- 261 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 15. Bölüm
Ömer, yangını gördüğünde çoktan oradan uzaklaşmıştı. Yüksek bir arazideydi ve aşağıda olup bitenleri merak etti. Kavak Cami tarafından siren sesleri geldiğini işitti.
Aceleyle aşağı doğru inmeye karar verdi. Asfalt yolu geçti ve Aslan’ın amcasının evinin yukarısındaki toprak yolda durdu. Terlemişti. Başını kaldırıp baktığında gördüğü manzara karşısında şaşkına göndü. Gökyüzüne doğru bir ejderha nefesini andıran bir alev bulutu yayılıyordu. Etrafı müthiş kirli ve siyah bir duman kaplamıştı. Tren raylarının geçtiği alanın yukarısındaki tüm evleri alevler sarmıştı. Bütün mahalle yanıyordu.
Sonra müthiş bir patlama oldu. Gelen şok dalgası Ömer’i sarstı ama düşürmedi. O sırada asfalt yolun hemen altındaki Şimşek Bakkalın tüm camlarının indiğini gördü. Şok dalgası Yeşil caminin ve diğer evlerin de camlarını tuzlabuz etmişti.
Ömer bulunduğu yerden hayretler içerisinde korkunç manzaraya bakıyor, içinden bir ses ‘Bu katliama sen sebep oldun.’ diyordu.
İnsanlar korku ve telaş içerisinde koşuşturuyor, yaralanmış insanlara yardım etmeye çalışıyordu. Yeşil sahadaki karmaşa ve dehşet korkunç bir canavar gibi her yeri kontrolüne alıyor ve öldürüyordu.
İtfaiye ekipleri, acil servis çalışanları ve polis ekipleri olay yerine vardıklarında gördükleri dehşet karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Siren sesleri kıyamet koparcasına çalıyor, inlemeler, çığlıklar, yardım dilenen sesler bir savaş verir gibi içiçe geçiyordu.
Sağlık çalışanlarından biri gözlerini kısarak yerde bulunan sıvı maddeye baktı. Önce yerdeki ıslaklığın su olduğunu düşündü. Yerdeki kimyasalın asit olduğunu fark ettiğinde birçok çalışan için artık çok geçti.
Yaşanan trajedi bir tren kazası olarak kalmıyor, orada bulunan bir sürü insanın korkunç şekilde can verdikleri bir felakete dönüşüyordu. Raydan çıkan tren sıradan bir yük treni değildi. Trenin vagonları çeşitli kimyasal maddelerle birlikte son iki vagonunda nitrik asit yüklüydü.
***
TCDD Erzurum Bölge Müdürlüğü
Demiryolunun durumu: Kazanın gerçekleştiği konum yaklaşık 225 metre kare genişliğinde düz ve toprak bir alandan oluşuyor. Tren raylarının geçtiği kuzey kısım yaklaşık elli metre ve altmış derece eğimli, güney kısım ise düz bir araziden oluşuyor. Kazanın gerçekleştiği noktada düşey ve yatay dönemeçler olmayıp görüşe engel olacak hiçbir fiziki veya doğal bir engel yoktur.
Sinyalizasyon Sistemi: Demiryolu sinyalizasyon sistemi çalışanları 25 Haziran 1996 Salı Günü Saat 21:25’te meydana gelen kazada demiryolu trafiğinin emniyetli ve düzenli bir şekilde kontrolünü sağlamıştır.
Mekanik sinyal sistemlerimiz, istasyon bölgesindeki makaslar ile mekanik işaretlerin (semaforlar), istasyonlarımızın içerisinde bulunan kumanda masasındaki manivelalar ve transmisyon telleri vasıtasıyla kumanda edilmiş ve hiçbir soruna rastlanmamıştır.
Trafiğin yönetilmesinde kullanılan kurumsal telefon sistemimiz, yerel kumanda masalarında, kumanda panolarında, geçitlerde kısaca hot boyunca (Telefon direkleri de dahil) herhangi bir olumsuzluğu rapor etmemiştir.
