- 227 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
KIRMIZI BİSİKLET
Şehrin en işlek caddesi ağır ağır kalabalıklaşıyor, hareketliliği görenler de bu kalabalığa katılıyordu. Herkes yukarı bakıyor, yüksekçe bir binanın çatısında asılı duran kırmızı bisikleti merak ediyordu. Filmlerde intihar etmek için çatıya çıkan insanları görmüşler, hamsinin kavağa çıktığını bile duymuşlardı da çatıya çıkan bisikleti ne görmüş ne de duymuşlardı. Bu arada, 70’li yaşlarda aksakallı bir adam, kalabalığa yaklaşıp çatıda asılı duran kırmızı bisikleti görünce “Onun da sonu geldi demek, diye mırıldandı.” Bu sözleri duyan 20’li yaşlarda bir delikanlı aksakallı adama yaklaşarak:
“Bey amca, sanırım siz bu kırmızı bisikletin öyküsünü biliyorsunuz. Nedir bunun anlamı?”
Aksakallı adam derin bir ah çekerek:
“Gel evladım, şuracıkta tarihi bir mekân var; sıcacık çayımızı içerken anlatayım kırmızı bisikletin öyküsünü.”
Tarihi binanın orta yerinde fıskiyelerin dönüp durduğu havuz başında çaylarını yudumlarken anlatmaya başladı aksakallı adam:
“Bir varmış bir yokmuş, yakın zaman içinde sisli duman içinde kırmızı bisikletli bir başkan varmış. Başkan dedimse başkan olmadan önce tek binek aracı kırmızı bisikletmiş. İşe, alışverişe, gezmeye onunla gider gelirmiş. Başkan olunca bir süre sonra, kırmızı bisiklet kilere kaldırılmış, yeni lüks otomobiller alınmış; çifte şoförleri, sekreterleri, korumaları hatta ilerleyen zamanlarda helikopteri bile olmuş.
O kara kuru, asık suratlı başkan, ensesi kalınlaşıp göbek bağlayınca dili uzamış, hoyratlaşmış, yüksek perdeden konuşur, kimseleri beğenmez olmuş. İlk iş olarak onu oraya taşıyan fedakâr, cefakâr, dürüst insanları çevresinden uzaklaştırmış. Zaten onlar kafası çalışmaz, iş bilmez insanlarmış! O öyle diyormuş! Asık suratlı dedimse herkese değil tabi. Kendisine laf taşıyan, dalkavukluk eden, iş bitirici(!) insanları pek sever, onlarla güle oynaya muhabbet eder hatta müstehcen fıkralar anlatırmış. Toplumda pek dindar, muhafazakâr bilinse de yakın çevresinde hep akşamcı, ayyaş, düzenbaz insanlar bulunurmuş.
Kimi ona padişahmış gibi temennada bulunur kimi mürit olur şeyh gibi uçurur kimi de evliyalara enbiyalara karıştırırmış. Onun ise nefsi kabarır, böbürlendikçe böbürlenir, çevresine afra tafra yaparmış. Neredeyse arkasında da bir gözü olduğuna inanılır; ardından tesbih çekenleri bile görür, dümenine taş koyanları cezalandırırmış. Çıkar peşinde olanlar, ona yaranmak için bin bir çeşit marifet sergilerlermiş. “Yürü Koca Başkan, Sana Oluruz Kalkan!” diye slogan atanlar bile varmış.
Yıllar geçtikçe çevresindeki düzenbazların sayısı artmış, cüzdanı kabarmış, vicdanı körelmiş; neredeyse Karun kadar zengin, Hitler kadar olmasa da pek zalim bir adam olmuş. Güç zehirlenmesi yaşamış, olur olmaz herkese meydan okur olmuş. Hatta Ankara’ya bile laf eder hale gelmiş. Yıllardır onu izleyen, kollayan, ayakta tutan Ankara, ‘artık yeter’ diyerek bir gecede ipini çekivermiş. Dımdızlak ortada kalınca ne yapacağını şaşırmış; on kapının tokmağını çevirmiş, aman dilemiş, daha önce ‘Malum.’ dediğine ‘Amin!’ demeye başlamış. İşin içinden çıkamayınca bu kez de kendine kumpas kurmuş ve yarışın dışında kalmış. Lakin ‘Bana kumpas kurdular!’ diye avaz avaz bağırmayı da ihmal etmemiş.
İşte böyle delikanlı, kırmızı bisiklet sıfırdan hanlara, saraylara, helikopterlere uzanan bir hayatın öyküsüdür. Bu öyküde çok kişinin canı yanmış, haksızlığa uğramış; birçok kişi haksız kazançla mal mülk sahibi olmuş. Dünyalığını kazansa da Başkan’ın yatacak yeri yokmuş. Sırtındaki kul hakkıyla ancak sektirerek yürür olmuş…”
Anlatılanları pürdikkat dinleyen delikanlının gözleri yaşardı: “Ben bu adamı tanıyorum. Çevresindeki hokkabazların iftirasıyla beni, kış ortası iki çocuğumla kapının önüne koydu. İki ellerim yakasında, er geç cezasını çekecek inşallah.” dedi sitemle…
Aksakallı, “Başkan’ı gençlik yıllarından tanırım. Keşke hep kırmızı bisiklete binseydi de hem kendisine hem de hemşehrilerine bu kadar zarar vermeseydi. Çırpınsa da sonu geldi. İlahi Adalet şaşmaz ve zaman aşımı yoktur. ” dedi mahzun bir ses tonuyla…