- 216 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Postmodern yazarlar ve romanlar
Postmodern roman ve yazarlar:
Postmodern anlatı çevrimiçi kurallar bütününden sıyrılarak kaos planı içinde bilinmezliğe ayak uydurmak demektir. Rüzgâra karşı tükürmek gibi mantığı aramak yerine her okuyanda yeni düşüncelerin filizlenmesine zemin oluşturma sancısı çeker akım. Kavramlar reddedilir yerine anlatı vardır. Aslında postmodern roman kavramını kullanmak bile günümüzde tam da anlaşılmayan bu akıma ihanet etmektir. Okuduğunuzda anlamanız, tanımlamanız veya bir kategoriye yerleştirmeniz olası değildir. İroni, parodi, bilinç akışı, üst kurmaca, güvensiz anlatıcı, büyülü gerçekçilik, enteresan, bulanık edebi olaylar zinciri postmodern anlatı içinde en belirgin özelliklerdir diyebiliriz.
“Hayat ve gelecek kataloğunun sırrı sınırsız bir mücadele; mecaz ve realite iç içe hatta ihanet ve sadakat, esaret ve cesaret, iyilik ve kötülük…
Kargaşa planı kurmalı insan.
Kemer aksesuar içindir sıkmak için değil!
Defalarca söyledim yalnızlığın kirli camı arkasında uçuşan merhametin saçları heyecana kibrit suyu dökmekten öteye gidemez.
Yak hadi rüyalarını, vazgeçilmez mi sandın cehennemi süsleyen oyuncakların. Deli misin sen? Tek ritimde enkaz çölüne serap olan kalp, kalp değil kibirdir; kabirdir gamzelerin çukuruna gömülen. Ağlasan daha iyi, yara bandı yapıştır göğünün nehirlerine. Hadi, kalk yerinden uzak kıyıların kumsallarına en aciz dizelerini yatır. Ateşi bulmadan önce nasıl ayakta duruyordu bahar? İnsan, tahrip gücü yüksek saatli bir bomba. Elini vicdanına koy, otostop çekerek kim gitmiş ki yıldızlara?
Hayallerinin saçları tek tek yolunurken, şiirler sessizce gömülür şişenin dibine, ruhu duymaz şehrin. Nazire kafayı bulmuş akşamdan, ırmaklar da asfaltları yakma derdinde, modifiye kuşanmış hürriyet. Eyvah eyvah, paranormal gözlerin nefesinden düşmüş gül bahçesi, talan olmuş.
Evvelden ezele uzanan sarp duyguların başı dumanlıdır hep. Yere bakan yürek yakan kısır fanusun kırılır kum saati bir gün. İzini de silemezler üstü başı orman huzuru küçük bir kurbağa. İnsan mı? Tahrip gücü yüksek başıboş bir bomba!
Beyaz bir gülüşün gölgesi düşer hep parmak uçlarıma. Narin denge kargaşa ile beslenir. Hadi, kalk yerinden kaos oluştur. Süregelen sürüngenlerin ve sürünmelerinin de canı cehenneme! Ne oldum demeyeceksin bu hayatta, ne olacağım diyeceksin…
Selim Savaş Karakaş”
Bu kısa açıklamadan sonra postmodern roman incelemesine bakalım:
1 - Leylâ Erbil’in Kalan novellasından Bu roman kahraman bakış açısıyla ele alınmış
İç konuşma kişinin aklından geçenlerin birinci kişi ağzından yansıtılmasıdır. Bu teknikle yazar; kahramanın, hayatı, nesneleri, etrafında gördüğü şeyleri nasıl algıladığını, bir bilinç yansıması eşliğinde aktarır. Derin, soyut ifadelerden meydana gelir.
