- 204 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİCİ
Bazı sözcükler ilk dillendirilişinde itici, soğuk ve muğlak gelirler kulağa. Oysa üzerinde biraz düşünüp, hayal edip, geçmişin kırıntılarıyla yüzleşmeye başlarsak, farklı bir anlama da bürünürler. Bu sözcüklerden çokça var ancak “eski” sözcüğü bunların içinde belki de en can alıcısıdır, diye düşünüyorum.
Bin bir zahmetle aldığınız ve yıllar yılı kullandığınız hangi eşya sizde derin hatıralar bırakmamıştır? Sadece eşyalar mı, kelimenin biraz daha soyut anlamda çarpıtılması neticesinde eskiden kastedilen daha derince şeyler de dile getirilir olur elbet. 30-35 yıl öncesindeki öğrencilerin okula karşı ilgi ve beklentileri ile şimdiki arasında oldukça büyük farklar var. Bu farklardan en temeli, kurallara bağlılık, öğretmeni bir otorite olarak benimsemek, büyüklere karşı saygı sınırını muhafaza etmek gibi değerler de var. Buradaki eski, eskilerden bir hayat kesitini ifade ediyor. Bu hatırlatmalar, o yılları dolu dolu yaşayan milyonların hafızalarında eminin ki daha mutlulukça daha bir zengin oldukları, kendilerini daha kolay ifade edebildikleri, kendileriyle barış içinde yaşadıkları ve belki de güven dediğimiz şeyin bugünlerin güven anlayışının çok ötesinde olduğu gerçeklerini de anımsatır. Bu anlamda şu yeniler, ne kadar da çok değerin yozlaşmasına, insanların hayatın içindeki özne olmaları gerekirken sayısal varlıklardan mürekkep hale gelmesine, bir vatandaşın seçim zamanında bir adet oy, hasta ise yürüyen banka, anket ise olumlu rey verecek done ve öğrenci ise satışından menfaat umulacak kitapların alıcısı gibi değersizlikleri ifade ettiğini üzülerek görüyor, duyuyor ve yaşıyoruz maalesef.
Günümüze kimseler el becerinizden ortaya çıkan lezzetleri, ustalıkları nerdeyse dillendirmez hale geldi. Her şeye tabiri caiz ise maydanoz olan şu teknoloji, hayatın içindeki el becerisi, estetik anlayışı, diksiyon marifeti, fırçadaki hüneri, bedensel ve aklî yetilerinde potansiyeller barındıran bizleri adeta sahanın dışına mahkûm etmeye çalışmaktadır. Bizden de bir şeyler olmadıkça, ortadaki sözüm ona mekânın, güzelliğin, estetiğin, konforun, başarının ne anlamı olabilir ki. Bize rağmen bir hayat, bizlerin öngöremediği hakikatleri çağrıştırmaz mı? Biz, kendimizden de bazı imzaları atmakta olduğumuz o eski günleri nasıl unutabiliriz ki.
Günün anlayışlarından beslenerek orta yaşlara gelmiş insanlarla daha önceki kuşakların arasındaki temel anlaşmazlıkların çıktığı yerlerden birisi de budur kanımca. Her şeyi hazır bulan bir nesil, eldeki olanakların kıymetini bilmek şöyle dursun, alabildiğine seçkilerin içerisindeki akıl almaz mutsuzluklar manzarasıdır bu. Ne kadar da üzüntü verici bir durum. Henüz çeyrek asır öncesindeki daha sığ olanaklara ve bir o kadar da ekonomik zorluklarla hemhal olmuş insanlardaki mutluluğun sırrı neydi acaba?
Ekonominin temel argümanlarından arz ve talep ilişkisi bu anlamda sanki bir paradoks içindedir. Öyle ki, harcamalarda daralma yaşamayanlarla yaşayanlar arasındaki mutluluk indeksi anlamlı bir korelasyonu vermiyor gibidir. Hayatın tüm sunumlarına erişimde belki de en belirleyici unsurlardan biri olarak satın alma gücü, bu erki elinde tutanları da mutlu kılmaya yetmemekte, paranın ve veya onunla eş değer gücün anlamı sorgulanır olmaktadır. İşin aslında da bu nokta yok mudur zaten? Eşya ile insan arasındaki ilişki, insanın kendinden ve çevresinden giderek duyarsız bir hayat sürmesine yol açışıyla, kendini ifadede yeterli doyumdan giderek uzaklaşmasıyla hep o eskilere dem vurulması sizce de manidar değil midir?
