- 191 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 14. Bölüm
***
Hayriye Aslan kendisiyle baş başaydı. Sessizliğin sesiyle boğuşuyordu. Aslan yoktu. Ümmühan diğer odada yengesiyle beraberdi.
Bu düğün kararına asla razı gelmiyordu ama elinden gelen bir şey yoktu. Kalabalıkta kaybolmuş bir çocuk kadar çaresizdi.
Aslan’ın bir şeyler yapmasından korkuyordu. Özellikle kendisine bir şey yapabileceği korkusu kanını donduruyordu. Onun gücünü hissedebiliyordu. Aslan’a bu konuda bir şey söylememişti. Ama anne içgüdüsüyle onun bir çeşit gücü olduğunu söylüyordu. Amcasının kömürlükte geçirmesi için verdiği cezanın sabahında, kömürlüğe girdiğinde bu gücü görmüştü. Kömürler ve odunlar müthiş bir düzenle dizilmişti. Ve kömürlük sıcaktı. Hayır orası asla ısınamazdı. Orayı Aslan ısıtmıştı. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordu ama bu ısınma normal olamazdı.
Çaresizdi. Eşi yoktu. Dayanacağı bir duvar yoktu. Öyle olmasa zihinsel engelli kızını Ümit gibi yarı akıllı birine verir miydi?
Bu düşüncelerle odadan çıktı ve Hayriye’nin yanına gitti. Düğün hazırlıkları için yapılması gereken tonlarca iş vardı.
25 Haziran 1996 Salı Günü
Düğün için imece usulüyle her şey hazırlanmış görünüyordu. Aslan, Yeşil Sahaya geldiğinde ilk gördüğü şey şatafattan uzak bir düğün merasimiydi. Fakirlik ve yokluk ayakkabının içerisine giren bir parça taş gibi rahatsız ediyordu. Alan, ağaçların arasına gerdirilmiş ışıklar, boyaları dökülmüş çeşit çeşit sandalyeler, bir ayağı ne yapsan diğerinden kısa olan ve bir türlü dengede durmayan birkaç masa ve her haliyle yoksulluğu belli olan mahalle sakinleriyle dolmuştu. Dizi yırtık, bol belli pantolonlarına ip bağlanmış erkek çocukları, baba ceketi giymiş birkaç genç ve entarileriyle hanımlar gelmişti.
Müzik yoktu ama ilahiler çalıyordu. Bir iki çocuk lambaların sarı ve loş ışığında koşuşturuyordu. Aslan çevresindeki tüm bu insan selinin içerisinde nefes almakta zorlanıyordu.
Yusuf, hemen yanındaydı. ‘Her şey gayet güzel gidiyor.’ Dedi.
Aslan bir şey demek istemedi.
Ay ışığının gümüş ışıkları altındaki kız kardeşi giydiği gelinliğiyle bir kar tanesi gibi duruyordu. Kız kardeşinin arkasında ve çevresinde gölgeleri yükselen ve birer canavarı andıran bir sürü siluet vardı. Aslan, gördüğü bu karenin aklının karanlık dehlizlerinden bir daha çıkmayacağını biliyordu. Ölürken bile bu anı hatırlayacağından emindi.
Acaba, babası biliyor muydu? Kızı evlenirken burada olması gerekmez miydi? Ya annesi? Onun duyguları nasıldı?
O an gözüne Ömer çarptı. O da düğüne gelmişti. Biraz uzaktaydı ve tekti. Onu görünce iyice huzursuzluğu arttı.
Çalmakta olan ilahi amcasının kendi kaset çalarından bin kere dinlediği ilahiydi. O an çok huzursuz hissetti. Tüm benliği kirli sepetine atılan çamaşırlar gibi kırış kırış olmuştu.
‘Allah.’ Diye bağırdı küçük bir çocuk. Aklınca zikir çekiyordu. Bir başka çocuk ondan cesaret alarak kafasını sallamaya ve zikir ritüeline katılamaya başladı.
Aslan yüzünü döktü iyice. Kendini iyi hissetmiyordu. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Aklında hep ölüm vardı.
