En Çok Hangimizi Seviyorsun, Anne?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Sorduğun gibi cevap alırsın!" diye bir söz/tabir vardır burada. Manası aşağı yukarı şu: sorduğun soru aptalcaysa, cevabı da öyle olur.
Acaba, diyorum; bu tabiri reformdan geçirip zıt bir anlam mı yüklesek? Mesela onun yerine: "İyi bir soru sor ki, ona göre de cevap alasın!" dense nasıl olur?
Oldum olası sorular enteresan gelir bana. Sorular sayesinde, varoluşun bir mana kazandığına inananlardanım. Çoğu zaman, bilinç altında da olsa (bir nevi taktik mi) başkalarına sorduğum soruların arkasına gizlendiğimi düşünürüm. Soruyu yönelttiklerimi ön plana çıkarsam dahi, sorduğum sorularla kendimi daha iyi görürüm, daha iyi tanırım nedense. Böyle olmasını seviyorum. Hatta bu metoda Google’nin arama motorunda da bakvuruyorum.
Şöyleki: arama motoruna, "nerede" diye bir soru cümlesi yazdığınızda önünüze yüzlerce öneri çıkar; çünkü böyle bir soru sözcüğünü başkaları da muhtemelen daha önce yazmıştır. Bi bakarsınız ki, "nereye"nin peşinden "nerede" diye bir sözcükte çıkıvermiş. Öyle ya, bu iki sözcük arasında bir bağ, bir benzerlik varsayılabilır. Belki birileri bu iki sözcüğü birbirine karıştırmıştır, anlamını bilmemektedir, ne bileyim!?
Biraz daha ilgiyle incelediğinizde, o sözcüklerin peşinden daha karmaşık sorular çıkar karşınıza; Mesela "Eyfel Kulesi nerede, Mantar nerede var? Ayakkabılarım nerede", gibi. Belki ardından; "Nereye gidiyorsun?", ya da "Nereye bakıyorsun?" gibi sorular da çıkar... Neyse uzatmayayım!
Çocukken anladım ki, sorular çeşit çeşittir. Bu nedenle, iyi bir soruyu "yerine göre" yöneltmekte zorlanırdım. Dolayısıyla nerede ve ne zaman soru sormam gerektiğini çok sonraları öğrendim. Dahası, soruların hemen suyun derinliklerine inmemesinin önemini anladım. Onların bir süre suyun yüzünde kalması, bir süre dinlenmesi gerektiğini öğrendim. Aksi takdirde, soruyla cevabın buluşması, kaynaşması ve harmanlanması pek kolay olmazdı.
Söylemek istediğim; "nasılsın? sorusunu birine yönelttimiz zaman; alacağımız cevap hep " iyiyim!" olur. Yani yanıtın; "ah, hiç iyi değilim!" olmayacağını hesaba katmak gerekiyor. Cevap "iyiyim! "olduğunda, iyiliğin de nüanslarının olduğunu, o "iyi"liğe bir şeylerin neden olduğunu düşünmeden, merak etmeden duramayız. O iyi’liğin irdelenmesi halinde, içinden hiç ummadığımız, öngöremediğimiz olasılıkların olabileceğini kanıksamak için de sabır ve iyi bir iletişim gerek.
Ancak şunu da çok iyi biliriz ki; hiç kimse, iyi tanımadığı birine tam olarak nasıl olduğunu anlatmak istemez. Zaten soran kişi de nezaketen "nasılsın" diye sormuştur.
Muhatap olunan kişi özenle kullandığı dille, kendi iç dünyasını, "sırrını" yansıtmama çabasına girer - haklı olarak! İnsan bu durumda, dili bir palto gibi üstüne geçirir ve kendi iç dünyasının ihlal edilmemesi için çababalar - en azından ilk etapta bu böyledir. Ta ki, kendini güvende hissedene kadar. En iyi olasılıkla, o kişinin "iyi" ya da "kötü" olduğunu -fiziksel yakınlık varsa tabii- yüz mimiklerinden, ses tonundan, vücut dilinden ve takındığı tavırdan anlarız. Böylelikle söz konusu kişiyi tanıma fırsatını, nispi de olsa, yakalamış oluruz. Diyeceğim o ki; her halükarda kullandığımız dili iyi bileylemek gerekiyor, dolayısıyla soruları da...
