- 194 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PARKTAKİ ADAM
PARKTAKİ ADAM
1980’li yılların ikinci yarısı çocukluktan gençliğe geçmeye başladığım yılları oluştursa da, aslında halen çocuk olduğumuz, çocukluğun son tatlı demlerini sürdüğümüz vakitlerdi.
Evimiz Beykoz’a bağlı Kavacık’ta olduğu için doğal olarak en çok gezdiğimiz yerler bize oldukça yakın bir konumda bulunan Kücüksu, Anadoluhisarı gibi gezinti yöreleriydi.
O zamanlar Anadoluhisarı, özellikle de Göksu deresi ve çayırı ile kale pek harap ve bakımsız vaziyetteydi ama yine de çok cazip bir doğa harikasıydı. Hele bugün artık rüyalarda bile görülemeyen ve yüzülemeyen Küçüksu Plajı’na doyum olmazdı.
Bugün kale ve etrafı yeniden düzenlendi, güzelleştirildi. Bu arada kalenin hemen yanıbaşındaki salıncaklı, kaydıraklı park da kaldırıldı.
İşte çocukluğumda bu parka sıkça gidip oynar, salıncağa ve tahtırevana binerdik (ilginçtir, o yıllarda bu oyun aletine, tahterevana, biz seksenlerin çocukları tahtıravelli gibi ilginç bir isim takmıştık. Ne demekse!).
Park da, oyun aletleri de çok güzeldi ama bununla birlikte ortamda can sıkıcı sayılabilecek birşey de, daha doğrusu bir kimse de mevcuttu. Bu kişi, muhterem bir zat, muhakkak artık emekliye ayrılmış, ununu elemiş, eleğini de duvara asmış bir beyefendiydi.
Bu yaşlıca, asık suratlı, yüz hatları nadiren gevşeyen amca bey parkta neredeyse tapulamışçasına kurulduğu, hatta yayılıp genişlediği bir bankta her gün sabahtan akşama dek süren yoğun mesaisinde çevresini her daim alıcı gözlerle denetim altına alır, kim ne yapmış, kim ne etmiş karışır, görüşür, söz gelimi bir çocuk kaydırağa tersten mi tırmanıyor, derhal onu ikaz eder, hatta zaman zaman paylar, daha bunlar gibi neler neler ederdi.
Tabii biz çocuklar için çağımız gereği en büyük zevkimiz olan oyunlarımızı oynarken böyle bir ’bir bilen’, ’müfettişler müfettişi’ bir dede tarafından sürekli denetimli serbestlik altında bulundurulmak hiç de hoş bir duygu durumu değildi; aksine duygu durum bozukluğuna sebep olabilecek bir olaydı.
İyi hoştu da, Bey amca neden böyle yapıyordu? Neden her gün bu parka geliyor, saatlerce banklarda oturuyor, gelen-geçene karışıyor, sürekli ’Bay Doğru’yu oynuyordu? Başka bir işi-gücü yok muydu?
Evet, yoktu. Daha doğrusu yokmuş. Bunu ben henüz muhakeme yeteneğimin tam olarak gelişmediği çocukluk yıllarımda bilemezdim. Ancak yıllar sonra aklım erdikten sonra bilebildim.
Acı gerçek şuydu ki, emekli yaşlı amcanın canı sıkılıyordu. Muhtemelen artık ölümü bekliyor, geciken ölümden medet umuyordu. Yaşam sözcüğü onun için artık ’bitse de gitsek’ dilek kipinden başka birşey ifade etmiyordu.
Elinden ne gelirdi ki başka! Maalesef, yaşlanmayla can sıkılması arasında ters değil, doğru orantı mevcuttu. Yani yaş arttıkça can sıkıntısı azalmıyor, aksine daha da çoğalıyordu. Hisar Parkı bir anlamda onun son sığınağı, yaşama tutunduğu son daldı. Evde bütün gün köşe yastığı gibi bir kenarda oturmamak için son bir dayanak...
Hani çocukluğu, hani ilk gençliği, hayata beraber başladığı dostları, işi, eşi, çocukları, bir su gibi geçen yılları...Hani neredeydi!...
Bugün ne zaman Anadoluhisarı’na, Küçüksu’ya gitsem, gözlerim hep elimde olmayarak - herhalde artık çoktan ötelere taşınmış olan - bu yaşlı amcayı arar. Bana sanki hala bir bankta oturmuş da etrafı keskin nazarlarla kesiyormuş gibi gelir.
Siz de dışarıda gezerken etrafınızı şöyle alıcı gözlerle bir seyreyleyin bakalım.
Böylesi nice ihtiyara mutlaka tesadüf edeceksinizdir...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.