Trafiğin yönetilmesinde kullanılan telsiz haberleşmelerimizde kumanda merkezinde ve trende görevli personellerimiz arasında herhangi bir olumsuz durum belirtir muhabere yapılmamıştır.
***
Drezin Ekip Şefi T… K…’cinin 25-26 Haziran gecesi Erzurum’da gerçekleşen tren kazasına ilişkin geçirdiği soruşturma tutanaklarından alıntılanmıştır:
25 Haziran 1996 Salı günü saat 20:40 sularında ekibimle beraber tren raylarında bir olumsuzluk olup olmadığını kontrol etmek için keşfe çıktık. Hat boyunca yaptığımız incelemede herhangi bir olumsuz duruma rastlamadık. Merkez istasyonla saat 20:43 sularında 42A numaralı Erzurum Kömür Tevzii mevkiinde haberleşme direğindeki telefon prizini kullanarak Aselsan marka As34625 seri numaralı telsiz telefonla trafik kontrolörüyle yaptığımız görüşmede herhangi bir olumsuzluğun olmadığını beyan ettik.
İş bu tutanak üç (3) nüsha olarak düzenlenmiş olup tarafımızca imza altına alınmıştır.
Birinci: T… K….
İkinci: A… V…
Üçüncü: S… Y…
***
Hüseyin Tekgöz’ün 25-26 Haziran akşamı Erzurum, Şehitler Mahallesinde yaşanan olaylara dair polis ekiplerine verdiği ifadelerden alıntılanmıştır.
Şehitler Mahallesinde bir kahvehane işletmekteyim. Ortalık biraz sakinleşince içeriyi paspaslamaya başlamıştım. Ağırdan ağırdan demleniyordum. Bunu söylememde umarım bir sakınca yoktur.
Saat 20:30 civarı yoğun şekilde siren sesleri duymaya başladım. Hayatımda ilk defa bu kadar çok siren sesi duyduğum için büyük bir olayın olduğunu anladım. Çocuğa, yanımda çalışan elemana, dışarı çıkıp bir bakacağımı söyledim ve kahvehanenin dışına çıktım. Büyük bir yangının çıktığını düşündüm önce. Çünkü gökyüzü gündüzmüş bibiydi. Sonra hızlı adımlarla tren yolunun geçtiği yeşil sahaya doğru yürümeye başladım. Yoğun bir duman vardı. Ciğerlerimin yandığını hissediyordum. Olay yerine iyice yaklaştığımda müthiş bir kargaşa ve can pazarının yaşandığını gördüm.
Asitle erimiş et yığınları vardı. Sadece kemikleri kalmıştı. Yüzü gözü akmış, erimiş bir sürü insan gördüm. Çok dehşet vericiydi. Midem bulanmaya başladı. Kusmamak için kendimi tuttum ama başaramadım. İçmemiş olsaydım belki yine kusmazdım.
Sonra Aslan Aslan’ı gördüm. Büyük bir taşın üzerine çıkmış bir ilah gibi dimdik duruyordu. Hiç kıpırdamadan can çekişen insanları izliyor ve bundan büyük bir keyif alıyordu. Yüzünde sinsi ya da kurnaz bir gülümseme vardı. Daha önce hiçbir insanda görmediğim bir ifadeydi. Elleriyle bir şeyleri oynatıyor gibiydi. Bazı vagonların havada süzüldüğünü ve insanların üzerine düştüğünü gördüm. Koskoca vagonların havalandığını ve bilinçliymiş gibi düğünde bulunan insanların üzerine düşüp onları bir domates püresine çevirdiğine şahit oldum. Kulağa imkânsız geldiğini farkındayım ama gördüğüm tam olarak budur.
