- 178 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YARINLARDA KİTAP
---------------------------------------YARINLARDA KİTAP-----------------------------------------
Henüz 2022 yılının daha ilk günlerinde internet sitelerine hemencecik çarpıcı bir haber düşüverdi. Bu habere göre, ‘2021 yılında kitap basımının azalması yayın sektöründe tedirginlik yaratmıştı’.
Yaratmıştı ama hayır! Bu netice hiç de beklenmedik bir netice değildi; aksine gecikmiş ve kendi hâline bırakılıverilirse daha üzerinde çok gecikeceğimiz bir neticeydi.
Bu saatten sonra, ister kabul edelim ya da etmeyelim, kitabı artık kapaklı, ciltli, ayraçlı, sararmış veya er geç sararacak bir nesne olarak algılama olgusu başkalaşıma uğramak üzeredir ve bu başkalaşımın önüne geçebilecek hiçbir güç mevcut değildir.
Aslına bakılırsa, yâni zaten kitabın arapça ‘ketb’ (yazmak) mastarından türetilmiş, ‘yazılı eşya (şeyler)’ anlamına gelen bir kelime olduğu dikkate alınırsa, şimdilerde onu sadece belli bir kalınlığa sahip, formalı-fasiküllü ve kare ya da dikdörtgen bir kâğıt tomarı olarak görmek ne kadar doğru bir görüş açısı oluşturur?
Buradan hareketle yazılı herşeyi ‘kitap’ olarak sınıflandırmak gerekmez mi? Üstelik bugün bilgisayar ve internet teknolojisinin yadsınamayacak kadar ön plana geçtiği bir asırda, e-kitapları, word, pdf dosyalarını, flash disk ve benzer uygulamaları da kitap olarak kabul etmemiz şart değil midir?
Bir kibrit kutusu büyüklüğünde 5 adet flash belleğe en az 500 kitaplık bir kütüphanenin artık sığdırılabildiği, en mühimi de bunlar üzerinde temiz, zahmet etmeden, yerinizden kalkıp bir kütüphanenin yolunu tutmadan, çok daha kolay ve işlevsel bir şekilde araştırma yapabileceğiniz göz önüne alınırsa, hâlâ depolarda yer kaplayıp küflenen, sahibine maddi-manevi külfet yüklemekten başka bir işe yaramayan basılı kitaplarda kaç yıl daha ısrar edilebilecektir?
Yeri gelmişken, bu hususta bir-iki kısa ama kıssalı hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum:
On üç yıl kadar önceydi. Yani 2010 senesi. Atatürk Kitaplığı’na yeni çıkmış bir kitabımı bağışlamak üzere gittiğimde, orada eski ve nâdir eserler bölümünde çalışan bir görevli bana mesleğinden şu şekilde yakınmıştı: ‘Abi, böyle olmuyor. Eski eserlerle uğraşılmıyor. Ellerimiz, üstümüz-başımız batıyor. Artık dijital yayına geçilmelidir…’
Yine 5-6 sene önce, Beyazıt’ta Üniversite’nin yanı-başındaki Nâdir Eserler Kütüphanesi’nde çalışmakta olan bir arkadaşımız vardı. Bir gün yolda kendisini görür görmez, yüzündeki belirgin ve irice bir yara izi de dikkatimi çekiverdi. Kendisini ‘bu da ne!’ gibilerden sorguya çektiğimde bana kitapları incelerken olduğunu söyledi. Elbette onlar en az 150-200 yıllık kitaplar üstünde çalışıyorlardı ve bunu yaparken mutlaka ağızlarını ve burunlarını örten bir maske takmak zorundaydılar. Ama yine de zaman zaman başlarına böyle iş kazaları gelebiliyordu. Halbuki bu ve benzer pek çok eser, sayısız osmanlıca mecmua ve gazete tamamen elektronik ortama aktarılıp daha çabuk, daha sağlıklı ve zaman kaybetmeksizin tetkik edilebilir. Herhalde artık bir zahmet kütüphanelere koşturup bir kitap temin edebilmek için bir sürü fiş doldurarak neredeyse bir saat sıra beklemelerin sonu gelmiş olmalıdır…
Aradan geçen uzun yıllar içinde şüphesiz çok yol alındı. Bugün basılı eserler hâlâ varsa ve var olmaya da devam ediyorsa, o kültürle yetişen son nesil hâlâ berhayat olduğu için var. Ama on, bilemediniz, yirmi sene sonra bu keyfiyetin bu şekilde devam etmeyeceği de muhakkaktır. Çünkü o vakit okuma fiilini tamamen elektronik ortamda gerçekleştiren, basılı kitap pratiği ve geleneğinden uzak bir kuşak var olacak. Gutenberg’in kâğıt esaslı matbaa teknolojisi yerini dijital (çıktısız, hiç yer işgâl etmeyen) basım teknolojisine tamamen bırakmış olacak. Belki lâtife olacak ama o vakit evlerin kitapsavar sakinleri kitapsever sâkininin kitaplarından ‘el aman’ demeyecek.
Bütün bunlara günümüzde kitap yayınlamanın maddi ve manevi zorluklarının aşılmaz dağ misali önümüze yığıldığı da eklenirse, bu dönüşümün ne kadar hayatî olduğu daha iyi anlaşılır. Dizgiden kapak tasarımına, ısbn’sinden bandrolüne, matbaacının nazından dağıtımcının kaprisine kadar bir dolu vakit kaybettirici ve hatta candan bezdirici olumsuz unsurla artık kim uğraşacaktır?
Günümüzde artık eser kaleme almak, yayınlamak; canlı, yaşayan, eşzamanlı ve interaktif (etkileşimli) bir fiildir. İşin en güzel yanı da, on-line yazılı iletişim teknolojisinin mucizevi bir nimeti olarak, daha yazınızı, çalışmanızı kaleme alırken bunu ânında başta ‘yakınınızdakiler’ uygulaması olmak üzere pek çok dijital mecrada okurlarınızla paylaşabilmeniz, onlara ulaştırabilmenizdir. Bundan böyle, her türlü eser, sadece tab edilmiş, bir seferde olup bitmiş, ancak ikinci ve müteâkip baskılarda (o da olursa) eksikleri düzeltilebilen bir nesne kimliğini daha fazla üzerinde taşımaya zorlanamaz; hele 3-5 meşhur yazarın yayın tekeline veya lobisine asla tâbi kılınamaz.
Yeter ki, yazmak gibi bir derdiniz olsun. Okumak, yazmak, araştırmak olmazsa olmazınız olsun. Zaten öyle veya böyle, kırk vakte kadar kötüler (ya da en iyisi yazıişleriyle ilgilenmek istemeyenler, başka işlere yönelenler diyelim) elenecek, iyi-kalem-ler kalacaktır.
Vee en ama en önemlisi de; hep zannedildiği ve yanlış aktarıldığından dolayı yanlış idrak edildiği gibi, bundan böyle kitaplar yok olmayacak, aksine daha da çeşitlenip artacak ve alabildiğine yaygınlaşacaktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.