- 286 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 13. Bölüm
17 Ağustos 2000 Perşembe Arka Sayfa Haberlerinden Bir Kesit
Tren kazasının olduğu güne dair araştırdığım her şeyi bu köşede sizlerle paylaşmaya çalıştım. Aslan Aslan kendi halinde bence zararsız biriyken bir canavara nasıl dönüştü önce bunu irdelemek lazım.
Aslan’ın babasız geçen çocukluğunun ve onun eksikliğini hayatının her anında hissetmesinin, Aslan’ın ruhsal ve zihinsel değişiminde çok büyük etkisi var. Bunu yaptığım röportajlardan ve edindiğim izlenimlerden hareketle rahatlıkla söyleyebilirim.
Diğer taraftan Aslan, annesinin çaresizliğinin de kurbanıydı. 25 Haziran 1996 Salı günü neredeyse tüm mahalle eşrafının katıldığı düğünde yaşanan katliamın sebebi Polis raporlarından anlaşılacağı üzere raylara dizilen taşlardan kaynaklanıyor. Ben bu duruma ve resmî kurumların yaptığı açıklamalara katılmadığımı belirtmeliyim. Aslan’ın çocukluk yıllarında yaşadığı travmalar onun zihninde daha önce hiçbir insanda görülmemiş bir etki yaptı. Bu söylediğimin bilimsel hiçbir tarafının olmadığının farkında olduğumu belirtmem gerekiyor. Fakat, bazı açıklanamamış durumların olduğunu da tekrar belirmem gerekiyor. 22 Haziran 2000 Perşembe günü yayınladığım yazıda Gürbüz KAYA adlı mahalle sakiniyle yaptığım görüşmeden kısa bir özeti tekrar aktarmak istiyorum:
‘’Ömrüm boyunca o gün gördüğüm ilginç doğa olayına benzer bir şeyi ne gördüm ne de duydum. Bu tuhaf doğa olayını gören şanslı (Belki de şanssız) azınlıktan biri de bendim elbette. 9 Mart 1979 yılının öğle saatlerinde ne olduğu konusuna gelmeden önce, o yılın kış aylarında Erzurum’un yoğun bir kar yağışı altında olduğunu ve sıcaklığın sıfır derecenin üzerine çıkmadığını belirtmem gerekiyor.
Gökyüzü, o gün adeta başka bir boyuta açılmış gibiydi. Bulutlar, o boyuttan gelmiş uçan daireler gibi göğü istila etmişti. Dışarısı olması gerekenden aydınlıktı. Karların üzerinden yansıyan ışık gözlerimi zorluyordu. Bulutların sardığı ve lapa lapa yağan kar taneleri uçan dairelerden atılan adı bilinmeyen mermiler gibiydi. Her şeye rağmen Erzurum, o kar yağışının altında bir inci kutusunun yere düştüğünde oluşturduğu bir görüntüye sahipti.
Şanslı azınlık (Ya da şanssız azınlık) o gün, 9 Mart 1979 Cuma günü, Şehitler Mahallesinde, gökyüzünün tamamen bulutlarla kaplandığı, kar yağışının fırtınaya döndüğü öğle vakti, sadece bir evin üzerine yağmur yağdığını görüyor ve adeta hayretle bu tuhaf hava olayını izliyorduk. Bu doğaüstü olay, kar yağmayan evin çatısına solucanlı yağmurun yağdığının görülmesiyle iyice tuhaf bir hal almıştı. Evin çatısından gökyüzünü dikine kesen ve görünmeyen bir set varmış gibiydi. Bu set, o yoğun kar yağışını durduruyordu. Sadece o evin çatısına yağmur bırakan bu garip hava olayını o ana şahitlik edenlerin gözüne gözüne sokuyordu.’’
Görgü tanığı Gürbüz KAYA’nın bize aktardığı olay Aslan Aslan’ın doğum günü doğduğu evde yaşanmıştır. Sırf bu olay bile Aslan’ın daha doğduğu ilk günden insan üstü bir güce sahip olduğunu bize gösteriyor.
Yazı dizimizi okumaya sonradan dahil olan okurlarımız için 29 Haziran 2000 Perşembe günü Aslan’ın ilkokul öğretmeni Kemal ALAGÖZ ile yaptığım görüşmeden kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum:
‘’Öncelikle hemen belirtmeliyim ki Aslan sıra dışı bir çocuktu. Dersleri süperdi. Anlattığım şeyleri sadece dinlerdi. Derslerde not aldığını hatırlamıyorum. Buna ihtiyacı da yoktu. Onun özel bir çocuk olduğunu anlamıştım. Bunu bakışlarından anlamıştım, hem de ilk gördüğüm gün.