Klişe bir daktilo ile peş peşe birkaç karbonlu kâğıdı da aracı kılarak kendi orijinal sorularını öğrencileri için hazırlayan, bunu yaparken de büyük bir haz duyan öğretmen, her satırda esasen bir tarihe de imza atmaktadır. Her şeyiyle hiç emek vermeden kopyala ve yapıştır seçenekli günümüz soru hazırlama kalıpları ne denli kendimizden bir şeyleri içermektedir ki? Ufak tefek birkaç değişiklikle böylesi bir belgeyi sınav evrakı olarak kullanmak olası ise de bunun ne meslek insanına ne de hitap edeceği öğrenci grubuna bir şeyler katamayacağı aşikârdır. Oysa, sınıfın hazır bulunuşluk seviyesine, eğitim çevresinin gerçeklerine dayanan ve öğretmenin bizzat kaleminden en orijinal şekliyle çıkan soruların lezzeti, kalitesi, geçerlilik ve güvenilirliği tartışılmaz derece esin vericidir. Bu üründe sürecin içinde olmak, kendinden olabildiğince bir şeyler katmak, orijinal bir doküman üretmek ve bunların verdiği hazzı yaşamak nasıl olur da bizi esas özne iken yan özne durumuna sokan bir anlayışla kıyas edilebilir?
Daha da eskilere doğru bir yol alırsak, muhtemelen eğlence ve hatta gönül sesimizin ürperdiği, ulvi duyguların yürekte çalkalandığı müzik dünyasına da bir uğramamız gerekir sanırım. Düşünün ki 1960`ların taş plaklarını kullanarak ses üreten bir gramafon buldunuz. Bu nostaljik ürünün ses üretebileceği yeri kadar da taş plak var ise mükemmel bir deneyime hazır olun. Öncelikle alın elinize nemli veya biraz da alkollü bir bezi ve taş plağın yivlerine yıllar öncesindeki tozları hapsetmiş tozları başlayın silmeye. Yavaş ve daireler çizerek mükerrer defalar sonra cihazın iğnesinin yol alacağı yivleri temizlemiş olursunuz bihayetinde. Bu işlemi elbet okuyucu iğnenin temizliği ile de sürdürmek gerekecek. Ve bütün bunları yaparken o yıllara doğru bir yolculuğu başlattınız çoktan. Belki de adını bilmediğiniz bir ses sanatçısının plağını yuvaya yerleştirdiğinizde işlem sırası ilgili butona basarak cihaza gücü vermekten ibarettir.
Transistörlü bu eski nesil cihazın ortama verdiği sesteki kaliteyi işitince kulaklarınıza inanamayacaksınız muhtemelen. Arada bir çıkan küçük cızırtılara karşın, sesteki bütün titreşimlerin olanca varlığı ile kulaklarımıza ulaştırdığı melodiler, bizi bambaşka duyguların, düşüncelerin içine çekmiştir bile. Müthiş bir deneyimdir. Günümüzdeki MP3, MP4 gibi çokça ses uzantısı bu kalite ile asla yarışamaz. Zîra, bu eski nesil antika cihazdaki sesin uzantısı WAW olup, hiçbir sıkıştırmaya tabi olmaksızın dış ortama aktarılabildiğinden içeriğinde yer alan tüm enstrümanların yeteneğini yüzde yüze yakın oranda duyabileceksiniz. Bu kadar iddialı bir yorum gibi görünse de hakikat budur. Günümüzde USB flaş bellek gibi taşınabilir ortamlara belki de binlerce müzik parçası kaydedilebilmektedir. Ne var ki günümüz teknolojileri sayısal onca l üstünlüklerine rağmen, eskilerin verebildiği o hazdan çok çok uzaklar. Her neyi örneklendirecek olursak olalım, mazinin tozlarından göz kırpmakta olan hayat, içinde bizleri daha fazla barındıran, bize de yaşanan anlara kendimizden bir şeyler katabilme şansını veriyordu şüphesiz. Hayatı neredeyse birkaç tuşa ve veya yazılım komutlarına bağlamış durumdaki günümüz, insanları da her şeyden ellerini eteklerini çeker bir pozisyona itmiş durumdadır.
