- 246 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Kütüphaneci Kaç Kitap Okur?
Bir Kütüphaneci Kaç Kitap Okur?
Eski zamanlardan bir hikâye anlatıcısı gibi kalmıştı ortalarda. Raftan, kitabı tezinden bulup getirme becerisi ve kitap ismini söyleyen okuyucuya, yazarını şakkadanak söyleyebildiği günlerden geliyordu ne de olsa. Kullandığı gözlük camının kalınlaşması sonrası ağır aksak bir kişilik oluvermişti. Uzun yılların kütüphanecisi, çoğuna göre de bir amca idi sadece. Kitapları birçok boyutuyla tanıdığından ve bildiğinden şaşmamanın remzini taşıyan bir yaşanmışlıktı Semih Bey’in hikâyesi.
Kitapları hiç incitmeden özenle alıp okurdu. Kitapları delik deşik edenlere kızar. Okuma ve kullanma adabını, askerde künye sayar gibi birer birer sıralardı. Giyimi sıradan, hareketleri birbirine benzeyen ve çoğuna göre de sıkıcı biriydi. Nasıl ki eski dergiler, kara kara ciltlenmiş kitaplar, bu günün gösterişli kütüphanelerinde kendilerini geri hissettirmesine benzer bir ruh hali yaşadığı doğruydu. Kısık sesle, gençlere öğütler vermesinin yanında, velilere kim bilir neler söylemek istiyordu da çoğunda yutkunmasıyla kalıyordu. Her konuşmasında mahzunluğu yaşasa da asla ekşitmezdi yüzünü. Bin de bir de olsa gülümsediğini iddia edenler dahi olmuştu. Her ne kadar kendisine yapılmasını pek istemese de insan gönüllemesini bildiği de söylenirdi. Hatta kitapları "bahçemin gülleri" diyerek sevdiğini görenler olmuştu.Tatlı sert bir üslubu vardı. En önemlisi de tozlu raflara hiç maruz kalmamanın lüksünü yaşatırdı her bir kütüphane müdavimine. Koha programlı, toplu kataloglu, etkileşimli anlayışlara da alışmaya çalıştığı da olurdu. Ama nedendir bilinmez kitaplardan eskisi gibi koku alamadığından şikâyet ederdi. Kitaplardan koku gelmediğinden dem vururdu.
Hele hele bilgisayarların kütüphanelere girdiğinden beridir ayrı bir şikâyetçi tavırları vardı. Her ne kadar görüntüsü ve anlayışı değişen kütüphane, Semih Bey’in izlerini taşımaktaydı bir taraftan. Sonrasında bu izler silinecek olsa da ortalarda dolaşan bilge kedi, kütüphane çay ocağından çevreye yayılan ıhlamur zamanlarını hatırlatan koku yadigâr kalacaktı. Belki de en önemlisi, Semih Bey’e özgü, kitapları açma kapama ve tutuş adabı en belirgin özelliklerindendi. Bu tavırlar, göğsünde murassa bir nişan gibi kütüphane müdavimlerinin hafızalarında çoktandır yerini almıştı. Hele bir de panoya astığı, her gün özenle yenilediği aforizmaları yok mu? Kimi gençlerin bu aforizmaları ezberledikleri kimilerinin ise dalga geçtikleri de görülmüştü. Aşk kırıntılarının olduğu daha cazip addedilse de her biri bir bilgi kaynağıydı. Çıt çıkmayan kütüphane de sadece Semih Bey’in yapabileceği toplu selam vermeler ve sesli kuralların hatırlatılmasına kadar uzunca bir liste vardı elinde. Her bir kütüphane müdaviminin daha çok da öğrencilerin kanıksadığı günlük ritüellerdi bunlar.
Yapısında her hareketiyle şamil bir karakter saklıydı. Her ne kadar bu süreğen hareketliliğiyle şekillenen bir kişilik olsa da daha çok yüreğiyle yaşayandı bir taraftan. Belki de birçok yüzüne bir maske yapmıştı bunu. Akşama kadar yalnızlığını raflar arasında gezdirdiğini hiç gören olmuş muydu? Evlenememiş olmasının verdiği eksikliği daha da öte, üşüyen yalnızlığıyla birleştirme çabası hissediliyordu. Böyle kaç göçüğü yüreğine gömdü kim bilir. Sevgili yaşlı anacığının, sefer tası ile getirdiği öğlen çorbası sıcaklığında ne çok kitap okumuş olmalı. Gün akşama vurdu mu, kütüphane şenliği dağıldı mı hastalıkları gece ağırlaşması benzeri, bir hüzün kaplayıverirdi yüreğini. Gündüzün öğretileriyle bina olmuş hayatı bir anda sessizliğe ve kırık camlı bir ruhaniyete bürünüverirdi. Bir tarafında yalnızlığına dalgakıran iş aşkı, başka bir tarafında ibadet sessizliğinde yaşadığı sıradan bir ömür. Sanki kütüphane, atlarını bağlayıp geceyi geçirdiği bir han gibidir. Ya savaşları, ya dörtnala kosuşları, yaraları ya da kurşun yemişlikleri... Hatırlanmayacak bir aile bireyi veya ikincil bir öykü kahramanı gibi tek başına kala kalmışlık böyle olmalı. Görüntünün, iç gerçekliği bastırdığı bir hal bu olsa gerek.
Semih Bey’in zaman zaman kütüphanede sabahladığı olurdu. Yanında arkadaşı bilge kedisi ve radyodaki türküler gecesine eşlik ederdi. Kitapları bu güzel ortamda kayda geçirirdi. Yine böyle bir zamanın sabahında kütüphane güvenlik görevlisi, Semih Bey’i koltuğunda yatar buldu. Bilge kedisini başucunda ve radyoda hüzünlü bir türkü eşliğinde. Savcı ve doktordan önce gelenlerin dimağında tarih şeridi gibi mazi mıhlanarak geçti gözlerinin önünden. Düşündüler ki kediler ortalarda olmayacak belki daha, pano belki de son aforizmasında kalacak, ıhlamur kaynamayacak bir daha ocaklarında. Kitaplara dokunulsa da esas ruhu kim nasıl okşayacak bir daha? Zaman denen hoyrat aceleyle yaptı yine yapacağını. Bir kütüphaneci ansızın göçtü bütün dünyayı kucaklayarak. Hikâyelerle, romanlarla dolu bu hayatta yalnızlık ağrısı çekerek gitti her bir rafa parmak izini bırakarak. Bu hayatta sahi kaç evlat annesinden önce uçmağa vardı. Kaç kitap okudu Semih Bey hayatında bilinmeyen.
İlkay Coşkun
12.12.2023
YORUMLAR
Okumak diğer anlamı sonsuzluğa ulaşmak kanat açmak
bilginin sınırsızlığı
bir o kadar okudukça insan ruhuyla tavaf edebilmekte kainatı
sonsuz saygımla hocam