- 274 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PENCERE
BU DÜNYA BİR PENCERE HER HELEN BAKAR GİDER!
youtu.be/cgJ4EjUzQaY?si=zTqQGb1HeuGPai4b
Her birimiz ortalama yetmiş-seksen yıllık süresince, geçmişinde on binlerce yaşam tecrübesi bulunan ve gelecekte de olası en az bu denli olacak olan bir ırkın afâkî mümessili olarak yaşıyoruz.
KENDİ PENCEREMden baktığımda, bu on binlerce yıllık tarihin anlamını kavrayamayıp birkaç on yıldan oluşan kendi kısacık yaşamımı, tarih ummanında bir damla dahi olmamasına karşın, her şeyin merkezi gibi algılardım. Hormonlarımın gereği, içgüdüsel olarak türümün devamını sağlamak için yapmam gerekeni yaptım. Bunları bana ilk düşündüren milenyumun başlarında oğlum olmuştu. O vakitler henüz 12-13 yaşlarındaki oğlum bana "beni niçin dünyaya getirdiniz?" diye sorduğunda "türümün devamı" yanıtını vermiştim. Oysa bütün zekâma ve bilgi birikimime karşın, bilinçli olarak kurgulama yapabilmeyi yirmi yıl sonra 60’lı yaşlarda deneyimlemeye başladım. J.P.Sarte’ın "kazayla doğmuş, yanlışlıkla yaşayan ve bilgisizlik içinde ölen" insanlarından olmamaya karar verdim.
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim; dünyayı paylaştığım diğer canlılardan farklı olarak, yaşamım süresince edinimlerimi sonraki kuşaklara, onların da bu deneyimleri yaşamalarına gerek bırakmayacak biçimde aktarma ülküsünden hareketle, yaşamımı sürdürebilmek için yarım asrı aşan "öğretmenlik " mesleğinde en iyi öğrenme metodu olarak "deneme-yanılma" metodunun, çok ta geçerli bir metot olmadığı sentezine ulaştım. İlkokul çağlarımda "yavru kurt"tum. Yalnız geçireceği ilk kışı sağ salim atlatabilmek ve kışın yediği ayazı unutmamak için annesinden öğrendiği bütün avlanma, savunma-saklanma, hayatı idame etme tekniklerini deneyerek öğrenmek zorunda olan kurt yavrusu gibi yetişti-m-rildim. Doğada anne kurt ne denli deneyimli olursa olsun, yavru kurt, her şeyi en başından teker teker denemek durumundadır. Oysa ki düşünen ve düşündükleriyle doğayı değiştirebilen bir varlık olan insan böyle olmamalı...
Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçı. Tercüme ve yorumlamalarıyla Aristo’yu Avrupa’ya yeniden tanıtan, İslam felsefesinde Aristocu akım olan Meşşaîliğin temsilcilerinden olan İbn-i Rüşt; insanlığın ortaklaşa düşünüşünden bahisle, "İnsan Ölür, İnsanlık Kalır" mottosunu yaratmıştır. Buradan yola çıkarak ben de ’insan ölür, sen yaşamını anımsa’ çıkarımını yapıyor ve dünyaya öyle bakmaya çalışıyorum.
Yakın tarihte Türkiye’de; toplum tarafından içselleştirilip şimdilik anıtlaştırılamayan örnekleri çok olmasına rağmen; 23 Aralık 1930 günü, İzmir’in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki’nin şeriat isteyen bir grup yobaz tarafından öldürülmesi olayını örnek olarak anımsatayım. Menemen’de Kubilay adlı bir yedek subay öğretmen, bile isteye gencecik boynunu kör bıçaklara teslim ediyor. Bu asla boşuna değil. Toplum bu gencecik öğretmen yedek subayın özverisinden alması gereken dersi alıyor ve yönetenler yapılması gerekeni yapıyor. Anısına Menemen Meydanı’na heykeli dikiliyor, seksen yıla yakın ders kitaplarında nasıl korkusuzca direndiği anlatıldı- anlatılıyor. Bir bireyin ölümü, toplumun onu fark etmesini sağlıyordu.
1600 yılının 17 Şubatında Roma’da; İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist, rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranı, doğacı coşkunluğun düşünürü de denilen Giordano Bruno; karanlık, dogmacı kilisenin görüşlerine karşı geldiği için dinsizlikle suçlanıp Çiçek Meydanı’nda canlı canlı yakıldı. G. Bruno 52 yıllık yaşamı boyunca kilisenin dayatmalarına karşı diyalektik düşünceyi ve bilgilerin, akıl ve deney üzerine temellendirilmesini savundu. Aristotales’i eleştirerek, Kopernik’in güneş sistemi prensiplerini benimsemiştir. Engizisyon yedi yıl boyunca Bruno’yu zindana atmış, işkence yapmış,sdaha sonra da yakarak öldürmüştür. İnsanı yaratılışın merkezine koyan dini görüşü teorileriyle sarsan Kopernik ise Kilise tarafından mahkum edilmiştir. Gerçekler uğruna korkusuzca işkenceye ve ölüme direnen Bruno, bugün özgür düşüncenin bir sembolüdür. İnsanlığın bu çok önemli dersi alması için Bruno’nun ölmesi gerekiyordu. Bilim ve sanat adına idam edilen ilklerdendi Bruno.
Ünlü düşünür, 4000 sayfayı aşan bir yazı kaleme alarak mahkeme kararına karşı dönemin yozluğunu yansıtan şu cümleyi haykırdı:
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.”
Bir de iyice geriden gidip bakıtığımızda insanlığa, Kafkaslar’da sarp dağların tepesinde, Tanrı Zeus tarafından zincirlere vurulan ve bir kartalın her gün ciğerlerini yiyerek karnını doyurduğu bir titan görüyoruz. Acısını sonsuz kılmak için ciğeri her gün yeniden oluşan bir titan. Ta ki Herkül gelip onu bu yaşadığı sonsuz işkencelerden kurtarana dek. Prometheus, insanlarla ateşi (bilimin ve aydınlanmanın sembolü) paylaştığı için Zeus tarafından, bir kartalın (bazen akbabayla karıştırılır) her gün, geceleri yeniden oluşan karaciğerini yemesiyle cezalandırılmıştır. Onu Kafkas dağının tepesindeki bu işkenceden Zeus’un oğlu olan yarı tanrı ve ölümlü Herakles kurtarır. Bütün acılarına karşın Prometheus her zaman insanların yardımına koştu.
Sonuç olarak, insanlığın mükemmelleşerek sürüp gitmesi için, her birimiz gerektiğinde, bizim için ne denli zor olursa olsun, yapmamız gerekenleri yapmalıyız. Zira önemli olan ben değil, bizdir. İnsan değil insanlıktır. Çünkü asl’olan hayattır, gerisi teferruat...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.