Aslan’ın görünüşü iğrençti. Duyduğuma göre bir bok çukuruna itilmişti. Üstü başı hala bokluydu. Gözlerini hiç kırpmadığını fark ettim. Çok korkutucu görünüyordu. Kaza mahallinde büyük ve görünmeyen bir set vardı. Evet. Bunu hissettim. Çünkü insanlara yardım etmek için gitmeye çalıştığımda görünmeyen bu sete çarptım. Kimse içeri giremiyor içerdekiler de dışarı çıkarıyordu. İtfaiye araçlarının yangını söndürmek için kullandıkları tazyikli su bu sete çarpıyor ve bir şelaleden akıyor gibi yere düşüyordu. Olay yerine girmeye çalışan ekip araçlarının ve ambulansların bir duvara çarparak hasar aldıklarına şahit oldum. Orası bir cehennemdi ve Aslan o cehennemin en azılı zebanisi gibiydi. Aslan bence o gün intikam alıyordu. Canını yakanlardan, onu küçük düşürenlerden, ona korku yaşatan herkesten. Çünkü, Aslan’ın itilip kakılan ve hor görülen bir çocuk olduğunu biliyorum.
***
Yusuf Demirci’nin 25-26 Haziran akşamı Erzurum, Şehitler Mahallesinde yaşanan olaylara dair polis ekiplerine verdiği ifadelerden alıntılanmıştır.
Düğünde çalan müzik bir anda kesildi. İlk fark ettiğim şey buydu. Ölüm sessizliği bütün yeşil sahayı bir ses bombası gibi kaplamıştı.
Aslan’ı o kayanın üzerinde gördüm. Tren gelmeden hemen önceydi. Bir dehşet yaşamıştı ve kendini kaybetmiş gibi görünüyordu. Ona asla hak vermiyorum ama onu bir tuzağa çekip, bütün insanların önünde bok çukuruna attılar. Onun bir sınırının olduğunu bilmiyordum. Kimseye zarar vermemişti. Onu bu çılgınlığa herkes itti.
Önce ufak gülüşmeler oldu. Sonra müthiş bir kahkaha tufanı yaşandı. Herkes Aslan’ın o perişan haline gülüyordu. Aslan’ın korkunç bir rüyada gibi hissettiğine eminim. Çünkü gözlerini açıp açıp kapatıyordu. Bilmiyorum belki de gözlerine pislik girdiği için gözleri yanıyor ve bu yüzden gözlerini açıp kapatıyordu. Gördüğü ve yaşadığı şey gerçekti. Her tarafı bok içerisindeydi ve korkmuş görünüyordu. Herkesin önünde bu hale sokulmak çok utanç vericiydi. Aklından çocukluğundan beri gördüğü zulümleri düşündüğünden eminim. ‘İp bağla! Aslan Aslan altını ıslatan.’ Diye dalga geçildiği o küçük düşürücü anları düşündüğünü gözlerinden okuyabiliyordum. Sonunda onun çıldırtmayı başarmışlardı.
Sonra onun içli içli ve haykırarak ağladığına şahit oldum. Aslan’ın o haline çok üzüldüm. Utandığı ve örselendiği her halinden belli oluyordu. Utancından ağlıyordu, tıpkı camide altına kaçırdığında ağladığı gibi gözyaşları yanaklarından süzülüyor ve boka bulanmış yüzünde derin bir yara izi gibi iz bırakıyordu. Yine küçük düşürülmüştü. Onuruyla oynanmıştı.
Dayanma gücünün kalmadığını biliyordum. Ömrünün tamamını bu şekilde, küçük düşürülerek, amcasından dayak yiyerek, çevresinden zulüm görerek mi geçirecekti?
Hayır! Her insanın görünmeyen bir sınırı vardır. Biz, o gün o sınırı aştık.
Trenin uyarı düdüğü tüm bu kahkaha seslerini, alaya almaları bir bıçak gibi kesti. Tren demir bir dağ gibi düğün alanına doğru yaklaşıyordu. Sonra o korkunç ve inanılması zor şey oldu. Trenin lokomotifi görünmeyen bir kayaya çarmış gibiydi. Sonra vagonların zincirleme bir trafik kazası gibi birbirlerine çarptığını gördüm. Tonlarca demir yığını bir akordeon gibi eğildi. Ve orta vagonlardan biri Aslan’ın amcası Hacı Kerim’i ezdi. Adamın toprağa sürten bedeni kıyma gibi toprağa yayıldı.
