zaman dilimi 3.bölüm
Balkin yaşadıklarının şokunu hala atlatamamıştı. Hesap sormak için gittiği kütüphanede konuşulanları dinlemek için sindiği yerde yakalanmış olmak ona utanç duygusunu iliklerine kadar yaşatıyordu. Sonra aldığı tehditkar uyarı onu şuan bile tereddütte bırakıyordu. Olayların üzerinden bir hafta geçmişti. Ama o hala birkaç saat önce yaşanmış gibi hissediyordu. Yakalanmasının üzerinden yaşanan olay örgüsü ona yetmezmiş gibi olaylar iş yerine yansımış ve Edra onu işten kovmuştu. Balkin kendi yarı yolda bırakmışlar gibi hissediyordu. Yine ve yeniden yalnızdı. Kalktığından beri cam kenarında oturmuş, sokaktan geçen insanları izleyip düşüncelere dalıyordu. Herkes hayatından memnun bir şekilde yaşamaya devam ediyordu. Bir mutlu olamayan kendisi gibiydi. ‘Gerçekleri bilmeden bir bilinmezde yaşıyorlar. Yalandan bir mutluluk. Buna nasıl göz yumarlar. Herkes onlara karşı nasıl susar.’ Sonunda yerinden kalktı ve mutfağa gitti. Kahvaltıyı es geçip kendine sert bir kahve yaptı. Eline bir kitap aldı ve okumak için yatak odasındaki okuma köşesine geçti. İlk zamanlar odaklanamasa da sonunda kitaba adapte olabilmişti.
‘Ben birisinden çok fazla hoşlandım mı onun adını hiç kimseye söylemem. Onun kimliğinden bir parçayı başkasına teslim etmek gibi gelir bu bana. Gizli kapaklılığı sever oldum zamanla. Çağdaş yaşamı gözümüzde gizemli, büyülü kılabilecek tek şey bu gibi geliyor bana. Gizli tutarsan en sıradan şey bile tatlı, zevkli olabiliyor.’
Daha fazla okumak istedi ama karşısında biri varmış gibi hissetti ve etrafına bakındı. Kimseyi göremese de huylanmıştı bir kere. Kitabı kenara koydu ve kahvesini içerek dışarıya baktı. Dışarısı ne kadar güzel gözükürse gözüksün kendinden utanıyor ve dışarı çıkmak istemiyordu. Sanki herkes ona baktığında ayıplayacak hatta bunun öğüdünü verecekler gibi geliyordu. Camına gelen kuzgunla yerinden sıçradı. Kuzgun ise hiç asilliğinden ödün vermeyerek camdan içeri girdi ve ağızındaki kağıdı kitabın üzerine koydu.
‘Sen Diaval mısın?’ kuzgun karşılık olarak küçük bir onaylama sesi çıkardı.
‘Yani Mercan’ın kuşu?’ kuzgun birine ait olmayı reddeder gibi yerinden kıpırdandı ve kanatlarını sert bir şekilde çırptı. Balkin kendini gülmekten alıkoyamadı.
‘Mercan’ı tek sevmeyen ben değilim sanırım? Hahaha.’ Diaval sanki alınmış gibi daha fazla orada durmadı ve kanatlarını çırparak oradan ayrıldı. ‘Mercan’ın bu kadar asabi ve egoist olmasına anlam veremiyorum. Sadece küçük bir kasaba da küçük bir kütüphaneye sahip. Hah. Görende koca ülke onun elinde sanacak. Oysa Liya hiç onun gibi değil. Daha ılımlı, sıcak kanlı, anlayışlı. Liya olmasa beni çiğ çiğ yerdi ya da o kuşuna yem ederdi.’ Kendi kendine konuşurken bir ceviz kafasına düştü. Ne olduğunu anlamak için etrafına bakındığında Diaval’ın cam kenarında onu izlediğini gördü. ‘Seni pis kuş!’ söylenip kafasına attığı ceviz kabuğunu ona geri fırlattı. Diaval ise kahkaha eşliğinde oradan uzaklaştı. Balkin kağıdı eline alıp açtı.
‘Saat: 14:00 kütüphanede ol!’
Kağıdı buruşturup kenara attı. ‘Asla oraya gidecek değilim. Beni tehdit eden bir kadının ayağına gidecek değilim. Bu kendimi aşağılamaktan başka bir şey değil. Hem ne saçma şey bu telefon denen bir şey icat edildi. Hangi çağda yaşıyor bu.’
Ne kadar gitmek istemediğini söylese de içi kıpır kıpır olmuş, ne giysem acaba düşüncelerine dalmıştı bile. Saat 13.30 olmuştu ve o hala kararsızlıkla evde tur atıyordu. Yemek yerken zaman geçeceğini düşündü ve kendine küçük bir sandviç hazırlamaya başladı. O kadar işine dalmıştı ki cam kırılma sesi duyunca yemeği elinde düşürmüştü. Koşarak sesin geldiği yere gitti ve kuzgunu cam kırıklarının üzerinde görmeyi beklemiyordu. Kuzgun çığlık atarcasına çıkardığı sesle Balkin’i bıktırmak için elinde ne gelirse yapıyordu. Kapı çalmaya başlamıştı. Kuzgundan sıkılmış oflayarak kapıyı açmaya gitti. Karşısında Edra’yı görmeyi beklemiyordu. Edra hızlı bir şekilde yatak odasına girdi. ‘Tamam Diaval gerisi bende onu oraya getireceğim gidebilirsin. Gitmeden istesen bir Helga’ya uğra. Kanatlarının arasında kan lekeleri görüyorum. Ve sen Balkin hemen şimdi hazırlanıyorsun.’