Aslan Aslan’ın tuhaflıkları herkes tarafından biliniyordu. Yani, tuhaflıktan kastım normal bir çocuk gibi değildi ve herkes bunun farkındaydı. Onun, adı konulmamış bir akıl gücü vardı. Aslan Aslan, okuduğu bir şeyi hemen ezberleyebiliyordu. İlgisiz gibi görülen şeyler arasında ilişki kurabiliyor, bulmaca ve legoları hiç zorlanmadan yapabiliyordu. Sanırım Aslan’ın bu gücünün farkına varan ilk kişi bendim. Tanıdığım birkaç doktorla bu konu hakkında konuşmaya ve bilgi almaya çalıştım. Görüştüğüm doktor arkadaşlarımdan maalesef tahmin ettiğim ‘Süper Zekalı Çocuk’ değerlendirmesini alamadım. Doktor arkadaşlarım bana Aslan’ın herkes gibi sıradan birisi olduğunu söylemişlerdi. Şimdi düşünüyorum da…’’
Kemal Beyin bir öğretmen olarak Aslan’ın zekâsı karşısındaki hayreti bizleri bir noktaya götürüyor; Aslan Aslan doğaüstü bir zihin gücüne ya da akıl gücüne sahip.
Yazımı noktalamadan hemen önce belirtmem gereken bir konu daha var; Tren kazasının olduğu o gün Aslan’ın maruz kaldığı kötü durum, kız kardeşinin çaresizliği ve üzerine Ömer Alkan’ın yaptıkları bu korkunç olaya giden son noktasıydı. O gün gerçekleştirilen düğün, Yeşil Saha diye tabir edilen yerde yapıldı. Olayın bu kadar elim bir hal alması elbette bu alanın tren raylarının hemen üst kısmındaki geniş arazide olmasından kaynaklanıyordu. Elbette Yeşil Saha maddi zorluklar çeken mahalleli için bedava düğün yapılabilecek bir yerdi. Fakat o gün için doğru yer değildi.
Sevgili okurlarım gelecek hafta tekrar buluşmak dileğiyle…
Özdemir DEMİR
***
19 Haziran 1996 Çarşamba
Evde tam bir ölüm sessizliği vardı. Aslan adeta yıkılmış bir vaziyette amcasının aldığı kararı dinliyordu. Hayriye Aslan her zamanki çaresizliğiyle içinde dualar ediyordu. Bir ara gözyaşlarını silerken ‘Hayırlısı böyleymiş.’ Dedi.
Hacı Kerim ‘Hayırlısı tabiki de böyleymiş.’ Dedi. ‘Başka birisini bulabilecek miydik?’ Sinsi gözlerini Aslan’ın üzerinden ayırmayan Zarife Hanım eşinin söylediğini destekliyordu. ‘Başkasını bulamazdık. Vallaha hayırlısı böyleymiş.’ Dedi.
Yaşadığı bu son darbe hayatında aldığı darbelerden çok daha beterdi. Aslan’ın elleri titriyor, göz kapakları açılıp açılıp kapanıyordu. Sinirinden ağlamamak, birini öldürmemek için kendine hâkim olmaya çalışıyordu.
Aslan gözlerini yumdu. Bir iki damla yaş artık akması gerektiği için yanaklarından süzüldü. Titreyen ellerini kısacık kesilmiş saçlarının arasında çaresizce gezdirdi. Ne yapacağını ne tepki vereceğini bilmiyordu. İçinden bir kere daha babasına lanetler okudu. O burada olsaydı her şey farklı olurdu.
Annesinin duasını tekrar duydu. ‘Hayırlısı böyleymiş.’
Aslan bu düğün kararının korkunç sonuçlar doğurabileceği olasılığını kimsenin anladığını sanmıyordu. Gözlerini açtığında her şeyden habersiz Ümmühan’a baktı. Kız kardeşine hiç dayanamıyordu. Bugüne kadar amcasını öldürmemesinin tek sebebi oydu. Ümmühan’ın evliliğin ne olduğundan bile haberi yoktu. Masum ve temiz yüzüyle olup biteni anlamaya çalışıyor, annesine Ümit’in kim olduğunu sorup duruyordu. Aslan bu durum karşısında artık göz yaşlarına hâkim olamıyordu. İçli içli ağlamaya başladı.
Hacı Kerim ‘Haziran’ın yirmi beşinde düğünü yapacağız evvel Allah.’ Dedi. ‘Hazırlıklarınızı ona göre yapın. ‘Korkut Abiyle görüştük. Aileler arasında bir düğün olacak. Çalgı çengi olmayacak.’