Bilinç akışı tekniği, genellikle iç çözümleme ve iç konuşma ile karıştırılmaktadır. İç çözümleme anlatıcı-yazarın araya girerek kahramanın duygularını, düşüncelerini okura aktarmasıdır. İç konuşmada ise yazar aradan çekilir, aktarma görevini bırakır; okura roman kişisinin zihnini bir sinema gibi seyrettirir.
İç konuşma ve bilinç akışı tekniği neredeyse aynıymış gibi görünür, ancak iç konuşma gramer bakımından düzgün, sentaks kurallarına uygun cümlelerle yapılan sessiz bir konuşmadır ve düşünceler arasında mantıksal bir bağ vardır.
Bilinç akışında ise karakterin zihninden akıp giden düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur. Daha çok çağrışım ilkesine göre akarlar. Ayrıca gramer kuralları da gözetilmez. Bilinç akımında yalnız düşünceler değil, duyumlar, imgeler de yer alabilir.
Leyla Erbil iç konuşma tekniği ile hem okuyucuyla hem de kendisiyle felsefe yağan yollarda aklındaki derin ve soyut ifadelere yolculuk yapıyor.
Yazar-Metin-Hakikat üçlemesi arasında gel gitlerin yoğun kavgası hakimdir.
2. Aşkın Gizemi – Selim Savaş Karakaş
Günümüzde tam olarak anlaşılmamış veya çözülememiş bir akım olarak karşımıza çıkan postmodernizmin özelliklerini taşıyan Aşkın Gizemi isimli romanımı daha anlaşılır şekilde açıklayalım:
Somut gerçeklikle soyut gerçeklik iç içe verilir.
“Zindan bir gecenin koynunda ustura soğuğu kapı dışarı ederek, kapamıştım odamın kapısını serserice. Benden önce gece girmişti odama pencereden. Daha önce hiç görmediğim bir geceydi.
Odaya girer girmez, gözlerimde aniden beliren hummalı bir dudak, belalı sesler duyduğunu, bu gecenin şu ana kadar yaşanan diğer gecelerden farklı olacağını söylemiş ve yüreğim o an odadaki eşyalara alışılmışın dışında bakmaya başlamıştı.
Tedirgindim...
Sanki ruhuma, dev bir sel gibi akan, dağlar kadar büyük tedirginliğimin kaynağı odadaki eşyalardaydı.
Dört adımlık kısa voltalar attığım küçük odamın tam ortasında, kalbi ateşle yüklü sevecen sobam, sobanın sağ tarafında, duvar dibinde, dikine uzun, enine kısa, garip uykucu yatağım; sol tarafta pencere kenarında, üzeri kitaplarla, defterlerle, karalanmış kâğıtlarla dolu sevimli, çalışkan masam ve masanın ayrılmaz parçası hatta hayat arkadaşı sandalyem... Her şey ama her şey sabah odadan çıkarken bıraktığım gibiydi. Değişen hiçbir şey yoktu...
Bilincimin meydana getirdiği kendisine göre mantıklı hezeyanlarla can bulan şaşkın gözlerim, odadaki eşyalara değişik açılardan, farklı aynı zamanda ince ve titiz bakışlar fırlatmış, sonuç olarak kendinden emin bir eda ile ucube olan hiçbir şey olmadığını, ortalıkta hüküm süren tedirgin sessizliğe meydan okurcasına haykırmıştı:
- Her şey yerli yerinde! Değişen hiçbir şey yok! Neden beni heyecanın ve korkunun kucağına atıyorsunuz?
Dağ doruklarının asiliği vardı ses tonunda düşüncelerimin. Güven vermişti bana bu ses, inanmıştım bu sese yürekten…” “Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”
2- Gerçekte yaşanmamış olaylar bir hayal penceresinden yaşanmış gibi gösterilir.
