- 203 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Durmak, duralamak...
Durup düşünmek için zamanın yok senin. Yetişmeye çalıştığın, ancak ne yaparsan yap, bir türlü yetişemediğin o kadar çok şey var ki...
Kollarını uzatıp ellerinle dokunmaya çalıştıkların yakın gözükse de, yaşadıkça yitiriyorsun birilerini ve bir şeyleri. Dokunmak, belki bahtına düşerse, avuçlarının arasında sımsıkı tutmak istediklerin senden uzaklara, çok uzaklara doğru gidiyorlar.
Bir ümit yetişirim diye koşuyorsun yine de. Beklerler mi seni, diye düşünmeden edemiyorsun.
Nurettin Topçu’nun şu sözünü okumuş ve çok sevmiştim; “Kendimiz dışında nereye koştuysak, gurbette kaldık.” Bu söze yüzde yüz hak vermiştim. Senin hakikat terazinde bu söz ne kadar ağır basar bilemem, ancak durmayı ve bu hayatta biraz olsun kendine de koşmayı öğütleyen birine kulak asmak gerekli diye düşünüyorum.
Durup düşünmek modernitenin gözünde bir hastalık ve adeta bir fiyasko olarak tanımlanmış ya bir kere, artık ne kadar dil döksek ve sayfalarca yazı yazsak yine anlatamayız şu zor çağın insanına. Hep koşmalı hep bir yere yetişmeli, ya da en azından öyle görünüyor olmalı insan...
Görüntüden azat olup kendin olarak var olabilmektir aslında bu hayata geliş sebebin. Bildiğin bütün kuramları unut diyeceğim ama, onları ellerinden bırakmak öyle kolay değil, biliyorum. Sana öğretilen ve aslında dayatılan özgürlük, var oluş, olmak, ölüm, hayat... ne kadar kavram geliyorsa aklına her birinin bir öz tanımı bir de tecrübeyle ilintili bir açıklaması vardır. Sen şimdi, kendi dünyandaki tanımlarla dışarıdaki dünyanın birbirine muvafık mı olduğunu soruyorsun belki. Ya da bütün bunları aşıp farklı bir eşikte, başka merhalelerden geçmek üzeresin.
Hayatın hangi aşamasında olduğunu biliyorsan, bundan sonrasını okumana gerek yok aslında. Ama ne durumda olduğunu bilmiyorsan, aşamanın aşamasından korkar hale geldiysen biraz daha devam edebilirsin bu yazıyı okumaya.
İnsanı en iyi tanımlayan şeylerden ikisi de dilinde en çok zikrettiği şey ve avuçlarında tuttuğu eşyadır. (Kalbinde sakladığına şimdilik değinmiyorum, o ayrı hikâye.)
Dilindeki şeyler onun ellerinde olanla kurduğu irtibatla alakalı biraz da. Eğer dilinde sürekli maddi bir şey varsa, haliyle ellerin de maddi olan olmadıkça rahat etmeyecek. Seninle soyut şeyler üzerinden konuşanları hesaba katmayacaksın bu yüzden. Onların dili sana yabancı gelecek ve sen bu anlaşmazlıktan boğulduğun için daha çok elle dokunulur, gözle görülür şeylere meyledeceksin.
Oysa dilin âlemin sanatkârının eserlerini söylese, elbette bunun olabilmesi için sık sık durup insanı, kâinatı ve hadiseleri gözlemlemek ve düşünmek gerekir, tefekkürle ilintili şeyleri konuşmak senin için lezzetli bir hâle gelecek. Artık maddi olandan sıkılacak ve aslolana yöneleceksin.
Durup düşünmek, duraksamak ve belki duralamak ne kadar zaruri şeylerdir. Durmak idrak etmeyi beraberinde getirir. İdrak bir olguya erişmektir. Hayatın zorlu yolunda bir merhale geçmektir. Düşünmek için durmak, duralamak gerekir.
Duralamak; yavaşlamak, şaşırmak ve duraklamak mânâlarına gelir.
İnsan dursa, yavaşlasa biraz keşke. Çünkü durmadığı için anlayamayan, şaşıramayan ve duraklamadığı için fark edemeyen bir yığın haline gelindi.
İnsan fark edemeyince hırslanır, kendinden ödün verir, başkalaşır, dönüşür. Bu herkes için tehlikelidir. Durup düşünmeyen insan kendine de topluma da zarar ve ziyandır...
Zeynep Zuhal Kılınç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.