- 186 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUKADDES KİTABIMIZ’DAKİ ÂYETLER ile TARİHî VERİLER IŞIĞINDA: TÜRKİYE’DE YAHUDİCİLİK HAREKETLERİ
İsrail terör devletinin Gazze halkına karşı 7 Ekim tarihinde başlattığı “soykırım” hız kesmeden, hâlen bütün yoğunluğu ile sürüyor.
Türkiyemiz ve birkaç ülke dışında, ABD şemsiyesi altındaki, hatta, Amerikan muhalifi, dünyanın sözde en gelişmiş ülkeleri başta olmak üzere, neredeyse bütün dünya devletleri bir macera filminin heyecanıyla kayıtsız ve sessiz bir şekilde bu katliamı seyretmekteler.
İsrail’in Başbakanı Netenyahu başta olmak üzere; Türkiye hariç, neredeyse dünyanın birçok önemli devlet yetkilileri, âdetâ dünya kamuoyuna meydan okurcasına, katliam faaliyetlerinin Gazze’yi haritadan silene kadar devam edeceğini büyük bir utanmazlık ve cesaret ile haykırmaya devam ediyor.
Kur’ an-ı Kerim’in bir çok âyet-i kerimelerinde Yahudi’nin karakteristik inkârcı vasıflarından bahsedildiğini görmekteyiz.
Yahudiler’in yeryüzünde ortaya çıkışlarının anlatıldığı metinlerden birinde şu ifadeyi görmekteyiz.
“ Sözlüklerde ‘Ubr/‘Abr ve Benî ‘İbr/‘Abr isimli kabilelerden ve Nûh’un oğlu Sâm’ın torunlarından olan ‘Âber (Eber) adlı bir kişiden bahsedilmekte, ‘ibrî veya ‘ibrânî ise “yahudilerin dili / İbrânîce (İbrâniyye)” şeklinde açıklanmaktadır. (1)
Yahudi kelimesinin kökeninin ise, Yahudilerce, tanrılarının has ismi olarak nitelendirdikleri “Yhvn” dan geldiği kabul edilmektedir.
Yahudiler’in ortak kabulüne göre, “Yhvh” in taşıdığı anlamın karşılığı, esas itibariyle, bir şimşek ve fırtına tanrısı olduğu, ayrıca inen ve vurup deviren anlamlarına da geldiği bir inançtır.
Yahudilerce bu gün kutsal kitap olarak kabul edilen ve insan eliyle tahrif edilmiş bir metin olduğu da bilinen “Tevrat”ta; aslolan dünya hayatıdır. Ölüm sonrasında, âhiret hayatı diye bir mevhum söz konusu değildir. Kitaplarında; tanrılarının emirlerini yerine getiren insanların, alacağı mükâfatların, sadece bu dünyada kazanacakları şan, şöhret ve servet gibi değerler olduğundan söz edilmekte, ölüm sonrası diye bir hayat söz konusu edilmemektedir.
Netice itibariyle; bütün inançları bu dünya hayatı ile öylesine sınırlıdır ki; dini terminolojilerinde, ölüm sonrasında bir ilâhi adalet hesaplaşması gibi herhangi bir söyleme de hiç rastlanmaz.
Uluslararası literatürde; “Semitizm” olarak adlandırılan ve “Yahudicilik” anlamına gelen bu terim, etimolojik kökeni itibariyle, Yahudi soyundan gelen, saf bir nesil, “sâmi ırk” mânâsını taşımaktadır.
Semitizm’in, bugünkü dünya konjoktürü içindeki karşılığı ise, tam anlamıyla, bir Yahudi ulus devleti olduğudur.
Recai Yahyaoğlu’ nun “Yahudi Psikolojisi” isimli kitabında, Ali Bulaç’tan iktibas ettiği şu satırlar yazılıdır :
“ BARIŞ İSTEMEYEN BİR MİLLET
… İsrail’ i korkutan en büyük etken, barış ihtimalinin belirmesi, barışa zorlanması.Barış demek, İsrail’ in kendi aslî toprakları üzerinde yüzde 22’ lik bölümde dahi, Filistinliler’ in varlığını tanıması, yayılma stratejilerinden vazgeçmesi demektir.