Bir keresinde anneme: "en çok hangimizi seviyorsun, anne?" diye sormuştum. Annem, bu soru karşısında şok olmuştu. Belki de sorum onu heyecanlandırmıştı. Bana düşünceli bakarak: "kızım o ne biçim soru? Ben anneyim: hiç ayrım yapar mıyım aranızda. Tabii ki hepinizi de çok seviyorum." demişti. Sesi telaşlıydı. Gözleri dolmuştu kadının. Benim neden böyle bir soru sorduğumu merak etmiş olmalı ki, bir süre susmuştu. Düşünmeye ihtiyaç duymuştu. Kim bilir, belki de kendini sorgulamıştı. Ya da beni...
Ya ben? Ben de utanmıştım; çünkü patavatsızlığımla, spontan ve saçma sapan bir soru sormuştum anneme. Belki de üzmüştüm onu. Hem, sevginin ölçüsü olmaz ki! Bunu nasıl anlamamıştım?
Tecrübe ve bilgi edinmiş bir yetişkin gözüyle bakıldığında şimdi, anlıyorum ki; sorular bilenmiş bir bıçak işlevi görebildiği gibi, bir gül de olabiliyor. İnsan ilişkilerine psikolojik bir perspektifle bakabilmek gerekiyor. Soru sorduğumuz kişinin yerine kendimizi de koyabilmek gerekiyor. Peki 30 - 40 yıl önce öyle miydi?
Anlatmak istediğim; sorular cevaplardan çok daha enteresandır. sanırım onları daha çok seviyorum. İyi bir soru sormak iyi bir cevap vermekten daha kolay olduğundandır belki. Sahi, realitemiz hep öyle midir?
Acaba diyorum; soruların içinde cevap yokmuş gibi, kendimiz kandırarak mı yaşasak?
Değerli Üstad Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinde anlattığı gibi:
"Gün olur ki ne gökyüzü para eder,
Ne deniz kenari, ne bağlar bahçeler.
Gün olur ki ne kız ne raki ne şiir,
Hiçbir şey insanı sarmaz, kandıramaz;
Her çeşmeden boş döner, elindeki tas.
Gün olur ki çıldırmak işten değildir"
H. Korkmaz, (!) 2020 Sthlm
YORUMLAR
Samimi bir yorum yapmak istedim yazının başliğını görünce bu benim hep sormak isteyipte soramadığim soru
Nedenmi derseniz
Kardeşlerimin soracağı bir soruydu kardeslerim hiç sormadı
Ben ise o soramazdım
Kardesleri olan herkezin icinden gecen bir sorudur eminin
Bir an olsa bile
Hani en cok biz severiz ya annemizi
O dugularla
Larmina tarafından 22.11.2023 01:04:33 zamanında düzenlenmiştir.
Tüya
Teşekkür ederim naif dokunuşuna, sevgili Larmina.
Sevindim güzel gelişine.
Selamlar çokça.
Küçükken anneme çok fazla soru sorduğumu hatırlamıyorum, daha doğrusu anneme soru soracak yüreğim yoktu o zamanlar...kadının hep ciddi ve sert bir mizacı vardı, ben de o yüzden dut yemiş bülbül gibi susardım karşısında hep:) Gençlik çağımda da annemle arkadaş gibi olduk. O aradaki bütün boşlukları, sessizlikleri ve kırgınlıkları; annemle rollerimizi takas ederek yani onun genç bir kızın yaşına, benim de anne ruhuna bürünmemle birbirimizi tamamlayıp doldurduk. Küçük yaşlarda büyüdüm diyebilirim ama taa o zamanlar çok ince düşünen ve sorgulayan içe dönük farklı bir dünyam vardı.
Babamla hep arkadaş gibiydik zaten, babamın yeşil gözleri dünyayı toz pembe görmeme yetiyordu da artıyordu bile bana. Benim de en gıcık olduğum sorulardan bir tanesi "en çok anneni mi seviyorsun yoksa babanı mı?" sorusuydu, küçük bir çocuğun taraf olması veya saf tutması beklenir ya hani çok saçma ve gereksiz...
Dediğin gibi sorular önemli ama hangi anlamda, soru var soru var...boş sorulara hiç tahammülüm yok...
Tebrikler canım, sevgiyle...
