- 1102 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Kadir Mısıroğlu'nun Selahaddin Eyyübî hakkındaki sözlerine nasıl bakmalıyız?
Bediüzzaman’a bile "Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz..." dedirten durumlar vardır. Siyahla beyaz kolayca ayrılmaz onlarda. Araya griler karışır. Hatta griden başka renk seçilmez olur. En çok tarihte rastlarız onlara. En çok orada yadırgarız. Yargılarız da bazen. Zaten peygamberler aleyhimüsselam hariç kimse ismet sahibi değildir. Birtek onlar, hayatlarıyla ümmetlerine iletilen vahyin/dinin hakkı için, korunmuşlardır. (Peygamberler günahkâr olursa mesajlarına da şüphe düşer.) Kusur insanın imzasıdır. Hatta kusur mahlukiyetin de imzasıdır. Her ne ki, mahluktur, öyleyse Halık değildir. Halık olmadığı için de sonsuzluğa sahip değildir. Sonsuzluğa sahip olmadığı için de Sonsuzluğun Sahibine kıyasla her zaman kusurludur. Bu kusur derece derece bir imza olarak hayatına yansır. Allah yarattığı için kusurlanmaz varlık. Hâşâ. Ona bakan cihetiyle, yani melekutiyetiyle, herşey olması gerektiği gibidir. Fakat, elimizden göründüğü için, mülkte kusurlanır. Bizim gördüğümüz şekliyle kusurlanır. Bize göründüğü şekliyle kusurlanır. Bizce kusurlanır. Çünkü biz, Descartes’ın Metafizik Üzerine Düşünceler’de belirttiği gibi, varoluşu bütünüyle göremeyiz. O halde gördüğümüz büyük "Kün!/Ol!" emri tecellisinden eksik bir manzaradır sadece. Okuyuşumuz eksiktir. Duyuşumuz eksiktir. Aklımız eksiktir. Eh, işte, eksiğin yargısı da eksiktir. Bundan kaçamayız.
Kadir Mısıroğlu merhumun ’Selahaddin Eyyübî’ hakkındaki beyanlarını tahlil ederken de bu hakikat hatırımızda bulunmalıdır bence. Fakat, önce, merhumun yiğitlik hakkı verilmeli. Zor zamanlarda kemalist rejime karşı gösterdiği dik duruş takdir edilmeli. Rahmet dilenmeli. Aziz hatırası incitilmemeli. Ancak insaniyeti de unutulmamalı. Evet. İnsanız. Sınır sahibi olmaktan kurtulamıyoruz. Hepimiz için durum böyle. Ve bakışımız bizi taraf sahibi de yapıyor bazen. Yanlış anlaşılmasın. ’Taraf sahibi olmak her şekilde kötü birşeydir’ demiyorum. Hakka taraftar olmaktan daha leziz nimet yoktur zira. Bâtıla taraftarlıksa yenilecek en acı lokma. Cehennem zakkumundan ısırık. Sığınacaksak bundan sığınırız Mevla’ya. Bir de arada kalınan durumlar var tabii. Yani, yine Bediüzzaman’ın ifadelerine atıf yaparsak, "Hak da taaddüd eder..." demeyi mecbur edecek durumlar var.
Yavuz Sultan Selim Han misalinden ilerleyelim. (Ruhuna rahmetler dilemeyi ihmal etmeden.) Onun şehzadelikten padişahlığa yürüyüşü maceralı olmuştur. En küçük kardeşken padişah olmayı dilemiştir. Bu dileği nedeniyle ordu toplayıp babasıyla savaşmıştır. Yenilmiştir. Bahtı hain cezası görmeye doğru akarken yüzüne gülmüştür. Beyazıd-ı Velî Han bir şekilde tahttan çekilmeye mecbur edilmiştir. Hem de kendisine bırakmak üzere. Sonra babası da ölmüştür. (Bazıları bu ölümde parmağı olduğunu söyler.) Tahta geçtikten sonra da meşakkati bitmemiştir üstelik. Ellerinden tahtın çalındığını düşünen kardeşleriyle ters düşmüştür. Kılıçlar yeniden çekilmiştir. Sadece kardeşlerini değil yeğenleri de katletmiştir. Bundan sonrasıysa Osmanlı için, âlem-i İslam için, ehl-i sünnet dünya için büyük bir inşirahtır. Şah İsmail’in üzerine yürüyerek hem şiilerin bölgedeki sünniler üzerindeki baskısını kırmıştır hem de Kürtlerle Türkleri birleştirmiştir. Sonra Suriye’yi, Mısır’ı, Hicaz’ı fethederek Araplarla da birliktelik oluşturmuştur. Şiirinde ifade ettiğini neredeyse başarmıştır yani: "Milletimde ihtilâf u tefrika endîşesi,/Gûşe-i kabrimde hattâ bî-karâr eyler beni./İttihâd oldu hücûm-ı hasmı def’e çâremiz,/İttihâd etmezse millet dâğdâr eyler beni."
