Suyun Büyüsü
Günün ortasıydı. O, dalgın dalgın yürüyordu. Kıyıya vardığında uykudan yeni uyanır gibiydi. Gölün kıyısına ilk kez geliyormuş gibi hayranlıkla baktı etrafına. Peş peşe derin nefes aldı.
Bütün yol boyunca saksağanların, martıların seslerini duymadığını anımsadı. Belki de onlar hep ötüyorlardı da, O duymamıştı. Bunun endişe tuhaf ve anormal olduğunu düşündü oracıkta, o çıplak kayanın üstünde. Elleri yan ceplerinde öylece çakılıp kaldı. Tıpkı bir putu andırıyordu O’nun o dik duruşu. Suyun durgun görünümünden alamıyordu gözlerini. Yan taraftaki büyük kayanın üstünde, iki kadın oturmuş sohbet ediyordu, ama onları düşünecek vakti yoktu. Su, mavi tülden bir çarşaf gibi hafif hafif kıpırdıyordu. Hatta, tümüyle sessizlik olduğunda, suyun şarkı söylediğini duymak mümkündü...
Bir süre gözlerini alamadı suyun ışıldayan kıpırtısından. Az sonra suyla beraber sürüklendiğini, uzaklaştığını duyumsadı. Başı döndü. Ürperdi. Mütemadiyen iki adım geri attı. Derin bir huzurun damarlarında akarak, vücuduna yayıldığını hissetti aynı zamanda.
Aslında biliyordu. Çok iyi biliyordu; suyun o tarifsiz büyüsüydü bu. Böyle olduğunu bildiği halde: "Nasıl olur! Hem korkup, hem de gizemli bir huzur duyabilir insan?" dedi içinden. Bu düşünceyi irdelemekle meşguldü ki; hızla ilerleyen motorlu bir botun gürültüsüyle, sudaki kıpırtıların hırçın dalgalara dönüştüğünü gördü. "Aman tanrım! Bu su yaşıyor!" dedi. Sesli söylemişti bunu. Sesini duyduğuna şaşırdı.
Şaşkınlıkla, gülümseme arasında kaldı bir an. Botun agresif gürültüsü, O’nun daha fazla o kayanın üstünde durup suyu izleme isteğini yok etmişti. Tam dönüp gidecekti ki, martıların ciyaklaması arttı. Onların, botun peşinden ve suyun yüzünde kümelenmelerini izlemeden edemedi. Bir süre daha durup, onların balık için suya dalışlarını izledi. " Ne zeki yaratıklar!" dedi. Ardından da; "Hayat işte! " diye mırıldandı. Az sonra bir uçak motorunun sesi, O’nun sesini boğdu. "Artık gitmeliyim burdan!" dedi. Hüzünlenmişti nedense...
Kıyı boyunca uzanan ince patika yolda taşlara basa basa yürüdü. Oldum olası seviyordu taşları - hele hele onların üstünden atlayarak yürümeyi. Her zaman olduğu gibi; çalılıkların, servilerin ve kayın ağaçlarının arasında dolaşmak iyi geliyordu ruhuna. Doğanın şeffaf ve konuşkan huzuru, onu içine çekiyordu. Buna rağmen, binbir türlü düşüncenin zihnini yormasına da mani olamıyordu. Bu nasıl bir çelişkiydi?
Sualler, sualler. Bitmek bilmeyen sualler... Mantıklı, nerede bulunabilirdi, kimler tarafından? Yoksa...yoksa yanıtları da mı ondaydı? Bir kuralmış gibi, kimi sorularına soruyla yanıt veriyordu O. Bu nasıl bir retoriktir? Kısır bir döngü içinde, muhatabi da yine kendisiydi.
Kıyıya küser gibi sırtını döndü. Ormanı hedef alarak yürümeye başladı. Oysa suya, ondaki tılsıma henüz doyamamıştı. Su... Su ki, hem içindekileri, hem de dışındakilere hayat veren emsalsiz bir nimettir...Önünde, çocuk arabasıyla yürüyen genç kadına takıldı gözü. Nasıl da hızlı ve çevik yürüyordu. Hiç düşünmeden adımlarını büyük atmaya ve hızlanmaya başladı. Onun kadar çevik olup olmadığını ölçmek ister gibi bir hali vardı. Bilinç altında ne olduğunu izah edebilecek durumdaydı aslında; ama oralı olmadan hızlanmıştı bir kere. Bu, delice - hatta çocuksu- bir sınav mıydı yoksa?