Dışa yaydığı etkili propagandaya rağmen, Siyonist İsraillilerin bilinç altlarında ‘Halksız toprak, topraksız ulus’ fikri yatar. Onlara göre Filistin toprakları üzerinde yaşayan bir halk yok. Filistinliler halk filan değil; insan bile değiller…” (2)
Yazar tam da, yıllar öncesinden yaptığı bir kehânetle, İsrail’in 7 Ekim 2023 günü, Filistin halkına karşı başlatacağı tarihin en zâlim ve vahim soykırım harekâtı tarif ediliyor sanki..
MS. 70 yılından 1948 yılına kadar, yeryüzünün doğudan batıya bütün coğrafyalarında nifak ve çatışma üreten bu kalleş ve zâlim millet, Türkiye olarak bizim topraklarımızda, özellikle de, 1492’de İspanya’dan sürülmelerinden sonra, kabul gördüğü Osmanlı topraklarında en büyük entrika ve ihanetlere imzalarını atmışlardır.
Sağlıklı tarihî kayıtlardaki verilere göre, kadim Yahudi tarihin MÖ.175 yıllarından itibaren başlatıldığını görüyoruz. O tarihlerde, Kudüs Yahudilerinin lideri, Jason isimli bir kişidir ve şehri âdetâ bir Yunan beldesine dönüştürmüştür.
1492’ de, son İslâm devleti Gırnata Ahmerîleri’nin çöküşü ile birlikte, Yahudileri hedef alan bir ferman çıkarılarak, dinlerinden dönmeyenlerin İspanya’ dan kovulmalarına dair bir karar alınır.
Dinlerinden dönüp, Hıristiyan olmayan 50.000 civarında Yahudi ise, katledilir.
16. yüzyılın ilk yarısı biterken, İspanya, Portekiz İngiltere, Fransa, İsveç, Norveç, Danimarka ve Belçika ve Rusya, Yahudiler’ in ülkelerinde ikâmet etmelerini yasaklayan müşterek bir karar alırlar.
İngiltere bu yasağı, bir asır sonra, 1657 yılında kaldıracaktır.
Dinlerinden dönmeyen Yahudiler, Sultan İkinci Beyazıt’ ın gönderdiği resmî davet mektubu ile kalabalık sayılarda İmparatorluğunun, başta İstanbul olmak üzere, İstanbul, Saraybosna, Selanik, Bursa, Aydın, Tokat ve Amasya, Kudüs, Şam ve Mısır’a gelerek ikâmete Osmanlı’dan önce de, gerek Selanik ve gerekse Balkanlar’ın diğer şehirlerinde, az da olsa Yahudi nüfusun olduğu bilinmekte ise de; yahudilerin burada yoğunlaşması, onların 15.yüzyılda İspanya’ dan kovulmaları sonucunda özellikle Selanik’ teki iskânları ile burası bir Yahudi şehri haline gelecektir.
19.yüzyılda Avrupa’da, Yahudi karşıtı hareketler başlamadan önce 18.yüzyılda “Hasidim Hareketi” olarak adlandırılan faaliyetlerin sonucunda, bazı Yahudi grupları kitleleler halinde Filistin’e akın etmeye başlayacaklardır.
Prof. Dr. Teoman Duralı’nın kaleme aldığı, ’Yeniçağ Avrupa Medeniyetinden Çağdaş İngiliz Yahudi Medeniyetine’ (3) başlığı altında yayımladığı kitabında,“Batı Medeniyeti” olarak tarif edilen, ütopik hedefin, aslında “İngiliz-Yahudi” işbirliği sonucunun ortaya çıkardığı ütopik bir literatür olduğunu anlatmaktadır.