Ancak, bir de Bayezid-i Velî Han’ın gözünden izleseydik yaşananları, bugün okuduğumuz şekilde mi okurduk acaba? Yahut da, bahtı yüzüne gülmese idi Yavuz Sultan Selim Han’ın, bir hain olarak yargılanıp boğdurulsaydı mesela, o zaman yine bugünkü takdirkârlığımızla mı tahattur ederdik kendisini? Bunlar cevabı kolay olmayan sorulardır. Ve kabul edelim ki, yanıtlarının, tarihi okuma şeklimizden etkilenen yanları vardır. İşte, Kadir Mısıroğlu merhumun, Nureddin Zengî ile Selahaddin Eyyübî arasındaki hâdiseleri okuma şeklinde de bu taraftarlığın izleri görünmektedir. O, tabir-i caizse, Beyazıd-ı Velî’nin penceresinden bakmaktadır yaşananlara. Bizse, yine tabir-i caizse, Yavuz Sultan Selim’in nazarıyla görmekteyiz olayları. "Keşke yaşanmasalardı!" demekten kalbimizi geri koyamayız elbette. Ancak Bediüzzaman gibi de deriz: "Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz..." Yahut da yine kendisinin, sahabe ihtilafları sadedinde, Ömer bin Abdülaziz rahimehullahtan naklettiği şu söze kulak veririz: “Allahu Teala ellerimizi bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi biz de dilimizi tutup bulaştırmayalım!”
Aynı konu daha sonraları kendisine sual edildiğinde İmam Şafiî rahimehullah da benzer bir karşılık vermiştir. Ki ehl-i sünnet ulemanın duruşu da ekseriyetle öyledir. Ümmetin hayırlılarından bilinen insanların yaşadıkları anlaşmazlıklarda, olaylara yalnız birinin gözünden/duygularıyla dahil olmak, bütünü görmekteki kusurumuzu arttırmak yanında, günah sahipliğinden ileriye mana taşımaz. Madem ümmet hayırları üzerine ittifak etmiştir. Hepsine rahmet dilemekten teberri etmeyiz. Aziz hatıralarını incitmemeye çalışırız. Hataları yok mudur? Hangimizin yoktur ki? Elbette onların da vardır-olabilir. Fakat defterleri bu yönüyle kapanmıştır. Bizimkisi halen açık durmaktadır. Üstelik hakkımızda hüsn-i şehadet edecek onlar kadar yoktur. Bediüzzaman’ın aslını Kürtçe olarak alıntıladığı bir muhakkike ait şu sözü biz de hatırlayalım: "Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kàl etme. Çünkü, hem kàtil ve hem maktul, ikisi de ehl-i cennettirler." Belki Nureddin Zengî ile Selahaddin Eyyübî de, İslam’a hizmet etmiş iki büyük isim olarak, dünyadaki meseleleri dünyada bırakarak hem, cennete kolkola girerler de, biz dedikoduları nedeniyle uzaklarında kalırız. Allah bizi böyle bir akıbetten muhafaza eylesin arkadaşım.
