Yel Değirmeninden Savrulanlar
Tanımını yapamadığım düşünce girdabındayım. Başlangıçta donuk olan düşüncelerim bir bir erimenin yolunu tutuyor. Bir gölete dönüşüyorlar. Mistik bir diriliş sözkonusu oluyor tam orta yerinde.
Harfler şekilleniyor birdenbire. Sonra heceler, sonra uzunlu kısalı kelimeler...
Bunlar, hiç ummadığım bir anda net olmayan fısıldaşmalara, esintilere evriliyorlar havada. Az sonra uluorta ve paldır küldür saçılıyorlar, bir yel değirmeninden savrulurcasına. A a! Bu da ne? Bulundukları yerde tomurcuklanmaya, filizlenmeye başlıyorlar!
-Bu durumda, infilak eder mi beynim, diye geçiriyorum içimden. Bilmediğim bir nedenden ötürü allak bullak oluyorum. Ne istiyor bütün bu düşünceler benden, diyorum... Bağırsam duyarlar mı sesimi?
Biraz odaklandığımda anlıyorum ki, kulaklarıma seslenmek istiyor oluşan kelimeler. Ya da belki de benim onların peşinden gitmemi istiyorlar. Hangimiz daha hızlı acaba? (Kızım, sen kafayı mı yedin ne!)
Düşünce mekanında hiçbir şey plansız programsızsız değilmiş gibi geliyor bana. Ancak bildiğim, kavradığım tek şey, düşüncelerde bir balans oluşturma isteğimin olması. Yani nedense onlarla oynamayı seviyorum. Onlar cilve yaptıkça, ben peşlerine veriyorum kuşkusuz... Size göre onların spesifik bir isteği, deyişi olmayabilir. Ama bana göre değil. Ben onları iyi anlamak, ya da ceremesinden kurtulmak tümden.
Evet, iyi anladınız! Kendi kendime konuşuyorum ve dimağımdan söz ediyordum size. Beynimde bir mantar gibi beliren, tıpkı ilk defa güneş yüzü görmüş tomurcuklara benzeyen düşüncelerimden. Onlar beni sevmeyebilirler; ama ben, onları çok seviyorum. Onlar ki, olabildiğince aceleci, sabırsız ve uçarı kelebekler gibi uçuyorlar beynimin içinde. Bir bakıma, ciddiye almakla almamak arasında gidip geldigim. Bazen de bir kefeye alamadığım düşünceler kolektifi bunlar. Ve her metaforu bayramlık olarak giyinen türdendirler. Sahi sizde de oluyor mu böyle? Tamam tamam, işinize bakın, aman!
Düşünceler, diyorum; bendekiler bazen bir çiçek tomurcuğu gibidirler. Yavaş yavaş ve peyderpey yaprağa evrilme sürecine giriyorlar. Ya da bir bakmışım ki, tüm hararetiyle, dilimde mekan edinmişler kendilerine. Öyle ki, öznesi, yüklemi, sıfatı, zarfı, zamiri vesairesi belli olan tümceler, cümlelerle dağarcığımda özgürce geziniyorlar. ”Ya hu yavaş olun!” demeye yetişemeden gerçekleşen bu devinime, dilin ya da düşüncenin diyalektiği denebilir mi? Bilmiyorum.
Ya da belki de, düşüncenin kendi devrim olarak tanımlamak lazım bu eylemi. Amaaan, ne bileyim işte! Güzel olan, kimseyi incitmeden, öldürmeden gerçekleşen barışçıl bir devrim bu. Dahası her bir birimi bir anlam ifade etmekte ve bir şeyler anlatan sisteme sahip durumda!
Hal böyleyken, onlara sahip çıkmam, iyi korumam gerektiği fikri kaçınılmaz oluyor usumda. İşi gücü bırakıp onlara yönelmek, korkutmak istemiyorum tabii. Çünkü biliyorum, beklenmedik bir anda kafamda somutlaşan, bir forma giren bu düşünceler hayata tutunmazsa, her an bir balon gibi patlayabilir, silinip yok olabilirler beynimdeki evrende. Ya da unutulup kalabilirler derin bir zulada. Ya da belki de, bir balık gibi yüzüp bir başkasının kafasında anlam kazanabilirler - üstelik ruhum hiç duymadan. İşte o vakit, benim değil, başkalarının düşünceleri olacaktır. Halbuki en çok benim beynimi yormuşlardır. Bu nedenle dikkatli davranmalıyım!
Bazı düşünceler insanlarla haşır neşir olmalı; evcilleştirmeli onları, diye düşünüyorum (tabii sesli düşünmeden söylüyorum bunu!) Tıpkı benim şimdi şu anda yaptığım gibi. Hani ipin bir ucu bende, diğer ucunu da size uzatıyorum. Fakat sözünü ettiğim bu düşünceler benden dışarı olanlar, yani sizin için, bir Frankenstein, ya da bir zombi karakterine benzeyebilirler elbette. Söylemek istediğim; düşüncenizde özgürsünüz. Benim için bir anlam taşısa da taşımasa da uykusuzluğuma neden olmuşlardır bir kere. Bu nedenle; ya onları kesip biçerek ve yeniden dikerek anlam ifade eden karakterler durumuna taşımak zorundayım; ya da beni bulanık bir suda boğmalarına izin verme alternatifini tercih etmek durumundayım. Nasılsa siz yardımıma gelecek durumda değilsiniz.
Anlayacağınız; işim oldukça zor benim! Zor çünkü, bu düşünceleri şekillendirmek kolay değil. Yazıya dönüştürmek gerekiyor (yazıyorum ya!) Dahası anlaşılır kılmak gerekiyor. (Lütfen anladığınızı ima edip, kafa sallayınız!) Ve sonuç olarak, somut ve saygın karakterler oluşturmak gerekiyor ki, yaraşır kostümlerle, utançsız aramızda gezinebilsinler (feodal kafalı olduğumu düşünmeyiniz sakın!) Ve kendilerini uygun bir arenada özgürce ifade edebilsinler (sansür uygulamayalım, olur mu?).
Bir başka deyişle; bu düşüncelerimi anlaşılan ile anlaşılamayan arasındaki gri sınırdan sıyırıp, anlaşılır kılmak gerekiyor. Ki, iyi bir yolculuk sürecinden geçerek yaşanırlığı sürekli olabilsin (başardım mı acaba?).
Sahi… amaç onları (bu düşündüklerimi) okunur, konuşulur bir olgunluğa kavuşturmak değil mi?
Onlarda kendimi resmedebilmek değil mi? (Yaşasın, şekillendiren benim!)
Onlar bana ya da bir başkasına ayna olabilsin diye degil mi? (Vallahi de görüyorum kendimi!)
Yepyeni bir ifade kazanarak, kanatlanıp uçabilmeleri için değil mi? (Umarım siz de algılayabildiniz!)
Başka dünyalardaki başka insanlara faydası olsun diye değil mi? (Buna garanti veremem!)
Bunların tümü bir yanılgı mı yoksa? (Kafanızı karıştırmış olma ihtimalim oldukça büyük!)
H. Korkmaz Ekim 2023 Sthlm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.