O devirdeki Yahudi dinî liderlerinden Zvi Kischer (1795 –1874),1836 yılında Rothschild’lerden, Kudüs’ün satın alınması için, Mısır ve Suriye Valisi Mehmet Ali Paşa nezdinde talepte bulunulmasını istese de, kendisinden olumlu bir cevap alamayacaktı.
Filistine yerleşen Yahudilere destek amacıyla, İstanbul’daki ‘Va’ad ha-Pekidim’ isimli kurum gibi, başta Amsterdan olmak üzere, Avrupa’nın bazı şehirlerinde oluşturulan kuruluşlar eliyle, Filistin’ deki Yahudilere ulaştırılmak üzere,“haluka” adı altında yardımlar toplanmaktaydı.
Dr. R. Abdullah Şami, “Din Devleti İsrail” isimli kitabında, İsrail-Filistin ilşkisini şu örnekle anlatmaktadır:
“İsrailli düşünür Amnon Rubinstein, şu görüşleri dile getirir: ‘ 19.yüzyılın sonlarında ortaya çıkan milliyetçi Yahudi uyanışını besleyen iki önemli faktör vardır: Siyon’a dönüş ve asimilasyonu red düşüncesi. Yahudileri Filistin topraklarına göç etmeye yönelten ilk etken, Siyon’ a dönüş idealidir…” (4)
Osmanlı devleti ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Yahudi elitleri, saray ve merkezi hükümet ile olan ilişkilerini her zaman, çok sıcak ve samimi bir hava içinde yürüteceklerdir.
Bunların içinde en popüler kişi olan Haim Naum (1873-1950), İkinci Meşrutiyet’ in ilânından sonra, Yahudi toplumunun Hahambaşılığı görevine getirilmiş, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da, Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’nın müşaviri olarak, Türk hey’etinin temsilcisisıfatıyla bir misyon üstlenecektir.
1854 tarihindeki Kırım Harbi zamanında; Sultan Abdülmecid, çok sayıda Yahudi göçmeni İstanbul topraklarına kabul edecekti.
Sultan Abdülhamid Han’ın saltanat yıllarının başları olan 1870’li yıllarda ise, Osmanlı Devleti, bir Yahudi topluluğun, Kafkasya’dan gelerek Kars, Ardahan ve Batum’a yerleşmelerek, Osmanlı devletinden sığınma talep edecekler ve devlet onları, Aydın taraflarında bir bölgeye yerleştirecekti.
Osmanlı topraklarına kabul edilen Yahudiler, kısa zamanda devletin Maliye işlerinde önemli mevkîler elde ettiler ve özellikle de “Mültezim” lik görevi ile büyük şehirler ve limanlarda, devlet adına vergi toplama görevini yerine getirmeye başladılar.
Osmanlı ile Rusya arasındaki 93 Harbi (24 Nis 1877 – 3 Mar 1878) sonrasında, devrin emperyal gücü olan sömürgeci İngiltere, kendi Ortadoğu yönetim politikasına en rasyonel şekilde hizmet edeceğini düşünerek, Yahudilerin âcil olarak Filistin’ e yerleştirilmeleri projesini gündeme getirecekti.
Bu proje Osmanlı yönetimince, başta,insanî açıdan mâkul görülmüşse de, arkasında bir takım hesaplar olduğu sezinlenmiş ve Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmelerine olumsuz bakılmaya başlanmıştır.
1891 yılında Rusya’dan çıkan bir grup Yahudi’nin, İstanbul’a gelip Galata taraflarına yerleşme talepleri Sultan Abdülhamit tarafından kuşku ile karşılanacak ve mezkûr mahalde müsait bir boş saha bulunmadığı gerekçesiyle reddedilecekti.
Ancak, buna rağmen aynı yıl içinde Yahudiler’in, Filistin bölgesinden toprak satın almaya başlamaları ile birlikte, orada Müslümanlar ile Yahudiler arasında yer yer çatışmalar yaşanmaya başlayacaktı.
