- 292 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Ünlü hırsızlar
Spartalılar hırsızlığı değil, yakalanmayı cezalandırırmış.
Biz de kendimizce yeni bir metot bulduk, hırsızlık yapanı ilk önce bir tartıyoruz.
Kimin nesidir, ne iş yapar, kimlere yakındır ölçüyoruz ondan sonra baktık dişimize dokunuyor cezalandırıyoruz.
Yok efendim kendisi şöyle biraz pazulu, güçlü bir adamsa salıyoruz gitsin. Allah muhafaza başımıza dert olmasın.
Hatta kendisini televizyon kanallarına çıkartıyoruz ki alem bu şanla, şerefle dolu vatandaşı görsün, hepimize emsal olsun. Yazık ki bu yeni ’metot’ dünyada pek karşılık bulmuyor.
Eski kafalı bir takım adamların yönettiği muhataplarımız cart diye hırsızlığı cezalandırıyor.
Ona rağmen, memleketlerinde meşhur olmuş, herkesin bakıp hikayelerini anlattığı hırsızlar yok mu? Elbette var...
->Leonardo Di Caprio-nun başrolünde oynadığı ’Catch me if you can’ isimli filmi izleyenler bilecek, Frank William Abagnale Jr o filme ilham vermiş meşhur dolandırıcı, hırsız ,çek sahtekarı ve hayırsever iş adamıdır.
Kendisi bir dönem Amerikan cari açığını düşürmeye kafasını taktığından olacak bu işlere bulaştı.
Yakışıklı, etkileyici bir adamdı. Toplam 8 kimliği arasında pilot, doktor, ABD Cezaevleri Müfettişliği ve Avukatlık vardı. Yakalandıktan sonra 5 yıldan daha az bir süre hapishanede kaldı. Hapishaneden çıkınca ülkesine hizmet etme aşkıyla FBI ile çalışmaya başladı ve Abagnale & Ortakları Sahtekarlık Araştırma Şirketi’ni kurdu.
Şu an vergisini veren, saygın bir iş insanı olarak hayatına devam ediyor...
->Tam adı Mithilesh Kumar Srivastava olan ’Natwarlal’ ülkesinin medarı iftiharı bir insandır. Her ne kadar ihracat, altın gibi saygın sektörlerde hizmet vermemiş olsa da, hırsızlığa kattığı boyut ile ’Hırsızlar Tanrısı’ olarak isimlendirilmiş.
Hindistan’ın göğsünü kabartmış bir şahsiyettir. Kendisinin müthiş girişimci yetenekleri arasında yalnız tarihi Kırmızı Kaleyi satmak olsaydı bugün adını buraya yazmıyor olurduk. Hayır, Natwarlal ünlü Tac Mahali satılığa çıkarmış ve satmış, bununla da durmamış Parlamento binasını da uygun fiyata alıcısına okutmuştur. Üstelik hayırsever bir iş adamı olarak binayı çıplak olarak satmak vicdanına dokunduğu için 545 milletvekilini de elden çıkartarak, Hindistan’da kısa süreli bir rahatlama yaratmıştır. Tam 8 kere yakalanan Natwarlal, 8 seferinde de hapishaneye adım atmadan kaçmayı başarmış, kendisine kurulan tuzakları bozmuş, ülkesinin üstüne kurulan kumpasları ayakları altına almıştır.
En son kaçtığında 84 yaşında olan bu zat-ı muhterem, 2009 yılında hayata gözlerini yummuş, doğduğu köyü yeise sokmuştur. Onlar da borçlarını köyün ortasına bir heykelini dikerek ödediler, bugün hala Bihar’ın Bangra köyüne gidenler heykeline bakarak, bu büyük insanı anabilir, kendisine saygılarını sunabilir.
->Palabıyığına nicesinin kurban olduğu Veerapan. 2 milyon 600 bin dolar gibi gayet bahse konu olmayacak bir meblağ değerinde Fil dişi kaçıran, 22 milyon dolar gibi yüzünün gözünün sadakası olsun denilecek bir ölçekte mal kaçakçılığı yapan bu mübarek ihracat gönüllüsü şehirlerde de yaşamamış, kırsal bölgelerin kalkınmasına katkıda bulunmak için olacak dağa taşa ormana yerleşmiştir. Bu dönemler çevreciliğin daniskası örnekler veren kara gözlüm, memleket ihracatına ve doğasına yaptığı katkıları da yeterli bulmamış, ’hazır elim değmişken memleketimin nüfus planlamasına da bir parça katkım bulunsun, 900 milyon insan olduk bu kadar insanı nereye sığdıracaksın, neyle doyuracaksın’ diyerek ülkesinin kişi başına düşen gelirini arttırmak gailesiyle bazı insanları ahirete göndermek suretiyle mevlalarıyla kavuşmalarını sağlamıştır. 20 yıl boyunca güvenlik güçlerinden kaçmayı başaran Veerapan, en nihayetinde 18 Ekim 2004 tarihinde Tamil Nadu Özel Harekat Kuvvetleri’nin düzenlediği bir operasyon sonucunda hakka yürümüş ancak efsanesi canlı bir şekilde yaşamaya devam etmiştir. Hikayesini anlatan bir çok film bulunan Veerapan, bir kült gibi, bir sevgi insanı gibi anılmayı herhalde hak etmektedir.