‘Çocuklar işte.’ Dedi Yusuf. ‘Bir yere oturalım mı?’
Aslan yine bir şey demedi.
An be an düğün kalabalığı artıyor, insan kalabalığı bir sel gibi Yeşil Sahaya doluşuyordu. Sıçan, Remzi, Emir ve mahallenin diğer çocukları da tek tek bu sele karışıyordu.
‘Raylara gidip oturalım.’ Aslan ilk kez konuşmuştu. Yusuf bir şey demeden onun yürüdüğü yöne doğru yürüdü. Şimdi biraz daha uzak bir yerdeydiler. İlahi sesi yankılı bir tonda geliyordu.
‘Üzüldüğünü biliyorum.’ Dedi Yusuf.
Aslan ağlıyordu. Sonra bir an gözgöze geldiler. Yusuf arkadaşına sarıldı. Aslan kendini tamamen bıraktı ve ağlamaya başladı.
***
Tüzgemder Raporlarından Alıntıdır.
Türkiye Zihin Geliştirme Merkezi Derneği olarak Aslan Aslan ve ailesini daha derinlemesine incelemeye çalıştığımızı belirtmek isteriz. Geçmiş kuşaklarda Aslan’a benzer bir akrabalarının olabileceği fikri bizi bu noktayı aydınlatmaya itmektedir.
Bir de Aslan’ın düğünden sonra evine gitmesi olayı var. Amcasını bir çırpıda öldürebilecek güce sahipken onunla aynı evin kömürlüğünde ölümü beklemek bir çeşit günah çıkarma ayini miydi?
Her şeyin bilimsel olarak araştırılması ve bilmin ışığında incelenebilmesi için Tüzgemder ailesi olarak çalışmalarımıza devam ediyoruz.
***
Aslan biraz olsun kendine gelmişti. Gözlerini elinin tersiyle sildi. Yusuf ‘Düğünleri hiç sevmem.’ Dedi. ‘Halay çekenleri de anlamıyorum. Harbi. Çok saçma değil mi?’
‘Öyle.’ Dedi Aslan. ‘Çok aptalca.’
Sonra bir anda Nadim Hocayı fark ettiler. İkisi de ayağı kalktı.
‘Altıma işediğimde bana yardım etmişti.’ Diye geçirdi içinden.
Gülümsüyordu. ‘Burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?’ diye sordu.
‘Öylece oturuyorduk Baba.’ Dedi Yusuf.
‘İkiniz de çok yakışıklı olmuşsunuz.’ Dedi. Her birine ayrı ayrı bakarak.
Aslan biraz utanmıştı. Öyle alelade şeyler giymişti. Abartı yoktu. ‘Sağ olun Hocam.’ Dedi Aslan. İçinden yakışıklı olmadığını düşündü.
Nadim Hoca ilahinin okunduğu tarafa doğru döndü. Yusuf ve Aslan da o tarafa bakmaya başladılar.
‘Kendi düğünümü hatırlattı.’ Dedi Nadim Hoca. ‘Aynı böyle bir yaz akşamıydı. İlahiler eşliğinde bir düğün olmuştu.
Ceketimin düşmesi kopmuştu ve ben bütün gece elim düğmenin koptuğu yeri kapatmakla meşgul bir halde geçirmiştim. Ama yine de güzel bir düş gibiydi. Bir daha hiçbir düğün bana o havayı tattıramadı.’ Aslan’a bakıyordu.
‘Üzüldüğünü biliyorum. Yapılan düğünün yerinde olmadığını ben de biliyorum. Kardeşin ve Ümit umarım mutlu olurlar.
Bazen şer görünen bir işte hayır vardır. Belki de bu düğünde de bizim göremediğimiz bir hayır vardır.’ Dedi.
Aslan bir şey demek yerine başını önüne eğdi.
Nadim Hoca Aslan’a ve oğlu Yusuf’a göz kırptı ‘Sizi uzaklaşırken gördüğüm için gelmiştim.’ Dedi ve oradan uzaklaştı. Nadim Hoca giderken elinde iki gazoz şişesiyle Emir göründü. Hemen arkasında Remzi vardı. Nadim Hocayı görünce ona selam verdiler.