Tarihler 18 Temmuz 1896’ yı gösterirken, Yahudilerce “ Ruhani babamız” olarak adlandırılan Teodor Herzl, Paris’te ünlü Banker Edmond Benjamin James de Rothschild (d.19 Ağustos 1845 –ö. 2 Kasım 1934)i ziyaret edecek ve Filistin topraklarını Osmanlı Padişahı’ ndan satın alınması için önemli bir meblağ talep edecekti. Ancak Rotschild bu isteği yerine getirmeyecekti.
Bunun üzerine Teodor Herzl, Sultan Abdülhamid’e yakınlığı ile bilinen Yahudi asıllı Prof.Arminius Vamberi aracılığıyla temas kurar ve 19 Mayıs 1901 tarihinde Sultan ile görüşme imkânını bulursa da, Padişahı ikna edemez.
Yıl 1897’ dir; Birinci Dünya Siyonist Kongresi, İsviçre’nin Basel şehrinde toplanır.
“ Herzl, kongrenin ilk gecesi Basel’ de kaldığı otelin balkonuna çıkıp, sigarasından derin bir nefes çekti ve kendi kendine mırıldandı:
‘ Bugün İsrail’i kurdum. Bunu şimdi yüksek sesle söylersem herkes bana güler.Ama 5 yıl ya da en geç 50 yıl içerisinde haklılığımı görecekler!..”
…Tarih 1948’dir; yani Theodor Herzl’in Basel’ de bir kâhin gibi ilân ettiği tarihten tam 50 yıl sonra, İsrail devleti kurulacaktı. (4)
Daha sonraki zamanlarda Yahudi cemaatinin başına geçen Herzl’in haleflerinin hiçbiri, Sultan Abdülhamid’i ikna edemeyecektir.
Ancak; 1909 yılındaki İkinci Meşrutiyet hareketi ile Devlet yönetimini ele geçiren İttihatçı kadro, erken Cumhuriyet devrinde Diyanet İşleri Başkanı olacak olan Elmalılı Hamdi (Yazır) Efendi , Abdülhamid’in ‘Hal‘ fetvasının ilk taslağını kaleme alacaktı. Bu fetvada, Sultan’ın aleyhinde, hiç de gerçek olmayan, tezvirat ve iftiralar yer alıyordu.
Böylesine bir otorite yoksunluğu ile kargaşanın olduğu ortam, İstanbul’daki Siyonist mihraklar için bulunmaz bir nimet idi. İlk olarak, Anglo Levantine Banking Company (İngiliz Levanten Bankacılık Anonim Şirketi) Müdürü Viktor Jacobson öncülüğünde, Siyonist mahiyetteki propaganda amacıyla, İbranice La Mevaser ve Fransızca Le Jeune Turc isimli gazeteleri yayımlamaya başladılar.
Ancak kısa bir zaman sonra, İttihat ve Terakki’nin Dâhiliye Nâzırı Talat Bey, Siyonist grubun niyetlerini iyi okuyarak, onlar hakkında Sultan Abdülhamid dönemindeki kısıtlama ve yasakların aynen uygulanmasını sürdürecekti.
Burada bir parantez açarak,“Siyonizm”in tanımı ve hedeflerine kısaca göz atmak herhalde uygun olacaktır.
Yahudi asıllı yazar Giladz Atzmon’un kaleme aldığı, “Göçebe Kimlik” isimli kitabın,”Siyonizm: Küresel Bir Ağ” başlıklı bölümünde yazar; “ Siyonizm, bazı bilginlerin öne sürdüğü gibi, Filistin topraklarına ilgi duyan kolonyal (sömürgeci) bir hareket değildir. Siyonizm, aslında üçüncü kategori mensuplarının, eşine az rastlanır bir kabileci dayanışmasından beslenen küresel bir harekettir. Siyonist olmak demek,bir kimsenin Yahudi kimliğini her şeyin önüne koyması demektir.” Bir tesbitte bulunur.(5)
Tarihçi- Yazar Cevat Rifat Atilhan’(1892- 04.02.1967) ın, Sebilürreşad dergisinde, çeşitli tarihlerde kaleme aldığı makalelerde, sık sık, Osmanlı Devleti’nin yıkılışında, Yahudiler’in, birinci derece etkilerinin olduğundan söz eder.
