- 315 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-ATATÜRK DERKEN-(5)
“Hakimiyet-i milliye öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur”
Büyük devrimci Mustafa Kemal’den modern çağın şanına yakışacak derin anlamlarla yüklü bir söz. Monarşi, aristokrasi gibi sistemlere dönük öykünmeci hisler taşıyan insan evladının duygularına dokunur kuşkusuz. Bu dokunma motamot bir siyasi gericiliğin nişanesi olmayıp, Monark’ın binlerce yıla dayanan toplum psikolojisinin genetik şifresi halini almış olmasından kaynaklanan elektriksel gericiliğin kitle psikolojisi üzerinde kurduğu kapanlara ancak işaret eder.
Diğer yandan modern dünyanın çeşitli kulvarlarda bir başarı abidesi olduğu da söylenemez. İlkellik uygarlık diyalektiği tartışmalarında da örnekleri görülebileceği gibi çağdaş dünyanın ilkel tutum ve davranışlar sergilemediği dahi söylenebilir mi? Demem şu ki, ilerici, modernleşmeci kavram ve değerlerin tatbikat alanında benzer muvaffakiyeti sağladığını söylemekte oldukça zordur. Ne ki, rutin başarısızlıklar, yetersizlikler ne kadar maziperestliği körüklese de, zaman ileriye doğru akmakta, geriye değil. Basit biçimde bugün altı kasımken, yarın beş kasım olmayacak. Önümüzdeki hafta Cumhuriyetimizin ilanının yüzüncü yıl dönümünü kutlamayacağız ya da.
Her şeyden önce ilk cümlede yer verdiğimiz söz, Monarşik siyasal sistemlerin son asırlarda yaşadığı yozlaşma, devamında ise çözülüp dağılma süreçlerinin bir tezahürü ve tasviridir. Hayatın hangi alanında olursa olsun, devrini doldurmuş yaşlı sistemler karşısında genç sistemlerin yaşadığı bocalama evreleri gençleşmenin değerini ve dahi gerekliliğini ortadan kaldırmaz ki.
Öte yandan Atatürk’ün saltanatın kaldırılması sürecinde söylediği bazı sözlerin radikalizmi daha ziyade dikkat çekmektedir.
“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olup bitti olmaktadır. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olup bitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Açıktır ki, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin bir değişim hatta dönüşümden ibaret olmayıp köklü bir kopuş olacağının, olduğunun bundan daha veciz ifadesini bulamayız. Bu söylev farklı yönlerden değerlendirilebilir elbette. Bir kere saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı süreçlerinin muhakkak surette Atatürk’ün kişiliğinde, benliğinde somutlaşan bir gelişme çizgisi teşkil ettiğini söylemek mübalağa olmayacaktır kanımca. Diğer yandan Fransız ihtilalinin tüm yerküreyi derinden etkileyen siyasal, toplumsal, kültürel mesajları bu söylemde öz ifadesini bulabilir. Sehpa, evet sehpa kavramına varıncaya kadar. Öyle ki, siyasi düşünce tarihinin bakiyesiyle kişisel değil kolektif bir kalıp duruşu önümüze koymaktadır bu radikal söyleyiş. Hani derim ki, övüldüğünde de yerildiğinde de benzersiz olmayıp modern çağın yüklediği devrimsel çizgiye de bağlıdır.
Bir başka cepheden okuduğumuzda da bizim tarihimiz açısından Osmanlı’yı ötekileştiren anlamlarla yüklüdür. Sözüme mim koyun lütfen bu okuyuş biçimi Osmanlıcılık ile Kemalizm arasındadır. Büyük adamın daha küçük ve orta boy seviyelerde okunuş biçimine bağlıdır zannımca. Şöyle ki, Atatürk bu söylemiyle Osmanlı’yı koşullarından bağımsız olarak bir bütün halinde inkâr ediyor değil. Lafzi okuma böyle gösterse de. Mustafa Kemal gerek uygarlık tarihinin, gerekse siyasi askeri tarihin farklı, bambaşka safhaları olduğunu bilmeyecek biri değil her şeyden önce. Söz gelimi askeri lise ve harp okulu eğitimli dereceli bir asker, bir subay olarak Osmanlı tarihinin askeri zaferlerini askerlik taktik ve stratejileri bağlamında ilgiyle izlememiş midir? Ya da fetih, fütuhat kavramlarını çağdaş değerlerle mukayese ettiğinde ret etse dahi nesnel koşulları içerisinde siyasi tarihin büsbütün anlamsız safhaları, evreleri olarak okuması mümkün mü? Monarşik sistemler eski çağlarda yalnızca Osmanlıya mı özgüdür? Dünyanın her yerinde biçimlenmez mi?
Örneğin “Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı.” Cümlesini alırsak; Yörük Türkmen temelli beylik dönemini nasıl okuruz. Okumalıyız? Ertuğrul bey ve Osman bey döneminin boy ve beylik aşamasında böyle bir cebirden, gasptan söz edilebilir mi? O çağın ve koşulların dinamikleri evrensel ölçekte benzeri halleri önümüze koyarken ve dahi yarı göçer bir kültürde çadır, otağ yaşantısı içerisinde beyle bağlıları arasındaki münasebet kardeşçe teşekkül ve tecelli ederken Fransız devrimi kaynaklı Jakobenizmin bizlere gerçekçi bir açıklama sunması mümkün mü? Kaldı ki, hemen akabinde ihtilalin Osmanlı egemenliği altındaki topraklara karşı Napolyon öncülüğünde bir istila hamlesini önümüze koyduğu düşünülürse, siyasi söylemlerin çek edildikleri çağların koşullarından bağımsız düşünülmesi mümkün müdür?