Sanırım tüm bu görüntüler beni bir ömür boyu korkutacak ve aklımdan asla çıkmayacak.
Hacı Kerim’in ani ölümünün ardından herkes can havliyle sağa sola kaçmaya başladı. O sırada Aslan, bana bakıyordu. Gözlerimin içine içine… Sonra beni kurduğu cehennem alanından dışarı çıkardı. Anlatması zor bir durum. Ona direnmedim. Beni bir koruma kalkanına almış gibiydi. Sanırım ölmemiş olmamın tek açıklaması buydu.
Şoku atlatmam dakikalar sürdü. Güvenli bir yere itilmiştim. Benimle birlikte Aslan’ın annesi, kız kardeşi, annem, babam, Ayşe Ana, Bahti Teyze ve Ümit vardı. Ve bir sürü çocuk. Sanırım düğüne gelen tüm çocukları dışarıya almıştı. Belki başkaları da bu güvenli alandaydı ama hatırlayabildiklerim bunlar.
Bildiğim bir şey varsa Aslan kendi intikamını alacağı insanları o görünmeyen fanusun içerisinde tutuyordu.
Gözlerim Aslan’ı aradı. Hala o kayanın üzerindeydi. Başını kaldırmış gökyüzüne bakıyordu.
Herkes bir çıkış aramak için sağa sola koşuştururken o, can çekişen, yanan, eriyen, kopmuş uzuvlarına bakıp ölümü bekleyen insanların sesiyle mest oluyor gibiydi.
Korkunç bir yanardağ gibi simsiyahın kızılla karıştığı tren vagonları birer kürdan gibi havada süzülüyor ve Aslan’ı canından bezdirmiş insanların üzerine düşüyordu. Bu vagonlardan biri Emir İşçiyi bir tost gibi ezdi. Diğer bir vagon Remzi Güneş’in başını gövdesinden koparak hızda savruldu ve toprağa çakıldı. Diğer bir vagon Sıçan lakaplı çocuğu param parça etti. Çok kötü ölümlerdi.
Aslan bu sırada kendini iyice kaybetmiş bir haldeydi. Bir canavarı andırıyordu. Üzerindeki pislikler kurumuş ve yavaş yavaş kuruyan toprak parçaları gibi yere düşmüştü. Yine de rezil bir haldeydi.
Bazı insanları korkunç şekilde öldürmedi. Onlar, Aslan’ın görünmeyen kalkanla çevrilmiş kubbesinin içerisindeki dumanlar boğularak öldüler. Bir cam fanusa hapsolmuş fareleri düşünün. Görünmeyen cam fanustan dışarıya çıkamayan bu insanlar ve bu cam fanusu doldurmuş kapkara dumanı solumaktan ve sıcaklıktan öldüler.
Aslan hiçbir şeyden etkilenmiyordu. Ne dumandan ne asit saçılmış topraktan ne de içeride ısınan havadan. Aksine ısı ona güç veriyor gibiydi.
Hatırladığım diğer şey ise bu cam fanusa dışarıdan kimsenin, polislerin, itfaiyenin ve acil servis çalışanlarının giremediğiydi. Çok çabaladılar, kazmalarla bu kalkanı delmeye ve içeride vahşice öldürülen insanları kurtarmaya çalıştılar. Ama olmuyordu.
Aslan hala kayanın üzerindeydi ve cehennemindeki azabı yönetmeye devam ediyordu. Sonra süzülerek durduğu kayadan aşağı indi. Gözlerini hala kırpmıyordu. Yeşil sahayı geçti ve üst caddeye doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. O sırada yangın tüm tren yolu boyunca uzanan evlere sıçramıştı. Yangın, Altın Tarak Berberini, kırmızı boyayla terzi yazan evi, Halit Paşa İlk okuluna kadar olan tüm alanı yutmuştu.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.