Atlihan’ın tesbitlerine göre, başta İngiltere bankaları olmak üzere Avrupa’nın bazı önemli bankalarının da, Hollanda Yahudileri tarafından kuruldukları belirtilmektedir.
Bankacılık sektöründeki çek,senet gibi “kıymetli kâğıtlar” olarak tanımlanan sanal değerler de, Atlihan’a göre, Yahudi bankacılar tarafından hayata geçirilmişlerdi.
Cumhuriyet döneminde Türk-Yahudi ilişkilerine baktığımızda; bunun başlangıç noktasının Lozan Konferansı’nda İsmet İnönü tarafından başlatıldığını görüyoruz.
Lozan’ a giden heyette Haim Nahum “müşavir” statüsündedir.. Heyetin “Birinci Murahhas Üyesi” İsmet Paşa ile oldukça teklifsiz ve samimi bir ilişki içindedir. Çünkü Paşa’ nın topçu okulu’ ndan Fransızca hocasıdır.
1922 yılında Türkiye Yahudileri’nin hahambaşı olan Haim Naum, Türkiye’ deki misyonunu tamamladıktan sonra, 1925’ te Mısır’a gider ve bu sefer Kahire’nin Hahambaşısı olur, orada hemen Filistin ile ilgilenmeye başlar ve ömrünün sonuna kadar orada bir Yahudi devleti kurulması için var gücüyle çalışır.
Aynı dönemde Emanuel Karasu (1862–1934), (Emmanuel Carasso) isimli avukat olan Sefarad Yahudisi, İkinci Meşrutiyet devrinin önemli siması Talat Paşa ile gayetle samimi bir dostluğu vardı. Selanik’ te Risorta Masonik Locası’ nı kurdu ve İttihat Terakki Cemiyeti üyeliğine kabul edildi.
Hukuk eğitimi aldıktan sonra Selanik’te avukatlık mesleğini devam ettiren Karasu, Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin lideri oldu. Selanik’teki Makedonya Risorta Masonik Locası’nı kurdu, bu ve diğer bazı gizli cemiyetler, aralarında Talat Paşa’nın da bulunduğu Jön Türkler’in duygudaşları arasında bir buluşma yeri olacaktı.
Cumhuriyet’in ilanının hemen sonrasında, Lozan Anlaşması ile,Türkiye sınırları içinde kalan azınlıklara hak ve imtiyazlar tanınırken, Türk Yahudi cemaati bu haklardan feragat ettiklerini resmen beyan edeceklerdi.Hükümet kararı ile, savaş yıllarında ülke dışına çıkan Yahudilerin, şahsi beyanları üzerine, Türkiye’ye geri dönebilmeleri mümkün hale getirilecekti. Bu hususta, Mustafa Kemal, 2 Şubat 1923’te İzmir’deki bir konferansta, Yahudi toplumu hakkında şunları söyleyecektir:
"Egemen öğe olan Türklerle kader birliği etmiş bazı sadık öğelerimiz vardır ki özellikle Museviler, bu ulusa ve bu yurda bağlılıklarını kanıtladıklarından şimdiye kadar refah içinde yaşam geçirmişlerdir ve bundan böyle refah ve mutluluk içinde yaşayacaklardır”
"Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?”
Türkiye, 1930’lu ve 40’lı yıllarda, Nazi yönetiminin kendilerine uyguladıkları soykırımdan kaçan, Avrupalı Yahudilerın sığınacağı emin bir ülke olacaktır. İngiliz ve Rus asıllı Amerikalı tarihçi Stanford Jay Shaw (d.5 Mayıs 1930, Minnesota – ö.16 Aralık 2006, Ankara), Türkiye’nin, Nazilerden kaçan 100.000 Yahudi’ye sığınma hakkını tanıdığını iddia eder.