Peki, Atatürk bu gerçekliği bilmez mi? Sorun gerçekliği arz ettiğim çizgide okuması, bilmesi değil ki. Önderin kendi eylemi, koşulları, devrinin nesnel ögeleri, dinamikleri söylemini tayin etmekte. Osmanlı’yı sertçe itmesi, elinin tersiyle itmesi, nasıl dersek diyelim, lider, eylemi ve koşullarına bağlı cereyan etmekte. Reel tarih ve siyaset felsefesi, her çağın farklılaşan toplumsal, kültürel, politik yapılanmasını aşmakta doğallıkla. Osmanlı’nın erken ve orta dönemlerinde sahip olduğu meziyetler geç dönemlerindeki yozlaşma ve çözülüş, çöküş gerçekliğini ortadan kaldırmıyor ki.
Osmanlı’nın tarihsel gelişiminin Türk düşmanlığı üzerinden okunması dahi böyledir özünde. Kişisel kanaatim bir Türk politikasından söz edilebilir Osmanlı’nın.
Efendim! Tam da bu noktada eski Türklerin boylara, oğullara bölünüp dağılma eğilimini, beraberinde Anadolu Selçuklu’nun Kösedağ savaşını, Osmanlı’nın Ankara savaşı ve Fetret devrini göz önüne almadan Osmanlı’nın Türk algısı ve siyasetinin evrelerini sorgulamak hakkaniyeti kaybettirmez mi? Osmanlı evet hanedanı, iktidarı korumak yönünde diğer Türkî yapılara karşı hırçın davranır. Ancak özellikle Ankara savaşı ve Fetret devri Timur kanalıyla Ortaasya’nın Osmanlıyı neredeyse yıkacağı hususunu önümüze koymuyor mu? Biz bugün Türk’ün tek dostu Türk’tür diyoruz da Osmanlı tersiyle burun buruna gelmektedir. Bayezıd’ın Timur üzerinden Osmanlıya yaşattığı tecrübe devletin yıldırım hızıyla yıkılabileceği gerçeğidir. Sonra gelen yönetim erki Türk’le Türk arasındaki zıddiyeti, mücadeleyi görmektedir.
Kuşkusuz bu sözlerimle Osmanlı’nın Türk politikasını kutsuyor değilim. Bilakis Ümmet çağına özgü hususiyetlere değinmekteyim. Osmanlı diğer Türkî yapılarla arasına baraj koyan bir Türk devletidir. İlber Ortaylı’nın anlatımı net ve yerindedir kanaatimce. “Osmanlı Türk’tür, ordunun dili Türkçedir, kançılaryanın (diplomasinin) dili Türkçedir. Devleti kuran hakim unsur bir Türk aşiretidir. Bu imparatorluk Türk’tür.” Demekte ünlü tarihçimiz. Padişah anaları Türk değildir diyenlere de “Çok iyi derecede Türkçe öğrenmesi lazım bir cariyenin, öyle filmlerdeki gibi yamuk yumuk bir Türkçe ile padişahın huzuruna çıkmak mümkün değildir.” Demekte yine. Harplerde kullanılan savaş taktik ve stratejilerine kadar Türk ordu kültürünü önümüze koymakta imparatorluk.
Ha Osmanlı Türkçü bir siyaset izlemedi derseniz, o çağlarda milliyetçilik tandanslı yönetim güden hangi dünya ülkesi, devleti, imparatorluğu var birader denmez mi? Ümmet çağının siyasal, toplumsal, kültürel parametreleri işler Osmanlıda da.
Sözün özü büyük Atatürk’ü kendisinin de kimi sözleriyle apaçık reddettiği biçimde dogmatizme boğmak, bir doktrin adamı olarak lanse etmek fevkalade yanılgılı ve yanıltıcıdır. Harpler dönemiyle Cumhuriyet dönemindeki söylemleri arasındaki farklılıkların izahı ise çok basittir aslında. Harpler döneminde saltanat hakimiyetinde, Cumhuriyet sistemi içerisinde olmamamıza karşın, Cumhuriyet yönetimi safhasında ise harpler evresini geride bırakmış olmamız gerçekliğe ve bu değişen realitenin okunmasına direkt yansımaktadır.
Nihayet, kimi çevrelerin öne sürdüğü şekilde Çanakkale ve Milli Mücadele evresinde asıl niyet ve düşüncelerini sakladığı, barışa geçildikten sonra giderek ivme kazanarak gerçek rengini saldığı hususu şehir efsanesinden öteye geçmeyeceği gibi, ters yönde de Atatürk’ün koşullar ve dönemlere bağlı olmayan kalıp bir ilerici statükonun adamı olduğu hususu da bir başka aşka kanat açan bambaşka bir safsatadır dersem sakın şaşırmayın!
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Nur içinde yatsın.
Var ol kardeşim.
Yüreğine sağlık.
Kalemine bereket.
Selam ve saygı bıraktım buraya.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.