“Onu gördüğüm an kutupların kalın buz tabakalarını eritecek sımsıcak bir rüzgâr esti içimde. Beynimde buzdan şimşekler çaktı, bütün bedenimi tatlı bir heyecan sardı ılık ılık. Kırmızı bir gül açtı ufuklarımda kendiliğinden…”
3- Öykülemede diyalog ve hikâye etme yerine bilinç akışını kullanır. Dolaşık ve karmaşık anlatım yöntemlerini dener. Simgelere, mitolojiye, efsanelere, mistisizme, nihilizme, fanteziye yönelir.
“İşte o an yeniden doğduğumu ve benle beraber etrafımdaki tüm canlıların yeniden doğduğunu sezer gibi oldum. Uzayan ufuklar aydınlandı birden, renk değiştirdi mevsim ve ben kendimin, bir anda uykudan uyanan bir dev gibi dirildiğimin şahidi oldum; kanım daha deli akmaya başladı damarlarımda, gözlerimin görme duyusu yüz misli arttı, kulaklarım hassaslaştı, koku alma organım beş kilometre uzağımdaki bir çiçeğin kokusunu algıladı…
Ne oluyor bana?
-Benim adım Aşk!
Karıncalandı kalbimin duvarları, seyrek bir ormanın büyülü maviliği konakladı saçlarıma, bir kuğunun gözlerinde gördüm kendimi, derin bir suyun içinde nefes almaya başladım sanki, sanki sudan çıkarınca başımı boğuluyordum, suyun içinde ay parlıyordu bembeyaz, gözlerimden yaşlar akıyordu…
-Ne oluyor bana?
-Benim adım Aşk!”
“Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”
4-İç diyalog hâkimdir ve gerçek yaşamda karşılaşılan kişilerle hayal dünyasının kişileri, masal kişileri, çizgi film kahramanları birlikte verilebilir
“ İnsanın içinde yaşayıp da ona istemediği hareketleri yaptıran, ismi konmamış bir şey olabilir miydi?
Mümkün müydü?
Bir süre sonra böyle bir şeyin mümkün olabileceğini öğrendim.
Ölü bakışların çıplak omuzlarda konakladığı bir pazar gecesiydi. Yeni bilenmiş bıçak gibi keskindi hava. Havanın keskin soğuğuna inat içimdeki lavlar bin dağı yok edecek kadar güçlüydü. Bir üşüyor bir yanıyordum ve ben yanmaya başladığım an annemi düşünüyor, onu düşündükçe ağlıyor, gözyaşlarımı içime akıtıyordum. İşte o zaman dışarının soğuğunu hissediyor, üşüyordum. Anlaşılmaz bir tezadın içinde buluyordum kendimi hep. Ya en baştaydım ya en sonda. Ya yanıyordum ya donuyordum. Ya ağlıyor ya da gülüyordum...
Farklı, anlaşılmaz, karmakarışık düşünceler beynime hücum ediyordu, yıldızları saymaya kalkıyordum. Süha yıldızında buluyordum kendimi. Sokak kedilerini, köpeklerini maskeli görüyordum. İskeletler gökyüzünde kanat takmış uçuyorlar, geceyi üşütüyorlardı. Korkunun kalbini yiyor ve titriyordum korkudan.
Korkma! Diyordu beynime ışıklar içinde inen bir ahu ve ben dünyanın en cesur, en güçlü, en kararlı, yenilmez insanı oluyordum. Bütün benliğime yayılan cesaret, şaşkınlık yelkenini de alıyordu üzerimden. Karşımda kupkuru bir ağaç üç beş saniye içinde yemyeşil oluyor, çiçekler takıyordu esvabına ve ben bu olağanüstü olay karşısında hayret dünyasına düşmeden gayet sakin durabiliyordum. “Bu ben miydim?”
“Aşkın Gizemi – Selim Savaş Karakaş”
5- Postmodernizm, modernizmin sorgulanmadan, herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel değerler olduğu görüşünü reddederek ortaya çıkar. Doğru kabul edilenler doğru olmak zorunda değildir. Sorgulamak gerekir, tek yönlü değil her yönüyle sorgulamak. Postmodernizmde gerçeklik unsurundan çok kurmaca ön plandadır.
