- 304 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-ATATÜRK DERKEN-(7)
Gazeteci yazar Taha Akyol’un “Bizim Yahudiler” başlıklı dikkat çekici önermelerle yüklü bir yazısı vardır.
“1921 yılı bütün tarihimizdeki en kritik dönemdir.
Eskişehir önlerinde Türk ordusu mağlup olmuş, Yunan ordusu Eskişehir’e girmiş, Mustafa Kemal orduyu imha edilmekten kurtarmak için Sakarya’nın doğusuna çekmiştir. Tek umut Sakarya’nın doğusunda derlenip toparlanmak, orduyu güçlendirmektir. Fakat Eskişehir’e giren Yunan ordusu Sakarya’yı geçip Ankara’ya yürüyebilirdi!” demektedir giriş cümlelerinde. Kuşkusuz gerçekçi ifadelerdir. Tarihsel realiteyi tüm çıplaklığıyla önümüze koymaktadır. Milli mücadelenin en kritik harbinin de Sakarya Muharebesi ve neticesi itibarıyla zaferi olduğu kuşkusuzdur.
Peki arka planda neler olmaktadır? Akyol, yazısının devamında devrin Vakit gazetesindeki bir habere dayanarak Galata Borsasındaki bir sosyoekonomik hadiseye değinmektedir.
“Galata Borsasında Drahmi Mücadelesi; Rum sarrafların hücumu, Yahudi bankerlerin mukabil taarruzu.
Rum bankerler Drahmi fiyatını yükseltmek için suni tedbirlere müracaat ediyor fakat Musevi sarraflar bunu engelliyor. Birkaç günden beri Drahmi fiyatındaki düşüş devam etmektedir... Gazete, Drahmi’yi güçlendirmek için Rum sarraf ve Yunan bankerlerin külliyetli miktarda Drahmi aldıklarını, Yahudi sarrafların ise beş misli fazla Drahmi’yi borsaya sürerek Drahmi’nin değerini daha da düşürdüklerini yazıyordu. Galata Borsası’nın Yunan ordusunu finanse etmesini Osmanlı Yahudi’si sarraflar önlemişti.”
Burada sorulabilir. Rum kendi davasının “Megali İdea” nın takipçisi de Osmanlı Yahudi’si niçin bu şekilde hareket etmekte, Milli Mücadeleyi madden desteklemekte? Taha Akyol yazısının bir bölümünde Yahudilerin Rumlar ve Ermeniler misali çete kurmadığına değinmekte. Neden peki?
Kuşkusuz Rumların Yunanistan’ı, Ermenilerin Ermenistan’ı misali sırtlarını dayadıkları bir devlete Yahudilerin o tarih itibarıyla henüz sahip olmadıkları düşünülebilir de. Öyle ya, Rum Ermeni, Yunanistan ve Ermenistan imkânı ve gerçekliği dairesinde ipini kopartmış görünmekte. Oysa Osmanlı Yahudi’si böyle bir olanağa sahip değil.
Netice üzerinden okursak İstiklal Harbi sonrası süreçte, mübadelelerde Rumlar ve Ermenilerin önemli bölümü gönderildiği halde Yahudiler için böyle bir problem, bir sıkıntı görünmemektedir. Cumhuriyet döneminde de ülkemizde kalan Rum ve Ermeniler iç siyaset üzerinden bir takım sosyoekonomik sıkıntılarla karşılaşsa da Yahudi yurttaşlarımız için böylesi bir vaziyet mevzu bahis olmamaktadır. Bir bakıma harpler döneminde sergiledikleri hal ve hareket tarzının gayrı müslim kesimler üzerinde farklılaşan neticesi, bakiyesidir bu. Elbette Osmanlı Yahudi’si Milli mücadeleyi destekler mahiyette Rum bankerlere karşı drahmi taarruzuna geçtiyse babasının hayrına yapmaz bunu. O tarih itibariyle Türkiye’den gayrı bir devlet imkânına sahip olmadıkları ortada değil mi? Aksi yönde hoyrat ve huysuz bir hareket tarzında ise mütareke sonrası mübadele evresinde, dünya genelinde esen antisemitizm rüzgârları da hesaba katılırsa Isabella/Ferdinand evresi şartlarına dönmeleri işten bile olmazdı dersek acaba mübalağa mı ederiz?
Yine Akyol, “Uluslaşma ve ulus devlet hareketlerinin hızla geliştiği 19. yüzyılda Yahudi milliyetçiliği Siyonizm, Yahudilere ağır baskılar uygulanan Rusya ve Doğu Avrupa Yahudileri arasında “güvenli yurt” duygusu halinde doğdu. Mali ve siyasi gücünü Avrupa ve Amerika Yahudilerinden aldı. Siyonizm’i örgütleyenler Osmanlı Yahudileri değildi.” Demektedir.