İki bisikletli onu hızla geçti. Kendi şeridinde, onların peşlerinden koşma isteği doğdu içinde. Oysa bu pek mümkün değildi; çünkü daha şimdiden nefes nefese kalmıştı. Dudakları gerildi. Güldü. Utanç duyar gibi güldü. "Kondisyon diye bir şey kalmamış!" dedi ardından. Gerisi gelmedi. Gerçekle yüzyüze gelmek böyle bir şeydi. İnsanı anında kıskıvrak tutardı omuzlarından. Sarsardı. Ayılmasını sağlardı! Zaten eski ağırbaşlı konumuna çoktan geri dönmüştü de, Allah’tan... "Neden yarışabileceğimi düşünüyorum ki...? Ne oluyor bana böyle? Nasıl oluyor da sık sık kim olduğumu, yaşımı başımı unutuyorum? Gençlere öykünmek de nereden çıktı?" dedi. Bu bir yaş krizi mi? Yaşlılık korkusu mu? Halbuki bu suallerin cevabı da, yine kendisinde gizliydi...
Ormanın serinliği, nemi, kokusu vurdu yüzüne. Orman... bir başka senfoniye davet ediyordu her zaman. Bu çok farklı bir nimetti... Bu pastoral cennet, O’nu mest diyordu "Ah, ne çok severim sizi, bir bilseniz!" dedi. Adımları yavaşlamıştı. Etrafa bakmaktan başı yerli yerinde durmuyordu. Boyun kaslarında ağrı hissetti. Birden bir bülbül sesiyle irkildi. Put kesildi. Soluğunu tuttu. Evet evet, hiç kıpırdamamalıydı! Onu ürkütmemeliydi... "N’olur öt, ötmeye devam et! Beeniiim için!" diye yalvardı. Ağır ağır başını yüz seksen derece çevirdi. Gözleri fal taşı gibiydi. Her an olağanüstü bir mucize yaşamak ister gibi, ağaçların doruklarında dolaştı gözleri. Bülbülü aradı habire. Alacalı yeşilden ve ağaçların gövdelerinden başka bir şey göremedi. Gözleriyle ağaçların dallarını uzun uzun taraması, bir sonuç vermedi. Derin bir iç çekti ve... yoluna devam etti.
Uzun zamandır gitmediği bir yöne saptı bu kez. Ormanın derinliklerinde kıvrılan patika yoldan birine yöneldi. İçindeki soyut ürpertiyle etrafına daha dikkatli bakmaya, gözlemlemeye koyuldu. Mis gibi çam ve nem kokusu birbirine karışmıştı. Ağaçların arasında zıplayan sincaplar, tavşanlar ve kuşların senfonisi, yol boyunca eşlik ediyordu ona. Ayaklarının altında birbirine geçen ağaç köklerini, toprağın yumuşaklığını seviyordu. Karanlıktan korkmasa, bir çadır kurabilirdi bu cennetin orta yerine ve haftalarca yaşayabilirdi belki...
Kıvrılan yolun öbür ucunda köpekli biri gözüne ilişti. Biraz daha yaklaşınca adamın yaşlıyı olduğunu anladı. Tuhaf bir şekilde rahatladı; "Demek ki bülbülü ben kaşırtmadım. Bu köpek yüzünden!" dedi içinden. Böyle düşündüğü için de gülümsedi. Köpek onu fark edince havlamaya, yuları çekiştirmeye başladı. Adamın boğuk homurtusunu duydu. Köpek anında sustu. Onlara yaklaşınca; "Oğlan çok naziktir aslında. Sadece çok sosyal!" dedi yaşlı adam. Karşılıklı gülümsediler. "Evet! Belli oluyor! Çok da sevimli" demekle yetindi. İyi günler, dileyip ıssız ormanın sukunetinde yoluna devam etti.
Önüne çıkan yokuşa sapmadan dönüp arkasına baktı; çünkü adamın sesini duyuyordu. Adam, köpeğin hizasına kadar eğilmiş, konuşuyordu. Belli ki minik köpeğini biraz daha terbiye etmesi gerekiyordu.
Onun; "Her karşılaştığımıza sataşamazsın. İnsanları rahatsız etmemelisin! Havlamamalısın... Tamam mı?" dediğini duyar gibiydi.
Pek haksız da sayılmazdı, değil mi?
H. Korkmaz, 2023 Sthlm
YORUMLAR
Çok akıcı, çok doğal, tertemiz ve bol oksijenli bir anlatı. :) Havamız,nefesimiz açıldı.
Sonu çok ironik. Tebrik ederim.
Tüya
Teşekkür ederim, Güney bey.
Saygılar çokça.
Tüya
Kayalara tünemeler, keyifli uzun yürüyüşler sınırlandı, Gule.
Teşekkür ederim gelişine.
Hep sevgi ile.