“Mesela, dünyada neden açlıktan kırılan bebekler, yoksulluktan perişan aileler, isteklerde, beşiklerde cansız sabiler, artıklarla yaşamaya çalışan kişiler varken silahlara yapılıyordu bütün yatırımlar? Yaşatmaktansa öldürmek daha mı kolaydı? Dedelerin ninelerin, torunların, kundaktaki çocukların, bir anda iki yüz bin insanın ölümüne sebep olan atom bombasının babası-ismi lazım değil-gerçekten bir bilim adamı olabilir miydi? Amacı nedir bilimin, hayatı kolaylaştırmak mı, can almak mı? Uzaylılar dünyamızı ilk ne zaman ziyaret etmişlerdi, hayat neden adil değildi... ?
- Ya duyu organlarım, neden bu kadar hassas olmuşlardı? Sokaklarda, geniş caddelerde gezerken insanların farkına bile varmadıkları pek çok ayrıntıyı görebiliyordum:
Omzuma çarparak kaldırımda ilerlemeye çalışan yirmi beş yaşındaki işsiz gencin beş saat yedi dakika bir saniye sonra ikinci kattan başına düşecek bir nesneyle hayatının değişeceğini, yeni dostluklar kuracağını, mutluluğa yelken açacağını; hemen sağ kolum hizasında gülerek yürüyen lise son sınıf öğrencisinin uyuşturucu müptelası olduğunu, çok geçmeden komaya girip okul tuvaletinde çırpına çırpına can vereceğini ve hatta ikazda bulunsam bile beni dinlemeyeceğini biliyordum…
Yürekleri parçalayan sesiyle yanımdan geçen ambulansın içindeki kişinin bir dakika 23 saniye önce ölmüş olduğunu biliyordum…
Suratına insan maskesi takarak aramızda gezinen, gerçekte asalak varlıklara benzeyen uzaylıları tiplerinden tanıyordum. Karşı kaldırımda yürüyen kırmızı şapkalı bayanın bir haftalık hamile olduğunu ve çocuğunun cinsiyetini ve hatta hamile olduğunu kadının kendisinin bile bilmediğini, yirmi iki metre altı santim gerimde kalan iş hanının dokuzuncu katında iki saniye önce planlı cinayet işlendiğini; panolardaki noktalama ve harf hatalarını, öğrencilerin umutsuz çırpınışlarını görebiliyordum….”
“Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş”
6-Postmodern bir romanın sonu hiç de hayal edildiği gibi noktalanmaz. Belki de yazılan hiçbir şey gerçek değil hepsi de kurmacadır. Veya yaşanılan her şey gerçek fakat eylem yoktur.
“Aşkın Gizemi” isimli romanın da okuyucuları şaşırtan bir sonu vardır.”
Postmodernizm Nedir?
1.Dünya Savaşı sonrası kendisini göstermiş olsa da tam olarak II.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmış bir akımdır diyebiliriz.
Düşünce olarak mimaride, plastik sanatlarda ve yazın alanında etkili olmuştur.
Yaşam biçimi olarak da benimsenen postmodernizm, modernizm sonrası, ona ek olarak ele alınır. Varlığını modernizme borçludur. Ancak modernizme karşı çıkış değildir. Modernizmin bir sonraki sürecidir. Zaten "post" sözcüğü de "ek, sonra" anlamına gelir. Bu nedenle modernizmle zıt düşmesi ya da modernizm yanlısı olması söz konusu değildir. Yine de modernizmden ayrı düşünülmesi yanlış olur.
Yaşam biçimi olarak benimsenmesi tartışılacak birçok yanı beraberinde getirmiştir. Örneğin Türkiye gibi modernizmi tam olarak yaşayamamış ülkelerde modernizm sonrasının yaşanılmaya çalışılması ya da yaşanılıyor sanılması büyük bir yanılgı olur.
