- 241 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FAİK ASAL VE İSTANBULLU NİNE 1. Bölüm
MİLLETVEKİLİ FAİK ASAL
VE İSTANBULLU NİNE
1. Bölüm
*
Ortaokul yıllarımda aynı sınıfta okuduğum teyze oğullarım bir gün beni halalarının evine davet ettiler. Ev, Acıpayam kent meydanına çıkan bir cadde üzerindeydi. İki katlı, taş yapılı, gösterişli bir evdi. Benim çocuk gözümde konağa benzeyen bu evde mühim insanlar oturuyor olmalıydı. Geniş bahçesine sağlı sollu çiçeklikler arasından geçerek vardık. Bahçede “gazino” dedikleri kiremit örtülü büyük bir kamelya (çardak) göze çarpıyordu. Çardağın altında zamanla yıpranmış, boyası atmış ahşap sıralar ve masalar sıralanmıştı. Çardağın yanlarında sarmaşıklar, süs bitkileri kol kola, iç içeydi.
*
Evden lüle lüle saçları omuzlarına dökülen, mahzun bakışlı bir kadın çıktı. Yay gibi kaşları güzel ve pürüzsüz yüzünü süslüyordu. Hafif kemerli ince burnu, kaşık gibi biçimli ağzı, pembe rujlu dudaklarıyla çarpıcı bir güzelliği vardı. Biz onun ellerini öperken; hafif genizden gelen, kadife gibi kulağı okşayan sesiyle “Hoş geldiniz çocuklar,” diyerek karşıladı bizi. “Sen de bizim çocuğumuzsun,“ diye benim saçlarımı okşadı.
*
Adının “Azime” olduğunu öğrendiğim hala bizi içeri buyur etti. Bizlere şeker, çerez gibi yiyecekler ikram etti. Teyze oğullarım bana bu evin bir zamanlar milletvekilliği Faik Asal dedeye ait olduğunu, Azime halanın bizim köyden “Apalılar” sülalesinden bu eve gelin geldiğini anlattılar.
*
Dayımın toy gençlikte ona duyduğu kara sevdadan gençlik bunalımına girdiğini, aklını oynattığını annemden duymuştum. Azime halanın güzelliğini görünce dayımın kara sevdaya tutulmasının haklı nedenini anlamıştım.
Bizim köyden bu konağa, milletvekili gelini olarak gelmesinin nedenini ‘onun büyüleyici güzelliği olmalı’ diye kurguladım.
*
Azime halanın bizimle akran bir kızı ve bizlerden küçük iki oğlu vardı. O akşam yemeğimizi birlikte yedik. Sofrada ışıl ışıl gözlü, yumoş yüzlü; bir zamanlar görkemli bir kadın olduğu duruşundan, heybetinden belli olan bir nine dikkatimi çekmişti.
*
Ninenin şivesi bize benzemiyordu. Çocuklar ona “Sabiye” ya da “İstanbullu Nine” diye sesleniyordu. Gerçek adının “Ümmügül Sabre” olduğunu öğrendiğim bu tatlı dilli nine, bir zamanlar Denizli milletvekili olan Faik Asal dedenin eşiymiş. Faik dede vefat edince içine kapanan, yasa bürünen Sabiya nine radyodan Selanik türkülerini duyunca gözlerinden boncuk gibi yaşlar akarmış. “Belki benim akrabalarım da bu türküyü dinliyorlardır,” diye iç çekermiş.
*
Selanik içinde selam okunur aman, aman
Selanın sesi bre dostlar cana dokunur...
*
Onun Rumca bildiğini öğrenince “İstanbullu Nine, çatal, kaşık , tabak, yemek Rumca nasıl söylenir?” diye onu soru yağmuruna tuttuk. O da bize bıkmadan, usanmadan tek tek yanıtladı.
*
O günden sonra Sabiya Nine’nin nasıl Faik dedeyle yollarını kesiştiği çözemediğim bir bilmece gibi kafama takılı kalmıştı.
*
Uzun yıllar sonra bizler yetmişli yaşlara dayandık. İstanbullu nine, Azime hala çoktan bu dünyadan göçmüştü. Benim yazma tutkumu bilen Faik Asal ve İstanbullu ninenin torunu, ortaokul arkadaşım Füsun hanım bu konuyu ele almamı önerdi. Yeterli bilgiye sahip olmadığımı belirtince, bildiklerini bana aktardı. Ben de çocukluğumda kafamda bilmece gibi duran bu büyüklerimizi araştırmaya başladım. Onlarla ilgili anlatılanları dinledim, PAÜ’de Prof. Ercan Haytaoğlu ile konuştum. Faik Asal için yazılan makaleleri okudum.
*
Sonunda kendi anlatım tarzımı da kullanarak bu ilginç yaşam öyküsü doğdu...
(Öykü 3 gün sonra devam edecektir)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.