YORUMLAR
Merhaba hocam
Ağır konuları oldukça derli toplu, ihtiyatlı, itidalli değerlendirdiğinizi gördüm
Tarihi kişilikleri, olayları değerlendirirken olgular üzerinden gitmek yanılmak ihtimalini azalttığı gibi, minimal yanılgıların masumiyetini arttırabilir de
Oysa siyasi, tarihi kişilikleri eleştirirken "kantarın topuzunu kaçırmak", "Elifi görse mertek zannetmek" gibi haller genelde siyasi, ideolojik perspektife bağlı etmenlerle hasıl olmakta
Halbuki ihtiyat, itidal sözcükleri ölçek olmalı
Söz Kur'an'ın:
""Ey Kitap ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın" ayet-i kerimesi ne kadar da manidardır
Yahut "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." ayet-i kerimesi ne denli anlamlı bir ikazdır
Ya da "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez." denilmesi yine yüce kitabımızda
Veya "Ey iman edenler, Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez." buyurulması
Şimdi efendim merhum sultan Yavuz Sultan Selim'i alırsak, tarihimizde önemli hizmetler verdiği muhakkaktır
Fatih Kanunnamesine göre büyük kardeş tahta çıkabilecekken küçük kardeş olarak bu imkanı yakalaması görünen o ki, fayda sağlamıştır
Babasına mağlup olarak yine de bu olanağı bulmasında askerin onu desteklemesinin rolü de önemli olmalı
Aksi halde orduda Şehzade Selim'e karşı teveccüh bulunmasa idam sehpasında da bulabilirdi kendisini
Ancak başarılarına ve hizmetlerine baktığımda askerin teveccühü dahi Allah'ın kendisine tahtı nasip etmesi olarak görünmekte bana
Anadolu'da on binlerce insanı katlettiği ise siyasi tarihin önümüze koyduğu bir gerçek
Şii, Alevi kulvar genelde Yavuz'a sıcak bakmaz, bu da sizin de arz ettiğiniz gibi, olayları hangi pozisyonda yaşadığımız ve konumumuzla bağlantılı olarak zaviyemizin şekillenmesine bağlı bence de
Yavuz'dan haz etmeyen toplumsal kesimleri bu bağlamda anlıyorum
Ne ki, siyasi tarihin o döneminde olaylar nasıl şekillenir
Bizde meşhur bir söz de "hırsızın hiç mi suçu yok" şeklindedir
Şah İsmail Anadolu'da siyasi olarak nüfuzunu arttırırken, ilim irfan, mimari alanlarda hizmetleri olsa da Veli Bayezıd İstanbul'da pineklerken, Şehzade Selim Trabzon'dan Safevi devletini izliyor, gözlüyor, gidişatın anlamına varıyor
Ya peki, 1511'de Şah İsmail'i kurtarıcı görerek çıkartılan Şahkulu isyanı nedir? Sultan Selim Çaldıran seferine çıkarken ardını sağlama almadan harbe çıkabilir miydi?
Gerçek şu ki, Şah İsmail'de Yavuz'da meziyetleri olan iki sultan, ikisi de harbi askeriden önce siyasi düzlemde kavramakta
Şu kadar ki, Yavuz muzaffer olmakta, İsmail mağlup
Buna bakarak Şah İsmail'in devlet adamı ve sanatkâr olarak meziyetlerini hiçe mi saymalıyım? Hayır efendim ne münasebet
Ne var ki, Yavuz Selim'in muzafferiyeti de tarihimizin şanlı sayfalarındandır elbette
Aynı şekilde Selahaddin Eyyubi ve Nureddin Mahmud Zengi'nin de Haçlılara karşı önemli hizmetleri bulunmaktadır, Allah rahmet eylesin ikisine de
Kadir Mısıroğlu'nu aldığımda ise farklı hususların altını çizmek isterim ki, çatışmalıdır bu hususlar
Bir kere, Hukuk eğitimi de almış, çok zeki, hitabeti kuvvetli insandır şüphesiz, bilgi birikimi de çoktur
Şöyle ki, kişiliğinin gergin, agresif bir yapısı karşılar bizi
Neden? İslami ya da Osmanlıcı olduğu için mi? Tam olarak böyle değil derim
Memleketi Trabzon, ülkemizin güzide kentlerinden biri şüphesiz
Ancak tanıdığım kimi Trabzon'lulardan da gözlediğim bir husus fevri, heyecanlı, en son söylenecek sözü en başta söyleme eğilimi var bu toplumsallıkta
Deyim yerindeyse Horon'u misali, hop kalkıp hop oturmak noktasında
Elbette her yerde her tip insan bulunur da, birden harlanıp ardından durulmak istidadındalar, dürüsttür, merttir, kindar değildir Trabzon'lu sözünü budaktan esirgemiyorsa niçin kindar olsun ki?