‘Hocamız ne diyor?’ diye sordu Emir. Yıllar geçse de o piçlik üzerinden hiç gitmiyordu.
Yusuf ‘Düğün hakkında konuştuk sadece.’ Dedi.
Düğün alanında küçük bir hareketlenme oluyordu. İki kişi kenarlarından tuttukları bir masayı alana götürüyordu.
Düğün beklenenden daha kalabalık olacak gibiydi.
‘Her şey gayet güzel gidiyor.’ Dedi Remzi.
Emir’in elindeki diğer gazozu aldı ve dibini görene kadar içti. Gork diye geğirdi. Çocuklar gülüştüler.
Aslan’ın biraz olsun neşesi gelmişti. Hocanın söyledikleri aklına oturmuştu. O sırada Hakan da yanlarına gelmişti.
***
Saat 20:48 Akşam ezanı okunuyordu.
İlahiler sustu.
Ömer Akın, Remzi ve Hakan’ı beklemeye koyuldu. Biraz uzaktan onları görebiliyordu. Yusuf ve Aslan ile muhabbete dalmışlardı. Bir sigara yaktı ve yerinden çıkarılmış gibi duran bir taşın üzerine oturdu. Düğün alanına doğru bakıyor, sigara dumanını o tarafa üflüyordu.
Düğünün olduğu alana neredeyse yirmi metre mesafedeydi. Sigara olan eliyle Remzi ve Hakan’ın görebileceği şekilde gel işareti yaptı. Yusuf’un ve Aslan’ın onu görmediği zamanları seçiyordu.
Sonunda Remzi Ömer’in el işaretini gördü. Hakan’a gidelim der gibi bir hareket yaptı. Emir de onlarla gelmek istedi.
Hakan ‘Birazdan biz sizi çağırırız.’ Dedi ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşıp Ömer’in tuzak kurduğu tarafa doğru gittiler.
Ömer ‘Nerede kaldınız lan?’ diye sordu.
Remzi ve Hakan’ın karanlıkta birer gölge gibi kendisine doğru geldiğini görmüştü.
‘Tamam geldik işte.’ Diye çıkıştı Remzi.
Çocuklarla gazoz içiyorduk.’
Ömer ‘Beni dinleyin.’ Dedi. O bok çuvalını tam buraya getireceksiniz. Ve bunu düğünün en şatafatlı olduğu esnada yapacaksınız.
‘Ne şatafat ne şatafat. İlahiden başka bir şey çalınmayacak.’ Dedi Sıçan.
‘Sana öyle geliyordu.’ Dedi Ömer. Bu tip ilahili düğünler öyle başlar ama ortalara doğru şıkır şıkır herkes oynamaya başlar.’ Dedi ve pis pis sırıtmaya başladı.
‘Asıl eğlence O bok çuvalını bu bok çukuruna attıktan sonra başlayacak.’ Diye ekledi.
Ömer’in gözlerinden heyecan ve nefret akıyordu.
‘Ayıktınız mı?’ diye sordu.
Remzi ve Hakan tamam der gibi başlarını salladılar.
‘O pisliği bir tekmede bu bok çukuruna yollayacağım. Sonra ben tüyerim. Siz de ne yapıyorsanız yapın. Patlayana kadar gülersiniz.’ Dedi ve az öncekinden daha biçimsiz şekilde sırıttı.
Remzi ve Hakan’da Aslan’ın o bok çukuruna düştüğündeki halini düşününce kahkahalarla gülmeye başladılar.
Akşam ezanı bitmişti. Diğer birkaç caminin ezanı hala okunuyordu.
Yeşil Cami İmamı Nadim Hoca vakur bir edayla akşam ezanını okudu. Sonra az bir cemaatle akşam namazını kıldırdı ve caminin aşağısındaki düğün alanına gitmek için yola koyuldu.