Hayriye Hanım titrek bir sesle ‘En azından masrafsız basit bir düğün yapsak abi.’ Dedi. ‘Kızımı gelinliklerin içerisinde görmek benim de hakım. Çalgı çengi yine olmasın. He abi.’
Hacı Kerim eliyle kırlaşmış sakallarını kavradı. Hanımıyla göz göze geldi. Zarife Hanım ‘Aman bana ne.’ Der gibi bir bakış attı.
Hacı Kerim kendini beğenmiş bir surat ifadesiyle ‘Olur. Ama nerede? Ben düğün salonu falan tutmam.’ Dedi.
Zarife Hanım hemen söze karıştı. ‘Yolun aşağısında yaparız.’
Hacı Kerim gözlerini kıstı. ‘Neresi?’
‘Çocukların top oynadığı boş arazide. Kürt Aynur’un kızı ile Eğri Ahmet’in oğlunun düğünü de orada yapılmıştı. İki sandalye atarız. Nadim Hocaların evinden Elektrik çekip birkaç tane ampül takarız. Olur biter.’
Hacı Kerim bu defa yüzünü ekşitti. Aklından bir muhasebe yaptığı belli oluyordu. Eşinin söylediği şey pekte masraf çıkaracak bir şey değildi. Zaten mahalle sakinleri düğün yaptığında orayı, yeşil sahayı kullanırdı.
‘Olur. Olur.’ Dedi kalın sesiyle. ‘Nikahı da Nadim Hoca kıyar. Resmi nikah sonra yaparız.’
Aslan orada kalıp kardeşi Ümmühan ile sokak arkadaşı Ümit’in evliliğine dair şeyler duymaktansa sakin bir yere gitmeye karar verdi. Bir hışımla oradan ayrıldı. Gözlerinde hala yaş vardı. Çok üzgün hissediyordu. Hem kardeşi için hem de Ümit için alınmış felaket bir kararı öğrendiği ve bu felaketin önüne geçemediği için çaresizlik duyuyordu.
Yolun karşısına geçti. Caminin hemen yanındaki ara sokaktan tren yolunun olduğu o boş araziye, yeşil sahaya attı kendini. Burası sakindi. Bir taş bulup üzerine oturdu. Belki bir tren gelir diye tren yoluna baktı. Hiçbir ses yoktu. Hala sinirliydi. İçinde yanan bir ateş vardı. Canı yanıyordu. Farkında değildi ama tren raylarındaki taşlar sobanın üzerinde kaynayan su gibi titreşiyordu. Daha sonra taşları havaya kaldırdı. Raylara özenle dizdi. Bunu yaparken zihnide hiçbir zorlanma hissetmiyordu. Zaman geçtikçe nesneleri daha iyi kontrol edebildiğini keşfediyordu.
Daha büyük bir nesneyi hareket ettirmeyi hiç denememişti. Bunu yapmak istedi. Etrafına bakındı ama uygun büyüklükte bir cisim bulamadı. Oturduğu taş toprağa gömülüydü. Yerinden atladı. Taşa odaklandı. ‘Yüksel!’ taş kurumuş toprağı yırtarcasına oynamaya başladı. ‘Yüksel!’ Ve taş havadaydı. Kaç kiloydu? Bunu bilmiyordu ama çok ağır olduğundan emindi. Neredeyse bir araba sığacak kadar bir oyuk vardı. ‘Aşağıya!’ Taşı tekrar indirdi.
Zihin gücü kalbinin deliler gibi atmasına ve vücudunun müthiş derecede ısınmasına sebep oluyordu. Ve acıkıyordu. Şimdi olduğu gibi. Ama bu defa fena halde acıkmıştı. Bitkin bir haldeydi. Eve gitmesi gerekiyordu. Yavaş yavaş yeşil sahadan geçti. Ara sokağı geçerken gözleri karardı. Caminin oraya geldiğinde bayılmamak için direniyordu. Eve vardığında artık tamamen bitkin bir haldeydi.
***
24 Haziran 1996 Pazartesi
Ömer yapacağı iğrençliğin her şeyini kendisi planlamıştı. Bu işte kimseye güvenmiyordu. Muhsin Amcanın ahırına gittiklerinde planını ne Ramazan’a ne de Hakan’a anlatmıştı. Bir el arabası hayvan pisliğiyle ne yapacağını bilmiyorlardı. İşin içerisinde Aslan’ın olduğunu biliyorlardı ama Aslan’a yapacağı şeyi bilmiyorlardı.
Pazartesi gecesini Salı sabahına bağlayan saatlerde Yeşil Sahaya gitti. Çevrede kimsecikler yoktu.
Gecenin karanlığında etrafı iyice kolaçan etti. Ay ışığının altında gümüş bir halıyı andıran Yeşil Saha görünüyordu.