İşte Kadir Mısıroğlu'da İslamcı yahut Osmanlıcı olmaktan ziyade Trabzonlu olduğu için heyecanlı, fevri, hırçın, agresif ve fakat bir o kadar da açık, netti, bağırıp çağırmak makamında çalmakla her zaman iyi yapmaz ama, her dediği doğru da değildir kanımca
Mesela Yunan işgaline uğrasak ne fark edecekti demesi yersiz bir çıkıştır, sorun inkılapları kabul etmemesinde değil, Keşke Yunan işgal etseydi anlamında demediğini biliyorum, ama "“Üslûb-û beyan aynıyla insan” sözünün hükmüyle üslubun ehemmiyeti de akla gelebilir
Kemalizm'i ve tek parti dönemini sorgulaması, eleştirmesi değil sorun, fütursuz çıkışları vardı
Selahaddin Eyyubi'ye hayata veda etmiş Nureddin Mahmud Zengi'nin dul eşini aldı diye hakaret etmesi, sövmesi dahi her yaptığının Kemalizm ile alakalı olmadığını göstermiyor mu?
Selahaddin, Eyyubiler ile Zengileri birleştirmek maksadıyla siyasi izdivaç yapmış olamaz mı? Nureddin Sultan'ın hanımına elini dahi sürmemiştir kuvvetle muhtemel, Müslümanlar arasında birlik tesis etmek isteyen birine başka kadın mı yoktu denir mi?
İnsanlığın gördüğü en ulvi insan Peygamberimiz dahi Arap kabilelerini birleştirmek ve dahi Yahudilerle akrabalık tesis etmek adına siyasi izdivaçlar yapmadı mı?
Yoksa kimi zaman öne sürüldüğü gibi Selahaddin'in Kürt olması mıydı sorun? Canım Mısıroğlu ırkçılığa karşıydı dersiniz, elbette karşı ama şuuraltında tortu olamaz mı?
"Bir gün Hz. Bilal (ra) Peygamberimize Ebu Zer Gifari’yi şikayet eder. Ebu Zer (ra) ona “Ey siyah kadının oğlu” diye bir anlamda annesinin siyah olması, yani zenci olmasından dolayı onu tahkir etmiştir. Peygamber (sav) Ebu Zer’i çağırır ve ona “Sen de hala cahiliye huyu var” der. Hz. Ebu Zer şaşırır. Gidip Bilal (ra)den özür diler." Düşünsenize, Ebu Zer gibi zirve bir sahabeye bile Peygamberimiz bunu söylemekte yaptığı haksız bir eleştiriden dolayı.
Şimdi efendim, Mısıroğlu delidolu yapısıyla, pervasızlıkla karışık kimlere sövmedi ki
Mesela İstiklal Marşımızda Korkma! ünlemiyle başlayan Akif'ten ne korkacam ulan diye bahsettiği olmadı mı? Çünkü, Akif'in Meşrutiyet döneminde Sultan Hamid'e eleştirileri vardır
Gün olur Emevi veziri Zalim Haccac'dan övgüyle söz ederken, Haccac'a niçin fasık denildiğini anlamıyorum dediğini gördüm
Oysa Haccac'a fasık diyenler arasında Emevilerin Sünni İslam çevrelerinde de en kabul gören halifesi Ömer Bin Abdülaziz'de var, Adalette ikinci bir Hz. Ömer dönemi denir bu Emevi halifesinin gösterdiği yönetime ki, Zalim Haccac hayata veda ettiğinde dünyanın tüm fasıkları bir araya gelse bizim Haccac bin Yusuf hepsini bastırır dediği söylenir Ömer Bin Abdülaziz'in
Kıymetli hocam fasıklık dini, İslam'ı içten kemiren bir unsur, Fasık'ta inanç ibadet vardır, ancak ahlaki noksanlık, kabalık hali tecelli eder
Hani günlük hayatta tabir edilen bir kaba sofu, ham sofu tipidir fasık, rizikolu bir insan evladıdır İslam adına
Kadir Mısıroğlu'nda da bir ifrat tefrit psikozu vardı zannımca, bunda elbette Kemalizm'in komplikasyonu, yan etkisi denecek noksanlıklardan bahsetmeliyiz, ancak tamamen o damara gömülürsek orada da pusulayı şaşırırız kanaatimce
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
belkibirharfimben
Bildiklerimizi ne kadarı hakikat ne kadarı zanna dayalı bilemiyeceğiz. Rahmetli lerle ilgili en iyisi susmak mı acaba diye düşünüyorum.