımızın dibinde birikiyoruz ve bu yaşanmışlıklarla çöküyoruz dizlerimizin üstüne. Gün gün gönül çekmecemizi dolduruyoruz. Zaman bizi eskitip duruyor. Hüzün bulutları ile konuşup yürüyoruz yarına. Ama her öksüz için, her vurgun yemiş için, her gözyaşı taşıyan için bir cami avlusu olarak kalmaya devam edecek hayat. Her ne kadar günümüz bakışı, kaderci anlayışa hep bir itiraz ededursa da "ben bir kavalım kader beni çalıyor" durumu da yok değil hayatlarımızda. Tolstoy’dan mülhem söylersek, insanın derin acıları hissetmesi, derin sevgileri taşımasıyla mümkün olmaktadır. Yazar da bu minvalde tinselliğini yaşayıp bu romanı yazmış olmalı. Ailenin içerisinde acılar gölleniyor olsa da her şeye rağmen yol türküleri ve yol düşleri çoraklaştırmamak gerekiyor bir taraftan. Hem anne hem de çocukları klasik Anadolu insanının müeddep yapısının yansıtıldığı, güzel kaleme alınmış güzel bir roman okudum. Bu roman, hatıra ve maziyle yoğrulmuş, harbi ve hasbi yaşanmışlıkları ihtiva etmektedir. Bilge bir anne ile çocuklarının yaşadığı hüzünlü, elemli, yer yer mutluluk kırıntılarıyla örülü, zorlu bir hayat hikâyesi desek de yeridir. Anlatım, alacası içinde ve karaşın bir kader eşliğinde… Duygulu hisli bu güzel romanı okumaya davet ediyorum. Ayrıca mendiliniz yanınızda bulunsun. İyi okumalar.
İlkay Coşkun
17.12.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.