Şunu anlamız gerekir ki, her ne yapıyor ve veya her ne ortamda buluyorsak bulunalım, hayatı olanca hızıyla ve belki de güvenliğe yaşıyor olmamız bizi mutlu edemiyor. Hayata dair kendimizden bir şeyler katabilme, bizlerden de bazı düşünülerin, özverilerin, dokunuşların olmayışı kendimizi kötü hissetmemize yol açıyor sanki. Henüz bir yaşın altındaki bebeklerin takibinde kullanılan teknoljiler ( izleme, dinleme cihazları) belki bazı kolaylıkları da beraberinde getiriyor ve fakat anne ile çocuk, baba ile çocuk, kardeşi ile bebeklik sürecindeki özne için çok önemli duyguların yaşanmasına, paylaşılmasına, ortaklaştırılmasına da mani oluyor. Yeterince ten yakınlığı algılayamadan büyüyüp gelişen nesiller belki de bu yüzden daha duyarsız, agressif, bencil, duyarsız ve sonuçta da narsist olabiliyor. Anne ile veya baba ile göz teması kurarak yorucu da olsa el yordamıyla sallanan beşiklerdeki çocukların hayattan aldıkları haz ile aynı beşiği mekanik veya elektromekanik bir düzenekle sallanan çocukların hazzı ne denli farklıdır değil mi? Birinin hayatına ;özgüven, mutluluk ve empati girerken, diğerinin bu mecralardan alabildiğine yoksun olduğu gün gibi de ortadadır. Bir dönemden sonraki kuşakların hayattaki bu savrulmuşluk hallerinin temek nedeni burada yatır olabilir mi?
Yakın gelecekte de annelerin giderek iş hayatına artan şekilde girmeleriyle, onların bu boşluğunu muhtemelen robot anneler, babalar alacak gibidir. Ne kadar soğuk ve hissiz bir hayat. Metalin olanca renkli ve eğlenceli ve belki de daha bir güvenlice görüldüğü bu yaklaşımın ürünü nesiller, ruhsal doyuma ulaşabilecek midir? Giderek bireyselleşen bir topluma doğru gidiyor olmamız, geleceğimiz adına da endişe verici şeyleri düşünmemize yol açabilir.
Yazılımdaki göz kamaştırıcı gelişim, işe koşarak daha fazla insanımsı ürünleri ortaya koymaya çabalaya dursun, gerçek anlamdaki insanlar da tersi istikamette daha da fazla ruhsuzlaşıyor ve adeta robotlaşıyorlar. Bu anlamda ben eskiyi, eskileri tercih ediyorum. Orda insanlar arasında gerçek duygular, paylaşımlar, birlik ruhu yaşanmaktaydı. Toplumun dinamikleri daha güçlü ve karalıydı da. Oysa her sahada giderek marijinalleşmeye doğru bir gidişat var günümüzde. İnsanlar bütün bilimsel, teknolojik gelişime rağmen gerek birbirleriyle münasebetleri ve gerekse de hayata kendilerinden bir şeyler katamamış olmanın çelişkileriyle daha bir mutsuzlar.
Sıradan bir yağlı boya tablodan edindiğimiz izlenim ile yazılım marifetiyle ortaya konulmuş bir tablodaki izlenimlerimiz aynı mıdır acaba? Bizzat insan elinden çıkan ve onun bu tabloyu inşa ederkenki tüm duygu, düşünce evrenini gözler önüne seren, kimi yerde de abartılarla daha bir insan kokan tablonun etkileyiciliği kuşkusuz çok tesirli olacaktır. Yazılımın bütün kusursuzluğu ile ortaya koyduğu ve fakat içinde bizden bir şeyler bulmakta büyük güçlükler çektiğimiz tablolar soğuk duş etkisi yapacak gibidirler. İçinde kendimize dair bir şeyler bulmadıkça, ortaya konulan her ne olursa olsun dikkat çekmiyor, göze ve gönle de hitap etmiyor olsa gerek. Üretimi tarihi bizim çocukluk dönemlerimizden de öte çokça otomobilin halen o orijinal hallerine gösterilen düşkünlüğün altında neler olabilir, diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz aslında. Zira onların üretiminde çokça adımda insan eli, emeği, tasavvuru, iç dünyasının yankıları vardı sahi. Sadece bu gerçeklik bizi o eskilere götürmeye yetiyor değil mi?
Yeni olana, güncellenmiş olana karşı olmamakla birlikte, bizden de izler taşımadıkça o şeylere karşı bir iç ısınması oluşmuyor. Adı ister sanat, ister ustalık, isterse de zanaat olsun, fıtratından gelen dokunuşların izini aradığımız dokunuşları daha fazla benimsemeye olan tutku bitmeyecek gibidir. Bu anlamda ne zaman bir “bit pazarı” nostaljisi yaşama şansı bulsam, kendimi o yıllarda yaşayan insanlarla, onların değerleriyle de ağırlanıyor, insanların o döneme dair ;sevgi, alışkanlık ve tutkularına da gıpta ile bakıyor oluyorum. Bu durumda “eskici” yaftasını alsam da hiç önemli değil, diyorum. O anların verdiği hazzı günümüzde göremeyen azımsanmayacak sayıda insandan biri olarak, tercihimi insan kokan, ter kokan, duygu kokan eskilerden yana kullanıyorum. Yeniler de olacak ve fakat eskiler daima kıymetli kalacak, özel de hissetirecekler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.