- 514 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SONSUZ DÜŞLER VE ÖLÜME DOĞRU SÜRÜKLENİR AŞKIN İNSANIN KALBİNDE GÜN DOĞMAZ...
Kara yazgıyla başlar doğu Anadolu’nun taşlarla yankılı uçsuz dağları.
Rüzgarları , yalnızlığa savurup uçuşan yapayalnız insanları.
Yaşam doğan her güneşle başlayan uzanmış bir iç denizle ruhlara doğru çapan, amansız bir mücadele ve taşkın ruhla engel tanımaz bir zaman.
Toprağın ekilen tohumun yeşermez denilen umutların yadigar mutluluk, anlaşılmaz bir sevdanın aralarına gizlenme bir savaş.
Bazen dostların tütün yapraklarını anımsatan soğuk izleriyle karşılaşır insan.
Doğmak bazen sadece şereften yoksun ıssız bir ormanda kaybolmuş bir ceylan gibi zor.
Geçen zamanın ruhlardaki asi pırıltısı aşksa anlaşılmaz bir çıkmaza doğru uçuşan yaprakların sürüklenmiş bir süreç.
Öyle zaman kabuğuna sığmaz dağlar yemyeşil yamaçlarında avutur kendini.
Sessiz ve ölümüne suskun.
Aşkın büyüsü öyle de kolay olmuyor öylesi.
Toprağın bağrından sökmek zorunda olduğu bir illet ,düşman sarmışsa ki eski tarih gibi o zaman , duygular düşüncelerin izlerinden silinmeye mahkum bir tutamlık bir kurumaya mahkum bir karanfil.
Karanlık dağların kuşatılmış asi ormanlar ve taşkın nehirlerce çevreli bir dünya, ölümden başka bir çıkmaza sürüklenme ihtimalinin ve de gerçeğin.
Güneşin fırtınaları boğan ışıltı sıcaklığı geceleri sonu gelmez donmaktan öte bir soğuk , yüreklere indirilmiş hançer.
Anlamak zor gelir batan her güne.
İnsanın tabiattan silip attığı onca yabani hisse .
Sebepsiz kıyılarına savurduğu hayatın gölgelerinde demirli sınırlı bir ömürle.
Yaşamanın kaidelerinin vurgun düşüncelerinden çıkılmaz hale geldiği an, akıllarda tek şey
ölüm!
Saatlerin ilerlemiş döngülerinde bir nehir kıyısında uzaklara doğru dönmüş suretin zihninden geçeceği çok şey!
İnsanlar bazen yalnız kalmayı dostlardan çekip çıkartmak istedikleri kendilerini bir fırsat gibi .
Anlamak öyle de kolay ki değil mi?
Zaman örtüsüyle hayatla çerçeveli insan , daha kaç kez yaşayabilirdi ki kalbinin seslerini?
Dakikaların derin kabuslarından canlanan her düşte aranan o eski sevgiliyi!
Eski fotoğrafların büyüsü çarpar ki sabahın beşine değin.
Kül olmuş satırla neşe vermez hatıra ve de satırla sığmaz sözcükler.
Aşkın sırrını bulmak için kaç şair kendini yakmaz ki!
Issız bir ormanda boş bir bankın susturuculuğunda elimde birkaç sayfa kağıt ve yüreğimde hapis bir his.
Anlatacağı çok şey var gibi kalbin .
Sonu gelmez satırlar mısralarında savaş halindeki her sözcük , insana aşkın ne savaş olduğunu anlatmak gibidir.
Anlayabilir mi gerçekten?
Soğuk damlalarıyla düşen yağmurları düşlerken bir sabah , bilinmez sevdiğinin her geçtiği o sokaktan ki geçerek.
Kaldırımlara doğru yayılma kokusunu savurduğu saçlarından dökülecek her tel tanesini.
İlk defadır yağmurla aşkının anlatacağı çok şey.
Eskiden daha da duygulu duvarlarla çevrilenmiş evlerde nice yetişme şairler belki ifade edecekler.