Nadim Hoca alana vardığında hala ilahiler çalıyordu. Bu tip ilahili düğünlerde bazen yaptığı üzere ilahi söylemek için müzik sisteminin olduğu yöne doğru ilerledi. Bir sandalye alıp oturdu ve kaset çaların kapatılmasını bekledi. İşaret ve orta parmağı yapışık olan genç kız, hocanın ilahi söyleyeceğini anlayınca ilahiyi kesti. Hoca kalabalığa baktı ve eline aldığı mikrofonla (Bozuk bir radyonun hoparlörünü idareten bir mikrofona çevirmişlerdi.) güzel bir ilahi okumaya başladı.
Herkes mest olmuş bir halde onu dinliyordu. İlahi bitince lisan-i münasiple bu tür düğünlerde hareketli şarkıların da çalınabileceğini söyledi. O sırada yerinde kıpır kıpır olan Hacı Kerim Durmaz’ın gözünün içine bakıyor ve adeta gözleriyle ona ‘Ben buradayken sana aksi bir şey demek düşmez.’ Diyordu.
Bunun üzerine az önceki kız koşar adım çantasının olduğu masaya gitti. Çantanın içerisinde birkaç kaset aldı ve tekrar sahneye doğru yöneldi. Kalabalığın bu anı beklediği her hallerinden belli oluyordu.
Play tuşuna bastı ve ortam şenlendi. Herkesin içinde bir oynama isteiği belirdi. Çünkü kaset çalarda Mezdeke çalıyordu.
Yusuf ve Aslan çalan şarkıyı duyunca düğün alanına doğru gitmeye karar verdiler. Aslan ‘Sadece ilahi çalınacaktı.’ Dedi.
Yusuf ‘Babamın söylediklerinden sonra artık kimse karışamaz.’ Dedi.
Yürüdüler ve kalabalığın içerisine karıştılar.
Aslan üzerindeki o huzursuzluğu atmıştı. Müziğin ritmine uymaya çalışıyordu. Herkes oynuyor, düğünün tadını çıkarıyordu. Düğün alanının ortasındaki masada kar beyaz gelinliğiyle Ümmühan ve damatlığı büyük gelen Ümit oturuyordu. Ümit ceketinin uzun kollarını geri ittirerek ellerini çarpıyor, Ümmühan ise her şeyden habersiz ona bakıp gülümsüyordu.
Misafirlerin halay çektiği alan iyice dolmuştu. Hacı Kerim uzaktan kalabalığı izliyor ve yüzünü ekşitiyordu. Hayriye ve Zarife köşede bir masada oturmuş oynayan gençleri izliyordu. Hayriye Hanım içiten içe kederliydi. Eşi Namlı Aslan’ın da burada olmaması onda bir şeylerin yarım kaldığı hissini veriyordu.
***
Saat 21:10
Sıcak haziran akşamı gümbür gümbür çalan oyun havalarıyla doluvermişti. Yusuf ve Aslan halay çekilen alana yakın bir yerde ayak durup oynayanları izliyorlardı. Yusuf çok yorulduğu için plastik sandalye bulup oturdu. Yusuf halaya katıldığı için iyice terlemişti.
Ömer uzaktan Hakan ve Remziye vaktin geldiğini işaret etti. ‘Gidelim.’ dedi Hakan. Gürültüden sesi anlaşılmamıştı. Remzi Bir Ömer’in olduğu tarafa bir Hakan’a bakıyordu. ‘İş boka saracak.’ Dedi. Remzi yüzünde biriken terleri sildi. ‘Yusuf gelmezse işimiz daha kolay olur.’ Dedi.
Hızlı adımlarla Aslan’ın olduğu tarafa doğru gitmeye başladılar. İkisinin içinde de korku vardı. Birazdan Aslan’ın başına gelecek iğrençlik içlerine sinmiyordu ama Ömer’in korkusu baskındı ve attıkları her adımda arkalarından bir gölge gibi onları takip ediyordu.
Söze ilk başlayan Hakan oldu. ‘Sıkılmadınız mı? Şu tarafa doğru biraz yürüyelim.’ Dedi. Yapacağı kötülüğün vicdan azabı gözlerinden yansıyordu.