1934 yılındaki Yahudilere karşı Trakya’ da başlayan şiddet olayları, onların, Filistin’e göçünü hızlandırdı ve artırdı. 1951 sonrasında,Türkiye’den İsrail’e göç nisbeten azaldıysa da uzun yıllar hiç bitmeyecekti. 1955’e gelindiğinde ise; İsrail’e göç edenlerin Yahudilerin %10’u Türkiye’ye geri dönecektiler.
Türkiye II. Dünya Savaşı sürecinde, Nazi Almanyası ile iyi ilişkiler geliştirmesi, Türk Yahudiler açısında büyük tedirginlikler yaşatsa da, İnönü Hükümeti, Almanya ve müttefiklerinin savaşı kaybedeceğini anladığında, savaşta tarafsızlık kararı alır ve bu karar Türkiye Yahudilerini oldukça rahatlatır. 1944 yılına gelindiğinde, Adolf Hitler’in nasyonal sosyalist hükümeti yıkılma safhasındadır. Bu durum karşısında Türk Hükümeti, Balkan Yahudileri için yapmakta olduğu yardımları daha da artıracaktı. Avrupa’daki binlerce Yahudi’nin, Filistin topraklarına geçişleri sağlandı.
İsmet İnönü’nün; devlet başkanı sıfatıyla yönettiği Türkiye, 1939 yılından itibaren ABD’ nin sadık bir müttefiki olmasının verdiği mecburiyetten dolayı, kurulan bu İsrail Devleti’ ni tanıyan ilk ülke olacaktır.
Ancak; ‘ da Trakya bölgesinde yaşanan antiseminist gösteriler ve uygulamaya konan varlık vergisiyle Yahudilerin devlete olan güveni, bir de, 1946’da, CHP’nin yeni başbakanı Recep Peker’in antisemitizm için "20. Yüzyılın yüz karasıdır!" beyânı ile iyiden iyiye sarsılacaktı.
14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulacak ve bunu tanıyan Müslüman ülke Türkiye olacaktı. Hemen akabinde başlayan, Arap-İsrail Savaşı karşısında her ne kadar Türkiye hükûmeti tarafsız kalmışsa da, Türk kamuoyu ve basın Arapların yanında yer alacaktı.
1949’ da Başbakan Şemsettin Günaltay, o zamana kadar olan İsrail’e direkt geçiş yasağını kaldırdı. 20. yüzyılda Türkiye’de iki yüz bin Yahudi vardı, bu sayı 1950’lerde kırk bine düştü.
14 Mayıs 1950’de iktidar olan, Demokrat Parti döneminde Türkiye Yahudilerinin huzuru, 6-7 Eylül 1956’ da olayları ile bozulacaktı. Kıbrıs meselesi’nde Yunanistan ile sürtüşen Türkiye’de sadece Rumlar ile değil, aynı zamanda Ermeni ve Yahudiler’ e karşı da oldukça yoğun bir protesto hareketleri başladı. Rumlar ile birlikte, Ermeni ve Yahudi azınlıkların da büyük oranda Türkiye’yi terkederek anavatanlarına kaçacaklardı.
Bu ortamda 10.000 Yahudi’nin Türkiye’yi terk ettiğine şâhit olacaktık.
Salih Zeki Çavdaroğlu
19 Kasım 2023
Dip Notlar :
1 Saime Leyla Gürkan, “ İBRÂNİLER”,Türkiye Diyanet Vakfi İslam Ansiklopedisi,
2 Dr. Recai YAHYAOĞLU, “Yahudi Psikolojisi” Nesil Yayın, İstanbul, Temmuz 2010, s.126
3 Dr.R.Abdullah Şami, “Din Devleti İsrail” İlke Yayıncılık, İstanbul,1.Baskı,Eylül 2002,s.17
4 Malike Bileydi KOÇ, “Atatürk’ün Vatandaşlık Anlayışı Ve Günümüzde Yahudiler “, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 2012, Cilt XXVIII - Sayı 84
5 a.g.e.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.