"Bir postmodern sanatçıyı isyankâr gösteren, onun esaretidir. Yaşanılmakta olan dünyayı eleştirebilecek, modernizm karmaşasını ve zıtlıklarını yakalayabilmek edinimleri ve bunları yansıtışıdır."
Postmodern yazında konu bağlarında geriye dönüşler vardır. Daha önce yazılmış metinlerden yola çıkarak yeni metinler üretilir. Hem sorgulama, hem de yanıt arama bir arada görülür.
Roland Gerard Borthes (1915-1980) ve James (1882-1941)’un yanı sıra Türk yazınından Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Selim Savaş Karakaş postmodern olarak nitelendirilen yazarlardan sayılırlar.
Modernizmi esas alan anlatmaya dayalı metinlerin ortak özellikleri şunlardır:
* Modernizm, geleneksel olanı, yeni olana tabî kılma tavrı; yerleşik ve alışılmış olanı, yeni ortaya çıkana uydurma eğilimi ve düşünce tarzıdır. Modernizm, nesnelerin, varlıkların, durumların göründükleri gibi olmadıkları düşüncesine dayalıdır.
* Klasik (geleneksel) roman, dış dünyayı, çevreyi ve toplumsal olanı önemser; dışa dönük bir özelliğe sahiptir. Modern roman ise içe dönüktür. Bireyin iç dünyasına, ruhuna, bilinçaltına eğilir.
* Klasik romancı, daha çok dış dünyayı, toplumsal ve siyasal olayları öne çıkarır. Modern romancı ise gerçeğin dış dünyada değil, insanın iç dünyasında saklı olduğuna inanır ve toplumsal olana değil psikolojik olana yönelir.
* Öykülemede diyalog ve hikâye etme yerine bilinç akışını kullanır. Dolaşık ve karmaşık anlatım yöntemlerini dener. Simgelere, mitolojiye, efsanelere, mistisizme, nihilizme, fanteziye yönelir.
* Olay örgüsü, estetik kaygıyla ve insana özgü bir gerçekliği ifade etmek üzere düzenlenir.
* Klasik (geleneksel) roman içeriğe, anlatılana önem vermesine karşın modern roman, sanatsal boyuta, tekniğe, kurgulama yöntemine, dilin kullanımına, dile dayalı oyunlara, biçime önem verir.
* Modern roman, klasik romandan konusu, tekniği ve amacı bakımından ayrılır. Bu roman anlayışının ortaya çıkışında Freud ve psikanalizin büyük etkisi vardır.
* Somut dünya gerçekliği yerine soyut gerçeklik önem kazanır.
* Sait Faik, Haldun Taner, Yusuf Atılgan, Vüsat O. Bener, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Attila İlhan, Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Füruzan gibi son dönem yazarları bu anlayışla roman ve hikâye yazmışlardır.
Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Pınar Kür, Yusuf Atılgan, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin, Bilge Karasu, Nedim Gürsel, Selim Savaş Karakaş ise "postmodern (modernötesi) romanlar" yazarlar. Postmodernizm öncelikle bilinç akışı yöntemine tepki olarak doğar; fakat aynı zamanda klasik (geleneksel) roman anlayışına da karşıdır.
* Postmodernizm, modernizmin sorgulanmadan, herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel değerler olduğu görüşünü reddederek ortaya çıkar. Postmodernizmde gerçeklik unsurundan çok kurmaca ön plandadır.
* Yazar, bir topluluk üyesi olmaya karşıdır; kendi bireyselliğini egemen kılmaya yönelir. Bu tür romanda son genellikle belirsizdir. Alışılagelmiş sonlar bulunmaz. (Aşkın Gizemi-Selim Savaş Karakaş)
* Tek bir konu, tek bir bakış açısından verilmez; çok yönlü, çok kültürlü, değişik bakış açılı romanlar yazılır.