El arabasını alıp hemen işe koyuldu. Heyecanlıydı ve kimseye yakalanmaması gerekiyordu. Alnında biriken terleri sildi. İşe koyulmadan önce bir sigara yaktı. Karanlıkta bir ejderhanın gözü gibi parlayan sigara ateşine baktı. Şimdi kendisini daha sakin hissediyordu.
Kendisini hiç telaşa vermeden hemen işe koyuldu. İlk kazmayı vurduğu anda artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini fart etti. Kazma darbeleri ardı ardına geldi. Toprak yumuşaktı ve pek fazla taş yoktu. Kürekle kazdığı toprağı dışarı attı. Çukuru gözden geçirdi. Henüz İstediği kadar derin değildi. Tekrar kazmayı aldı ve kazmaya devam etti.
İçinden bir şarkı mırıldanıyordu. Kazmayla işi bittiğinde tekrar küreği aldı. Karanlıkta bir ses duyduğunu sandı. Hemen yere çöktü. Kulak kabarttı. Bir bekçi düdüğü olabilir miydi? Bunu düşünce onu korkuttu. Gecenin bir vakti ne yaptığını asla açıklayamazdı. Sonra ses uzaklaşmaya başladı. Kürek yardımıyla kazdığı çukurdaki toprağı dışarı attı. Neredeyse bir mezar kadar genişti.
El arabasıyla taşıdığı hayvan pisliğini bu çukura boca etti. Şimdi yapması gereken bir şey daha vardı. Boşalttığı el arabasını ve kazmayı alarak eve doğru gitmeye başladı. El arabasının gıcırdayan tekerini yağlamıştı. Kimse onun ne yaptığını anlamayacak, bir delil bırakmayacaktı. Eve vardığında el arabasını bahçeye koydu. On litrelik bidonları oradaydı. Babası ve annesi uyanmadan kalan işi de yapması gerekiyordu. Bidonların içi idrar doluydu. Mahalle lağımının aktığı dereden doldurmuştu.
Karanlıkta yürümeye devam etti. Ter kan içerisindeydi. Kazdığı çukura vardı. Bidonlardaki pisliği de kazdığı çukura döktü. Burun deliklerinden içeriye müthiş bir koku doluştu. Ağzından nefes almaya başladı. Karanlıkta bir an az önce bıraktığı küreği bulamadı. Etrafı heyecanla kontrol etmeye başladı. Sonunda bulmuştu. Kürek çukurun hemen yanıbaşındaydı. Kürekle bulamaç haline gelene kadar çukurdaki iğrenç karışımı kardı. Artık iyice yorulmuştu. Hemen işi bitirip gitmek istiyordu. Çukurun üzerini az önce kazdığı toprakla kapattı. Müthiş bir tuzak kurmuştu. Bu müthiş tuzağa, akşamki düğüne kadar şansız birisinin düşmemesini umut etmekten başka yapacak bir şeyi yoktu.
Etrafı iyice temizledi. Çukur hiç fark edilmiyordu. Orada bir çukur kazıldığına dair hiçbir şey kalmayana kadar kürekle etrafı düzenledi. Artık işi bitmişti. Başını kaldırdı ve küreğe dayadığında yüzüne serin bir hava çarptı. Bu ona iyi geldi.
Yapması gereken son şey Aslan’ı bu çukurun olduğu alana çekmekti. Bunun için de arkadaşlarını kullanacaktı.
Küreği sağ eline almadan önce son bir sigara yaktı. Derin derin nefesler çekerken sigaranın ışığında yüzü bir katil gibi görünüyordu.
Sigarasını söndürdü. Diğer izmariti de eliyle aldı ve oradan uzaklaştı.
***
24 Haziran Perşembe
Yusuf Demirci’nin Çocukluk Yıllarında Yazdığı Günlüğünden Bir Kesit
Bugün Aslan ile konuştuk. Kız kardeşinin düğününe saatler vardı. Bana en iyi arkadaşının ben olduğunu söyledi. Çok perişan bir haldeydi. Kederliydi. Kardeşinin düğünüyle ilgili pek fazla bir şey konuşmadı ama içinden bir parçanın koptuğunu anlayabiliyordum.
Bu düğün meselesi onun canını çok fazlasıyla acıtmıştı. Konuşurken gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Kız kardeşinin zihinsel engelli olması ve Aslan’ın elinden bir şey gelmemesi onu mahvetmişti. Amcasına, yengesine, annesine ve babasına çok kızgın olduğunu anlayabiliyordum. Son baharın dalından kopardığı çaresizlik seline kapılıp giden bir yaprak gibi solgundu.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.