- 316 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
GEÇMİŞ YILLAR
Merhaba yavrum,
Size biraz çocukluğumu anlatayım.
Bizler siyah beyaz televizyon ilk çıktığında komşu evlerinde kıyıda köşede izinle televizyonu izleyenlerdik. Sonra sabahları "halk hikayeleri" diyerek en heyecanlı anını ertesi güne bırakıp kahvaltıyı nasıl yediğimizi bilmeden okula giden ve okulda bile merak içinde kalan çocuklardık. Sonra bizim zamanımızda akşam sanırım dokuz buçuk gibi ailece radyo tiyatrosu dinlenirdi. Ailede herkes odasındaki televizyonun ya da bilgisayarın başından kalkamayan çocuklar- büyükler olmamıştı henüz. Ailece bir programı dinlemenin hazzını yaşayan, devamında radyoyu kapatıp anne ya da babanın verdiği öğütleri dinleyenlerdik...
Çok bir eğlencemiz yok gibi görünürdü ama değil... Biz kömür sobasının altında küller arasında pişen patatesin kokusunu hâlâ hissedenleriz, ondan değil mi ki bugün kumpiri sevmemiz. Biz, elektrik kesildiğinde paylaşılan anıları dinlemek için adeta yalvarırdık, kesilsin diye elektrik. Sahi ne çok kitap okurduk biz o yıllar ve doğum günlerimizde aldığımız kitaplar ne güzeldi... Ve sokaklar, tanırdı onlar bizi gece- gündüz. Geceleri biz saklambaç oynarken bekçinin düdük sesi, bize nasıl güven verirdi.
Biz, bin dokuz yüz ellili yıllarda hayata merhaba diyenlerdeniz. O zamanlar pazarda alış veriş yapanların eşyalarını taşımak için erkek çocuklar -nerden buluyorlardı bilmiyorum- tahtalardan yaptıkları küçük kasaların altına tekerlekler takar ve yaptıkları bu tornetlerle hem harçlıklarını kazanır hem de eğlenirlerdi... Sokaklar tornetten geçilmezdi.
Bizim zamanımızda okuldaki kooperatifçilik kolunda bizler sırayla kantinde görevlilerin satışlarına yardım ederdik, o günün hesabını çıkarır teslim ederdik büyük bir iş yeri gibi. Yani hayata güzel hazırlanmışız biz farkında olmadan. Sahi unuttum, bir de beslenme saatlerinde süt dağıtılırdı, tadı damaklarımda ve sıra ile aileler bütün sınıf öğrencilerinin o günkü poğaçalarını -ya da ne vereceklerse- dağıtmak için beslenme saatinde okula gelirlerdi. Ne gururdu, nasıl mutlu olurduk...O, ne güzel bir paylaşımdı.
Ya karagöz? Boş manav kasalarını, annemizden yalvara yalvara aldığımız eski çarşafla kaplardık. Kartonlara çizip boyadığımız Karagöz - Hacivat resimlerini küçük çıtalara çiviyle çakar; karanlık bir odada kasanın arkasına mum yakıp Karagöz-Hacivat oynatırdık arkadaşlarımıza.
Bir de "Şans-Talih" oyunu oynardık. Kartonlara küçük çukurlar açar- başka bir kartona tam o çukurların altına gelecek şekilde numaralar yazar, çikolata kağıtlarıyla bu numaraları kapatır; birleştirirdik kartonları. Sonra evden herkes bir şeyler getiri, numaralandırırdık ve "Şans, talih, kader, kısmet 5 kuruşa" diye kim oynarsa ona kartondan şansına toplu iğneyle açar verirdik hediyesini... Tabii boş da vardı, şans bu...
Ya yılbaşı , bayram kartları yazıp yollardık sevdiklerimize ; onlar da vitrinlere koyar, elektrik düğmelerinin üstüne sıkıştırıp övünürlerdi düşünüldük diye.
(Ve o siren sesleri, camlardaki battaniyeler, gazetelerde banyoda öldürülenlerin kanlı resimleri, Kıbrıs savaşı...)
Kardeşler paralarımızı birleştirir pasta alırdık pastaneden…Azıcık ama çok güzeldi o anlar…
Ve eksik parayı istediğimi belli etmeden babamıza 75 kuruşu verip babamızdan 1 lira aldığımızdaki çocukça mutluluk…
Bir de leblebi tozu var aklımda memleketteki bakkaldan alışılan … Sokaklardaki şekercilerin o renk renk şekerlerini alanların anne babası kızmıyor muydu onlara...Nasıl da imrenirdik o her şekerden azıcık alıp da ellerindeki gökkuşağı renkli şekeri yalayanlara.
(Ve yakılan, toplanan kitaplar… O günden sonra hep kitap aldım inadına..)
Ömür, devam ediyor şimdilik...18. 01. 2010
YORUMLAR
Anılar insanda duygu yükler,
Akıcı bir Yazı serap hocam kutlarım sizi.
Eğitimci olarak yüzlerce kalp kazandınız,bizde öğrenciler yetiştirdik ama nedense çevremiz bozuyor..
Umarım düzelirler.
Kalemin daim Olsun, yüreğine sağlık.
Sizin kadar yazmasam da sanıyorum toplumsal konularda Damla olmaya gayret ediyorum.
Her şey gönlünüzce olsun, selâm ve sevgiler...