* Bütünlük yerine gerek bireyler ve kişilikleri açısından, gerekse olaylar açısından parçalanmışlık öne çıkar. (Aşkın Gizemi, Tutunamayanlar)
* Somut gerçeklikle soyut gerçeklik iç içe verilir. (Tutunamayanlar, Aşkın Gizemi)
* Ciddi duruşa karşı alaycı tutumu benimser. Saçma bulunan durumlar alaycı bir üslupla anlatılır.
* Postmodern yazara göre hayat bir oyundur. Yaşamı kurmacaya dönüştüren roman da oyun içinde oyundur.
* Gerçek yaşamda karşılaşılan kişilerle hayal dünyasının kişileri, masal kişileri, çizgi film kahramanları birlikte verilebilir.(Bunalım- Selim Savaş Karakaş)
* Roman içinde farklı edebi türlerden yararlanılır. (Örneğin Aşkın Gizeminde hikaye, deneme ve şiir biçiminde yazılmış metinler yer alır.)
* Zaman ve mekân geleneksel (klasik) ve modern romandaki kadar belirgin değildir. (Bunalım, Tutunamayanlar)
* Edebiyatın aracı olan dil postmodern romanda amaç haline gelmiştir. Dille oynama, dilin olanaklarını sonuna kadar kullanma, gerek kültür dilinin gerekse sokak dili ve yerel dillerin anlatım olanaklarından yararlanma bu anlayışın en belirgin özelliğidir.
Dilimize yalnızca bu kitabı çevrilen (daha doğrusu çevrilebilen) sadece 175 sayfa olmasına rağmen okurun tabiri caizse “aklını alan” oldukça enteresan bir metin. Yıllardır ABD medyası tarafından bulunamayan yazar Thomas Pynchon, neredeyse yazdığı her eserle en zor okunan kitaplar listesine giren, postmodern edebiyatın en önemli temsilcilerinden. Postmodern delilik ve paranoya kavramlarının oldukça başarılı işlendiği, baştan sona kaotik bir anlatımla ilerleyen bu metnin nasıl bir kitap olduğunun yanıtını kendi içinden vereyim:
“Benden alıyorlar,” dedi işitilmesi güç bir sesle -çok yüksek bir pencerenin yukarı uçuşarak kendini boşlukta bulan perdesi gibi hissediyordu- “teker teker bütün adamlarımı benden söküp alıyorlar. Peşine İsrailliler düşen deli doktorum kafayı yedi; LSD bağımlısı olan kocam kendi içindeki gösterişli şekerleme evindeki odaların, o sonsuz odaların, gitgide daha da kuytularına çekilip bir çocuk gibi el yordamıyla aranıyor ve geçip gitmiş olan, sonsuz uzaklaştıkça uzaklaşıyor; evlilik dışı tek sevgilim ahlaksız bir on beşliyle evlenmek için kaçtı; beni Trystero’ya götürecek en iyi rehberim canına kıydı. Neredeyim ben?”
3.Gabriel Garcia Marquez – Yüzyıllık Yalnızlık
Büyülü gerçekliğin dibine vuran bu roman postmodern anlatı ile edebiyatta yerini almıştır. Postmodern yazın modern anlayıştan farklı olarak öz ve biçimde yeni bir yaklaşımı beraberinde getirmiştir. Buna göre tür ayrımı ortadan kalkmıştır. Modern yapıtta yorumlanabilirlik sınırlandırıldığı halde, postmodern yapıtta okuyucu, okuduğu sırada metni yeniden yazma durumuna geçer. Modernlikte yapıt anlamlılık taşımaktayken, postmodern yapıt söz söyleme sanatıyla (retorik) bezenmiştir. Dil oyunlarına geniş yer verme ve zaman-yer bütünlüğünden uzaklaşma görülür.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.