- 147 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kur’an’ın Kırk Yönden Mucize Olması 1
Bu bölümde Kur’an’ın kırk yönden mucize oluşunu aktarmaya gayret edeceğiz. Yalnız bu delillerin ayrıntısına burada giremeyeceğiz. Çünkü bu konu başlı başına kitap olabilecek, uzunlukta ve değerde bir konudur. Bu bakımdan ayrıntılı örneklere girmeyeceğiz. Kur’an-ı Kerim’in hangi yönlerden mucize olduğunu şu şekilde ifade edebiliriz:
1- Kur’an’ın eşsiz belagatının mucizeliği
O belâgat ise, Kur’an’ın muhteşem güzel dizilişinden, üslûbunun harikalığından, beyanının safiliğinden, manalarının kuvvet ve hakkàniyetinden ve kelimelerinin güzel ifadesinden, akıcılığından meydana gelen harika bir eser olmasındandır.
Bu bakımdan Kur’an, insanların dâhî ediplerini, en hârika hatiplerini, en bilgili âlimlerini kendisiyle yarışmaya dâvet edip bin dört yüz senedir meydan okumuştur. Onların damarlarına şiddetle dokunmuştur. Onları yarışmaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başı semâya değecek o dâhîler, Kur’an’la yarışmaya cüret edememişlerdir.
Hatta Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın döneminde Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin "Muallakàt-ı Seb’a" nâmiyle şöhret bulan kasîdelerini o dereceye indirmiştir ki, Lebid’in kızı babasının kasîdesini Kâbe’den indirirken: "âyetin yanında bunun kıymeti kalmadı " demiştir.
Hem, bedevî bir edip,”Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına ısrarla anlat” (Hicr Süresi,94.) âyeti okunurken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
Ona demişler: " Sen Müslüman mı oldun?"
O demiş: "Yok, ben bu âyetin belâgatına secde ettim."
Hem, belâgat ilminin dâhîlerinden Abdulkàhir-i Cürcânî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerce dâhî imamlar ve edipler ortak kararla şöyle demişler: "Kur’ân’ın belâgatı, insanlığın yetişemeyeceği noktadadır."
İşte bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın devrinde yaşayanlar ve hatta daha sonra yaşayanlar Kur’ân’a karşı hayretlerini gizleyemeyerek ve hürmetle onun önüne diz çökerek adeta öğrenci olmuşlardır. Hiçbirisi hiçbir vakit bir tek sûreyle onun benzerini yazmaya kalkışamamıştır. Tabii kalkışamamalarının sebebi buna ihtiyaç duyulmadığı için değildi. Tam tersi buna şiddetle ihtiyaç duyuyorlardı. Çünkü yeni dinin gelmesiyle dinleri, malları, canları, çoluk çocukları tehlikeye düşüyordu. Şayet karşı koymak mümkün olsaydı kendilerince değer ifade eden şeyleri kurtarabilirlerdi. Ayrıca bunu yapmak için sayı ve silahları çoktu. Ve edebiyattan, belagattan, şiirden anlayan çok taraftarları da vardı. Şayet bunu başara bilselerdi her türlü imkânlarıyla bunu gelecek nesillere aktarırlardı. Bütün tarih kitapları meydanda; hiçbirisinde, Müseylime-i Kezzâbın birkaç denemesinden başka Kur’an-a rakip olması için kaleme alınan bir eser yoktur. Hâlbuki Kur’ân-ı Hakîm, yirmi üç sene devamlı damarlara dokunduracak ve inanmayanların inadını tahrik edecek bir tarzda onlara meydan okudu. Ve dedi ki:
"Şu Kur’ân’ın, Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmîden benzerini yapınız. Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmî olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi, bunu da getiremi yorsunuz; bir tek kişi olmasın, bütün âlimleriniz, edebiyatçılarınız toplansın, birbirine yardım etsin. Hattâ güvendiğiniz batıl ilahlarınız da size yardım etsin. Haydi, bununla da yapamayacaksınız. Eskiden yazılmış edebi yönü olan eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’ân’ın bir benzerini, yapınız. Haydi, bunu da yapamıyorsu nuz. Kur’ân’ın hepsi olmasın da, yalnız on sûresinin benzerini getiriniz. "Haydi, on sûresinin, hakikî, doğru olarak bir benzerini getiremiyorsunuz. Haydi, hikâyelerden, asılsız kıssalardan meydana getiriniz, yalnız nazmına ve belâgatına benzer olsun getiriniz. Haydi, bunu da yapamıyorsunuz; bir tek sûresinin benzerini getiriniz. Haydi, sûre uzun olmasın; kısa bir sûre olsun, benzerini getiriniz. Yoksa din, can, mal, çocuklarınız, aileniz, dünyada da, âhrette de tehlikeye düşecektir."
Tabii Kur’an’ın dolayısı ile Allah’ın, bu meydan okumasının karşısında başarılı olamamışlardır. Başarılı olmaları da mümkün değildir. Bunun sebebini de Cenab-ı Hak Kur’an’da şöyle beyan etmiştir:
“De ki: And olsun, eğer bu Kur’an’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar yine de onun benzerini getiremezler.” (İsra Süresi,88.)
Kur’an’ın insanlara ve cinlere bu meydan okuyuşu sadece yirmi üç yılla sınırlı kalmamış o tarihte günümüze ve kıyamete kadar bu meydan okumaya devam etmiş ve edecektir. Hâlbuki kâfirler canını, malını ve hayatını ortaya koyarak Müslümanlardan savaş yoluyla kurtulma gibi zor bir yolu tercih etmişlerdir.
Şayet Kuran’ın bir benzerini getirmek bu kadar kolay olsaydı veya daha doğru bir ifade ile buna müsaade edilmiş olsaydı, insanlar savaş yerine bu kolay yolu tercih ederlerdi. Buna teşebbüs de etmişlerdir, fakat müsaade olmadığından bunu başaramamışlardır.
Kurân’ın bir sûresinin benzerini belki insan veya cinlerin yazması mümkün olabilirdi. Ancak Cenab-ı Hak Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mucizesi olarak buna müsaade etmemiştir.
Bu açıdan Kur’an-ı Kerim’i yazılan bütün kitaplarla ve özellikle harf olarak benzediği için Arapça yazılan kitaplarla kıyasladığımızda karşımıza iki durum çıkmaktadır. Kur’an ya bütün kitapların altındadır veya hepsinin üstündedir.
Bu kıyaslama yapıldığında Kur’an’ın gerek muhteva, gerek mana, i’câz, belagat yönlerinden hepsinden üstün olduğunu ve aradaki farkı ilmi bilgisi az olanlar dahi görecektir. Sonuç olarak görülecek ki, Kur’ân, hiçbir kitabın derecesinde değildir. Madem onlarla aynı derecede değildir. O halde Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, yazılan bütün kitapların üstündedir.
Ahmet TULGANER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.