‘Kalabalıktan biraz uzaklaşmış oluruz.’ Diyerek söze girdi Remzi.
Yusuf, Aslan’a bakıyordu. Aslan beklenmedik bu davetten pek bir şey anlamamıştı.
‘Olur.’ Dedi ve ardından Aslan’a baktı. Onun için de bir sorun olmadığını anlayınca sandalyeden kalktı.
Ömer’le birlikte hazırladıkları üzeri toprakla kaplanmış bok çukuruna doğru yürümeye başladılar. Ömer kayanın arkasına gizlenmişti. Aslan’ı görür görmez yerinden çıktı. Aslan tamda istediği noktada duruyordu. Ömer bileğini yukarı kaldırdı. ‘Bu bileği kırmıştın.’ Dedi. ‘Hatırlıyor musun?’ Aslan neye uğradığını şaşırmıştı. Yusuf bir şeyler olacağını anlamıştı. ‘Buradan gidelim.’ Dedi. Aslan bir şey demedi. Ömer’e döndü. ‘Ben isteyerek yapmamıştım.’ Dedi.
Arkada müzik sesi geliyor, konuklar oynuyor, gecenin kasveti her şeye rağmen an be an çökmeye başlıyordu.
‘Şappp’ Ömer’in tokat sesi bir yıldırım gibi Aslan’ın yüzünde çakmıştı. Aslan kesilen bir ağaç gibi çukurun içerisine düştü.
Remzi ve Sıçan birbirine baktılar, gördükleri manzara karşısında gözleri büyümüştü. Sonra gülüşmeler başladı.
Kahkahalar ardı ardına geldi.
Yusuf, Aslan’ın bok çukurunda debelenişi karşısında donmuş kalmıştı.
***
Yusuf DEMİRCİ’nin yıllar sonra Aslan Aslan’a dair yaptığı araştırmasından bir kesit.
Her şey çok ani bir şekilde gelişti. Hayretler içerisinde ve donmuş bir vaziyetteydim. Aslan bir bok çukurunun içerisinde debeleniyordu. Önce ne olduğunu anlayamamıştım. Aslan bir bataklığa düşmüş gibiydi.
Sonra çukurdan yavaşça çıktı. Öğürdü. Kustu. Gözleri bok ve çiş yüzünden kan çanağına dönüşmüştü. Öylece ayakta dikildi. Ağzındaki pislikleri yere tükürdü. Müzik susmuş. Herkes bizim olduğumuz tarafa akın etmeye başlamıştı. Ben girdiğim şoku uzun süre atlatamadım. Hala kıpırdayamadan duruyordum. Sadece kalabalıktan birilerinin Aslan için ‘Bok kokuyor.’ Dediğini anımsıyorum.
Başımı bok çukuruna doğru çevirdiğimde, bok çukurunun hafif dalgalarla durulmaya başladığını gördüm. Aslan’ın üzerinden boklar akmaya devam ediyordu. Aslan onlarca insanın arasında düştüğü durum karşısında bitme noktasına gelmişti. Dizlerinin üzerine çöktü. Utancından yerin dibine girmişti.
Sanırım kalabalıktaki çocuklardan biri güldü. Sonra gülüşme sesleri arttı. Gülüşmeler bir mikrop gibi oraya koşuşturanlara bulaştı. Sonra herkes gülmeye başladı. Hacı Kerim, eşi Zarife, oğlu İhsan… Sanırım en çok onların gülmesi işi çığırından çıkardı.
Hayriye Hanım, kızını da alarak bu kötü durumu görmemek için Nadim Hocanın evine doğru çaresizce gitti. Oğluna yapabileceği bir şey yok gibiydi. Ama bu iğrençliği yapana bir şey demeliydi. Bu işi yapana dersini vermeliydi. Ama yapmadı. Sessizce kızını da alarak uzaklaştı. Hepsi bu.
Tüm bunlar olurken uzaktan drezin ekibinin çan sesi duyuldu. Büyük bir trenin geçeceği zaman olurdu bu.