İnsan hayatın kör dünyasında bir yerlere daldı mı ölüm dahi aşkı karşısında mana etmez.
Ama sürüklenir duygular.
Her sabah ücra bir kasabanın taşlı yollarında bir aşk masalıdır dillere düşer.
Kabul edilmez duygulardır bunlar .
İnsan o coğrafyada sevmenin ne demek olduğunu sanki bilmez.
Bir vakit anladığı an gelip çatar insanın.
O vakit eski bir hastane odasının nefes yetmez eşiğidir.
Ölüm dayanmıştır ruhuna.
Sanki bir çığlığı duyar ona doğru koşmaya çalışır ama yaşlanmış bedenin yetişemez.
Tedavisi imkansız bir hastalık ve sonu gelmiş hislerle yapayalnız evinin kapısında doğru bakılmış suret.
Beklersin gelmesini.
Daha senin adını bilmediği aşkın sesini son kez duymak için kapı aralarına doğru dökülür birkaç yaş.
Anlamsız düşüncelerin gel gitleri ve de kırışmış ellerinden geçmiş zamanı hatırlatır sınırlı sözcükler.
Dünya daha bana kalmadı kime kalsın ki çekişmesinden kapanmış pencereden uzaklar.
İnsanın coğrafya senin kaderindir deyişlerin çıkmaz duyguların kilitlendiği beden.
Öyle zorlu geçer ki daha çocukken hayata atılır insan.
Kaçamak bir savaştan çekinmeden elinden geldiğince hayatta kalmanın çaresinden.
Duygulara yerdir asla olmaz.
Aşksa hele konu dalgaların sesleri asladır duyulmaz.
Nice aşklar kapanmıştır uzak tepelerin ebedi sislerinde.
Yankısı haladır içlerde saklı.
Bir gün tek taraflı sevdiğinin evlilik kağıdının eline tutuşturulduğu vakit anlar aşık.
Ölüm artık açmaz değil , bir kurtuluşun , zamana, insanlara , sevilmemişliğin fırtınalarına.
Duygular saplanmış bir liman gibi acıtır her an.
Uzakları , kimsesiz bir yamaçtan göl kenarından buluşacağı ölümledir aşkı.
Ve ardından yağmurların duyuracağı sevdiğine onadır aşkı.
Ne zor değiller mi?
Kimi sevdiğini dile getiremez , kimisi sevildiğini ölümsüz bilmez!
Arada fark yok gibi sanki.
Aşkın ,sevdanın , bir yüreğe aittir olmanın.
Yüreğe sızısı çoktur gibi.
Ölüm hasret eker!
Aşk ise ölümle geçemeyeceği kaderini kendi elleriyle bitirmeyi seçer!
Kaçınılmaz bir son ise iki canla toprağın derinliklerinde , bilinmezliğe itilerek, gözlerden uzak ama isimsiz bir sevginin hüsran boyutlarındaki kalbinin derinliklerinden. sesleri çıkmaz ,
duyulmasına ötesiz.
Her bu toprağın yaratılanı her gece böyle bir aşkın çektiklerinin efsanelerini duvarlarla çevrilmiş sokaklardan ,
adını bilmediği o aşıklara!
Dahası kendilerinin yaşadıklarına.
Susmayan yağmurlarla gelen ilkbaharla yeşeren ilk çiçeğin yapraklarında .
Onun kokularına sarılmış yeni döngün aşıklarında.
Dahası şu sonu gelemez satırların yegane şahitleri şairlerin çektikleri ıstıraplarında.
Yaşamak sevmek kadar hür olmalıyken , sevmenin ölüme doğru getireceği durağın ve de bundan çıkılmaz çekemez insanların.
Susmak ne kadar çekilmez bir zorluksa,
duygulara tercüman olmak o kadar da bazen vahim.
Anlatmanın ve de kayda almanın hislerin .
Aşkın ayakta kalmanın pek mümkünü olmaz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.