Keyfi Mutlak Nedir?
Düşünene huzur yok, lakin gülümsemek gerek, ister acıdan ister öylesine içinize dolan mutluluktan. Sağlığınızın yerinde olması, bir hayatı öyle ya da böyle geride bıraktığınızdan, ufuk çizgisinden göz bebeğimize doğru gelen o enginliği yudumlamak lazım. Havaların soğuğunda üşümüyorsan, sıcağında bir gölgeliğin varsa, görünürde yalnız değilsen, zihinsel veya ruhi yalnızlığın kayda alınacak bir tarafı olmaz.
İntikamın sonu gelmez, kötülüğün de. Aynı zamanda küçücük bir iyilikte sonsuza gebedir daim. Şair kısmı, ozan kısmı genelde acıyı, öfkeyi, zalimleri diline dolar. Kendi dünyasında mor ve kırmızı ışık demetlerinin ötesindeki hercai ve tutkulu duyguların da pek bir önemi olmamalı.
Her şeyden önce toplumsal siyasi, dini ve sosyal baskıdan kurtulabilecek kadar özgür olabilmeli insan. Gerisi zaten ekonomik yeterlilik. Namerde muhtaç değilsen ne ala, muhtaç olabilecek durumdaysan durmadan çalış, işçi, memur, esnafın üzerinde devlet maliyesi de. Lakin geçmişten gelen gerilimlerin ucu da mutlaka dokunuyor son nesillere Rol modellerinizin eğrisini, doğrusunu pek tetkik etmeyen bir toplumun ürünü olunca da akışında hayatın çoğumuz kendimizi mahvediyoruz ister istemez.
Bu dünyanın karanlığı nereden kaynaklanıyor meçhul. Mülkiyet denilir, hükmetme ve yayılma arzusu denilir, ideal veya inanç uğruna uğraş denilir, cam tavanı kır denilir, çelikleşmiş felsefi ve dini yönden ıkın denilir... İnsanlık doğadan kendine rol yapmış gibi bir çok hayvan ve bitkinin karakterine göre kendini de insanlıktan çıkarmış da denilebilir. Hayvanlar gibi savaşırız, pençe atarız, bitkiler gibi kök salmaya ve habitat oluşturmaya çalışırız da çalışırız.
Elimizde olmayan bir çok şey için bağırır çağırır dururuz genelde de. Küçük harflerle veya büyük harflerle. Çan çalarlarken, ezan okurlarken, semah dönerlerken, basının yaygınlaşmasıyla gazete, tv ve internetten manşetler derken herkes birbirini bir yere, bir şeye karşı itekleme, çekmeye çalışır durur. Bir çok şair yazar da bunlara alet olur çıkar. Zamanın çarkından binlerce küçük veya büyük çatışmanın ardından iki büyük dünya savaşından sonra yine zamanın çarkında artçılarını görürüz, duyarız. İnsanlar aç kurtlar veya aç hayvanlar gibi devamlı kovalar birbirini. Tazı tavşan, örümcek böçek,yılan kurbağa, eşek arısı bal arısı, büyük balık küçük balık, öküz inek, koç koyun, penguen balık, kartal leş, aslan bufolo,... Hayvanlar dünyası böyle.. Bitkiler dünyasında da fark yok pek, her bir bitki diğerinin güneşini suyunu çalmaya çalışır, çalabildikçe boy atar, gövdesi kalınlaşır, yaprak açar yayılır, tohuma durur, kendini çoğalmaya odaklanmıştır. İnsan da aynı, düşünmüş, konuşmuş, türlü tülü ilimler geliştirmiş ama daha hayvanilikten ve bitkisellikten kurtulamamış.
Zamanın çarkından veya dünyadan kurtulmamızın bir yolu yordamı var mı. Rüyaların ve kabusların da bu noktada pek bir katkısı olmuyor, uyanınca yine aynı siyasi, sosyal, dini, ekonomik bir akışa kapılıp gidiyoruz.
Kimi gerizekalılar keyif eşekte olur bile demiş tarihte. Tarihi sıfırlamamızın zamanı veya yeni bir yaşam kültürü oluşturmamızın zamanı daha gelmedi mi? Zihinlerimiz veya hayallerimiz yeni çağ yavaş yavaş kapımızı çalsa da son 40 yıldır falan daha bunun gerçekleşmesinin belirtileri yok gibi. Siydik yarıştırmaya, doğumdan, bebeklikten, çocukluktan, okul hayatından, iş hayatına daha koşmaya ve diğerleri ile yarışmaya hala devam eden bir yaşam parçasının mecburen içindeyiz. Gün geçtikçe de bu tür mecburiyetlerden belli bir yaşa gelince yoruluyoruz veya belli bir zihni olgunluğa erişince;
Sahi, kendimizi, kendinizi veya inancı veya düşünceyi veya ideali olgunlaşmış olarak tanımlayabiliyor muyuz? Veya tanımlanabilir mi yaşadığımız gerçeklikte?
Yazının nasıl başladığı nasıl geliştiği veya bittiğinin farkında bile değilim. Yaz dedim, yazıldı, ben mi yazdım şimdi bu yazıyı? Çünkü nasıl yazdığımı, ne yapmaya çalıştığımı veya sonuçta ne oldusuna hakim bile değilim.
Saygılarımla.