Kuşkusuz Osmanlı Yahudi’si olmakta fert olarak her Yahudi’yi aynı kılmaz, bir tutmaz. Osmanlı Yahudi’si de zarar verip, tahribat yapabilir. Sabetayizm kavramlaştırması bununla alakalıdır söz gelimi. Bizde Osmanlı’dan Cumhuriyete Yahudi tolerans görmekte, serbestçe ticaretiyle meşgul olmakta. Avrupa’daki gibi şiddet, baskı, tazyik görmemekte. Neden peki, kripto oluşumlar, dönmelik, vs. Bu husus kanımca Yahudileri ırk ve din üzerinden ayrı değerlendirmeyi de gerektirir. Tarihin muhtelif evrelerinde Hazar Türkleri misali Musevi inancını benimsemiş ırk bazında Yahudi olmayan topluluklarda bulunmaktadır. Demem şu ki, hangisi hangisi, sorun burada biraz da.
Öte yandan Sabetayizm kavramına gömülüp kalmakta problemlidir kanımca. Farklılıkları görmeyi, nüansları yakalamayı zorlaştıracağı muhakkaktır. Tek neden, etmen gibi bir sakınca uyandırır doğallıkla. Öyle ki, yakın tarih muhasebelerinde büyük puntolarla karşımıza çıkan benliğimizi kaybettik, tarihimizi yabancılar yazdı eleştirilerinin ardında böylesi negatif bir psikolojinin izdüşümünü görmekte mümkündür.
Bir kere tarihimizi yabancıların yazması son asrın değil genel olarak yüzyılların hatta binyılların hadisesidir. Türk tarihinin Orta Asya evresine dönük değerlendirmelerde bir Çin kaynakları bahsi vardır hani. Türkler binlerce yıl boyunca at sırtında, hatta ciddi anlamda gece gündüz atından ayrı düşmeyen, ufuk çizgisinden gözünü ayırmayan bir kavim. Böyle bir kavim kaçınılmaz olarak tarih yazmaz, tarih yapar. Özellikle Çin üzerinde tehdit oluşturduğumuz dönemlerde tarihimizi Çinlilerin yazması kadar doğal ne olabilir? Bizim hareketlerimizi, dahası nabız atışımızı anbean izleyen Çinlinin bu konu etrafında düzenli arşivinin olması şaşılası mı? Günde kaç posta nabzımızı alıyor adamlar.
Anadolu coğrafyasında kümelendiğimiz ve Balkanlara açıldığımız, Viyana kapılarına dayandığımız evrelerimizde de Frenk milletleri Türkleri mercek altına alacaktır tabiatıyla. Türkoloji’nin disiplin olarak gelişmesi dahi böyledir. Ruslar, Macarlar, İngilizler ilgi duyarlar evveliyatta. Hani derim ki, Oryantalist çizgide alanlar peyda olmasının parçasıdır. Tam da bu yüzden Türkoloji, düşmanının gözüyle Türk olarak algılanır kimi zaman. Demek istediğim tarihimizi yabancıların yazmasında bir anlamsızlık bulunmamakta, gerçekçi bir dayanağı vardır. Şu kadar ki, her çözümlemeyi kabul edip benimsememek, hakkımızda her söylenene balıklama atlamamak noktasında tabiidir kuşkumuz elbette.
Sözün özü, naçizane önerim, detaycı olmalıyız daha ziyade. Dinamikleri ne kadar çeşitlendirirsek o denli konuları dinamitlemeyiz vesselam.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Akyol'un anlattığı tarih tablosu, Galata Borsası'ndaki drahmi mücadelesiyle büyülü bir sahneye dönüşüyor. Osmanlı Yahudileri, finansal sihirbazlar gibi, tarihi bir freskoyu şekillendiriyor. Rumların "Megali İdea" dansına sırtını dayamayan Yahudi topluluğu, adeta tarihi bir ritimle dans ediyor, finansal stratejileriyle orkestrayı yönlendiriyorlar. Akyol'un vurguladığı gibi, Osmanlı Yahudileri milli mücadeleye destek verirken, finansal bir orkestra şefi gibi hareket ediyorlar. Ancak Sabetayizm, bu tarihi baloya gölge düşüren bir maskara gibi duruyor, detayları gizleyen bir perde gibi tarihi nüansları zorla görmemizi engelliyor. Bu durum, tarihimizi dışardan değerlendirirken kendi kimliğimizi kaybetme korkusunu yansıtan bir zıtlık gibi karşımıza çıkıyor.
Selamlar
levent taner
Kalem kavi belli
Şaşılası mı? Elbette hayır
Yüreğine, emeğine, kalemine, kelamına bereket
Katılım ve katkın her dem değer katmakta sayın hocam
Selam ve saygılarımla.