Aslan yerinden kalktı ve gitmek istedi. Bir şey yapmayacaktı. Sadece gitmek ve oradan, bu zalimliği yapanlardan, gülenlerden uzaklaşmak istiyordu. Ama ona bile müsaade edilmedi. Birisi onu tekrar bok çukuruna ittirdi. Kimdi hatırlamıyorum. Aslan tekrar o bok çukurunda debelendi. Herkes karınları ağrıyana kadar gülüyor, neşe içerisinde
Aslan’ı birbirlerine gösteriyor, bu iğrençliğe gülüyorlardı.
Ömer çoktan kaçmıştı. Onu bir türlü göremedim.
Aslan tekrar o bok çukurundan çıktı ve yürümeye başladı. Yanımdan geçerken kusmamak için kendimi zor tutmuştum. Öyle beter bir haldeydi işte.
Aslan caminin yanındaki o sapa yolda gözden kayboldu. Kahkaha sesleri bir canavarın sesi gibi ardından onu izliyordu. Bazıları yaşarmış gözlerini siliyor, bazıları gülmekten ağrıyan karınlarını ovuşturuyordu.
Bütün bu olaylar birkaç dakika içerisinde olmuştu. Kimse Aslan’ın o bok çukuruna kimin attığına aldırış ettiği yoktu. Herkes kendinden geçmişti. Düğünün bir manası kalmamıştı.
Kalabalıktan bir çocuğun Aslan’ın geri geldiğini söylediğini hatırlıyorum. Sonra bir trenin geldiğini duydum. Ağır ağır kalabalığa doğru yaklaşıyordu.
***
Saat 21:25
Hacı Kerim Aslan’ın ölümü çabuk ama iğrenç oldu. Hiçbir insana yakışmayacak şekilde can verdi. Ölümün sıcak ya da soğuk nefesini bile hissedemedi.
Tren raylarından havalanan vagonu göremedi bile. Büyük bir gürültü ve toz bulutunun içerisinde kıyma gibi ezildi.
***
Saat 21: 33
Erzurum İtfaiyesine Gelen Telefon Konuşmasından Alıntıdır.
Çok kötü. Durum çok kötü. En az otuz vagonluk bir tren raylardan çıktı.
110 Çağrı Merkezi Personeli: Sakin olun ve adres verin.
Şehitler Mahallesinde, Yeşil Caminin altındaki alanda her yer yanıyor. Çabuk olun. Ne olur.
110 Çağrı Merkezi Personeli: En kısa sürede intikal edeceğiz.
Lütfen çabuk olun. İnsanlar yanıyor. Çığlıklarını duyuyorum.
110 Çağrı Merkezi Personeli: Tüm birimlerimizi sevk edeceğiz. Lütfen sakin olun ve korunaklı bir yere geçin. İsminizi alabilir iyim?
Ben Yeşil Cami İmamı Nadim Demirci. Lütfen çabuk olun.
Saat: 21: 29
Erzurum Emniyet Genel Müdürlüğüne Gelen Telsiz Anons Metni.
Merkez, Tüm birimlerin dikkatine. Büyük bir tren kazası yaşandı. Tüm birimlerimiz ivedi şekilde vereceğim adrese geçsinler. Tekrar ediyorum ivedi şekilde vereceğim adrese geçin. Ekiplerimiz can güvenliğini alarak görevlerini yapsınlar.
Saat: 21:27
112 Acil Hattına Gelen Konuşmalardan alıntıdır.
Alo lütfen yardım edin. Lütfen Allah aşkına hemen gelin.
112 Çağrı Merkezi Personeli: Lütfen sakin kalın ve bana ne olduğunu anlatın.
Bir sürü insan öldü. Her taraf yanıyor. Bir sürü insan tren vagonlarının altında kaldı.
112 Çağrı Merkezi Personeli: Adres söyler misiniz?
Şehitler Mahallesindeyiz. Yangını uzaktan görürsünüz. Durum çok kötü.
112 Çağrı Merkezi Personeli: En kısa sürede yardıma gelmiş olacağız. Lütfen kendinizi koruyun.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.