Tüya
Bizde de baba sertti (ciddi), otoriter bir insandı. Kolay kolay karşısına çıkıp soru soramazdım mesela. İlk kez orta okul çağlarında diklenmeye, onunla tartışmaya başlamıştım.. :) Oysa annem farklıydı. O ağlama duvarı gibiydi. Her soruna çözüm bulabilen, her duyguya cevap verebilen yüce bir tanrıydı adeta. Bu nedenle en çok da ona sorulurdu sorular. En çok üzülen de o olurdu sanırım vs vs.
Bu sımsıcak ve içten eşliğin için teşekkür ederim, Waa mı.
Gelişinle mutlu ettin beni.
Çokça sevgiler, selamlar canım.
'Belki de üzmüştüm onu'
İçiniz rahat olsun, annenizi bu soruyla üzmediniz. Sorunun varlığı çocuğun bir fark göremediğinin kanıtıdır. Anne her ikisine de aynı sevgiyi gösteriyor ki çocuk fark göremediğinden sorma ihtiyacı duyuyor. Saygılarımla.
Tüya
Geriye dönüp baktığında insan, tıpkı dediğiniz gibi, annesini üzmemiş olmayı, yanılmış olmayı umuyor...
Çok teşekkür ederim olumlu bir perspektifle yaptığınız yorum için.
Saygılar benden, efendim.
Tüya
Selam ve saygı benden size.
Samimiyet çok önemlidir kimsenin mutsuzluğundan beslenilmediği sürece sorun yok.
Vardır öyle insanlar birilerinin mutsuzluğundan beslenenler.
O yüzden nasılsın denildiğinde iyiyim demek adet olmuş.
Yoksa herkesin bir derdi var dertsiz insan yoktur ki.
Soru cevap konusuna gelince bu konu daha detaylı.
İnsan sevdiği ve güvendiği birine kendini açar, yada hiç tanımadığına.
Zaten sana güvenen, nasıl olduğunu anlatır sana.
Anlatmıyorsa- da sorulmaz irdelenmez anlatması beklenilir:)
Fazla merak da iyi değil:)
____Güne gelen yazıyı ve yazan kalemi kutluyorum sevgilerimle...
Tüya
Katkınız için teşekkür ederim, Semra hanım.
Selam, sevgiyle.
Kutlarım Tüya,
Buradaki anlamsız bir çok yazıdan sonra yazınızı okumak bana ilaç gibi geldi. Aynı soruyu kendime defalarca sorduğumu sizin yazdıklarınıza çok yakın sentezler yaptığımı fark ettim şimdi.
Sizin yazdıklarınıza kısacık bir ekleme yapmak isterim. Yaşanmışlıklarıma dayanarak.
Dediniz ya ''Çocukken anladım ki, sorular çeşit çeşittir. Bu nedenle, iyi bir soruyu "yerine göre" yöneltmekte zorlanırdım. Dolayısıyla nerede ve ne zaman soru sormam gerektiğini çok sonraları öğrendim.'' Hala öğrenemeyenler o kadar çok ki.
Canı sıkkın veya üzgün birine hiç bir zaman soru sormam ben. ''Ne oldu, ne var. neden üzgünsün, neden sinirlisin'' sorusu bazen küfür gibi gelir sorulana. Anlatmak istemez sizin de dediğiniz gibi. '' Kendini hazır hissettiğinde ya da anlatmak istediğin zaman seni dinlemeye hazırım '' derim.
''Tecrübe ve bilgi edinmiş bir yetişkin gözüyle bakıldığında şimdi, anlıyorum ki; sorular bilenmiş bir bıçak işlevi görebildiği gibi, bir gül de olabiliyor.''
Ben gül olmayı tercih edenlerdenim.
Yazınızın günün yazısı şeçilmesine mutlu oldum. Seçki kurulu doğru bir seçim yapmış.
Tebriklerimle
Saygı selam ve mutlulukla kalın hep
Tüya
Hassa bir konu olduğünun farkındayım. Sadece naif bir dokunuş benim bu yaptığım.
Siz de konunun kapısını alabildiğine aralayıp havalandırma eğilimindesiniz.
İyi ki de öyle, diyorum...
Teşekkür ederim samimi ve güzel değerlendirmeniz için.
Bilmukabele, sevgiler