Edra bir yol bulmuş ve Balkin’i ikna etmişti. Aslında çok da zor olmamıştı çünkü belli etmese de Balkin zaten gitmek istiyordu. Ama üzerine düşmeleri hoşuna gitmiş azıcık naz yapmıştı. Yol boyunca Edra onun sakin olmasını, akıllı davranmasını, kızların mutlaka bir bildiğinin olduğunu ve eğer onları dinlerse bu kasaba da çok rahat yaşayacağını söyleyip durmuştu. Kütüphaneye varana kadar geçtikleri her sokakta insanlar onlara tedirgin bir şekilde bakıyordu ve bu Balkin’i her dakika daha da geriyordu. Sonunda kütüphaneye geldiler. Edra derin bir nefes aldı ve onun kolunu tutarak bu zamana kadar kütüphanenin hiç görülmeyen bir tarafına yöneldiler. Her ne kadar ilerleseler de sanki yol bitmiyor kütüphane her geçen dakika daha da büyüyor gibiydi. ‘Bu kütüphane bu kadar büyük müydü ya?’ Edra küçük bir gülümseme verdi ve hemen ciddiyetine geri döndü. Sonunda bir kapının önüne geldiler. İçeri girmediler ve orada beklemeye başladılar. Simsiyah kapının üzerinde yaldızlı yılan desenleri vardı ve yılanların gözleri zümrüt taşına benziyordu. Sahte olamayacak kadar gerçekçi ve ağır bir kapıydı. İçerden gelen kahkaha sesleri Balkin’i şaşırtmıştı.
‘Hoş geldiniz. Neden kapıda bekliyorsunuz içeri girseydiniz.’
‘En son sen yokken girdiğimde Mercan’ın ne kadar kızdığını biliyorsun Liya. Bir daha o topa girmem.’
‘Çünkü sen onun kristal küresini bozmuştun Edra.’
Kendi aralarında gülüştüler ve sonunda Liya Balkin’i fark etti. Omzunu avuturcasına sıvazladı ve ikisinin de koluna girdi. Balkin’in kapıyı üç kere tıklamasını istedi. Kapı yavaşça açıldı ve Balki’nin dikkatini çeken odanın kendisi oldu. Odanın tam ortasında bir ağaç gövdesi ve ağacın köklerinden oluşan işlemeli gibi gözüken sandalye ve masalar vardı. Küçük bir öksürük sesinden sonra odayı incelemeyi bırakmış ve Mercan’a bakmıştı. Mercan tüm sandalyelerden daha büyük olan iki sandalyeden birine oturmuştu. Oturduğu sandalye de kapıdaki gibi yılan motifleri vardı. Yan sandalye de ise kanatlarını açmış ve adaleti temsil edercesine asilce duran bir Anka kuşu sandalyeye sarılmış gibiydi. Liya küçük bir kafa selamı vererek Anka kuşu olan sandalyesine oturdu. Balkin yeni yeni Mercan’ın karşısındaki adamı fark etti. Elleri pamuk gibi bembeyaz ve kemikli, saçları gecenin en karanlık tonu, geniş omuzlu ve uzun boylu olan adamı yeni fark etmişti. Adamın ona doğru gülümseyerek dönmesiyle gülüşündeki sinsiliği ve ruhuna işleyen karanlık gözlerini üzerinde hissetti.
‘Ah sanırım ceviz kabuğu işe yaramış. Pekte kararlı değilmişsin gözcü. Tam da hayal ettiğim gibi ayaklarımızın dibindesin.’
‘Sen? Nasıl?’
‘Diaval hadi ama kızın bu kadar üzerine gitme.’ Liya, Balkin’i korkutmak istemiyordu. Mercan ise bu durumdan oldukça hoşnuttu.
Sesi titreyen Balkin ‘Evime gelen kuş sen olamazsın değil mi? Bu nasıl bir aldatmaca’ diye kararsızca sordu. Diaval kendisine defalarca kuş diyen Balkin’e hızla yaklaştı. ‘Hadi ama ben kuzgunum bana kuş demeyi bırak.’
Liya orta yolu bulmak için çaba sarf ediyordu. Özellikle Balkin bu kadar fantastik olayı kabul edip tamam hadi ne yapılacak diyecek bir kız olmadığını en iyi anlayan oydu. O her zaman ortayı bulurdu. Mercan ise Balkin’in kafayı yemiş gibi etrafa bakmasından ve her an çığlık atarak kaçacak durumda olmasında oldukça zevk alıyordu. Balkin kendini daha fazla tutamadı ve yere yığıldı. Tek duyduğu ise ‘Onun korkak biri olduğunu söylemiştim.’ Oldu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.