->Okuyanlar bilecek, Vahşi Batı’da Red Kit diye milli irade tanımaz, ahlaki değerlerden yoksun, tek başına gezen, eve barka karışmamış, bir tane çocuk yetiştirmemiş, habire sigara içen saygısız bir herif var. Bu herif Rintintin adı verilen köpeğiyle yatıyor bir de habire konuşan Düldül diye bir atla geziyor.
İşte Jesse James halkın değerlerinden uzak, köhnemiş bu zihniyete tokadı vuruyor.
Tren soymak marifetiyle ABD dolarının değerini korumak, banka soymak marifetiyle faiz lobisine en güçlü cevabı vermek gibi uğraşları olan hayırsever ekonomik amaçlı suç örgütü yöneticisi Jesse James, döneminde gazetecilere mülakatlar vererek, bakın çok ilginç 1869 yılında Amerika’ya bu ilki de yaşatmıştır. Şaka değil kendisini Cumhuriyetçi elitlerin baskısı altındaki Missouri yoksullarının koruyucusu ve modern bir Robin Hood olarak tasvir eden Jesse James, verdiği mülakatlarda kendisini Büyük İskender, Julius Ceasar ve Napolyon Bonapart ile karşılaştırmıştır. 1882 yılında kendi çetesinden bir elemanın suikastiyle hakkın rahmetine kavuşan James hakkında ABD’de bir çok müze de bulunmaktadır. Medeniyetin ne noktada olduğunu görüyorsun.
Adam hırsız deyip geçmiyor, müzesini de kuruyor, kitaba, filme de konu ediyor, göğsünü gere gere hikayesini anlatıyor...
->Başkalarının evlerinde atıl durumda bulunan elmasları alarak piyasaya sunmak suretiyle ülke ekonomisinde nakit akışını hızlandırarak, mal ve hizmet tüketimini arttırma yoluyla ekonomik büyümeye katkı sağlayan Bill Mason, edebiyat dünyasına da katkı sağlamak için bütün icraatlarını ’Usta bir elmas hırsızının itirafları’ isimli eserinde kaleme almış, açık açık yazmıştır. Tam bir gönül adamı olan Mason, bir keresinde Johnny Weissmüller’e ait olimpiyat madalyasını da çalmış, daha sonra bunun ABD ekonomisine bir katkısı olamayacağını fark ettiğinden bir mektup ile altın madalyayı sahibine göndermiş, bu kadar manevi değere sahip bir eşyayı elinde bulundurmak istemediğini ifade etmiştir. Yazdığı eser gerçekten de sanat dünyasını hareketlendirmiş, en sonunda kitabın film hakları bir yapım şirketi tarafından 2010 yılında satın alınmıştır. Yakında vizyonda görürüz. Biz ne yapıyoruz? Altı üstü televizyon programı.. Kimse kusura bakmasın bu Türkiye’nin bu konuda da şahlanması, hak ettiği yere gelmesi lazım.
->1976 yılında Fransa gerçekten büyük bir cesarete sahip olmanın ne demek olduğunu öğrendi. Yıllarca elitlik yapmış, burnu büyük bu monşerler Spaggiari’nin cüreti karşısında şaşkınlığa düştüler. Albert beyefendi, önce Societe Generale bankasına giderek kendisine bir kasa kiraladı. Kasaya da bir adet alarmlı saat koydu. Bu saat ile akustik veya sismik bir güvenlik sistemi olup olmadığını ölçen Spaggiari, böyle bir sistemin olmadığını öğrenince, bir plan yaparak kasaların bulunduğu yere bir tünel kazarak girme kararı verdi. Böylelikle ülkesinin hafriyat sektörüne de katkıda bulunan Spaggiari, iş güvenliği noktasına aldığı tedbirlerle de övülmeyi hak eden bir girişimde bulundu. Öyle ki tünel kazacak arkadaşlarına alkollü içecekleri ve kahveyi yasaklamış, asgari 10 saat uyumayanları da tünel kazarken çalıştırmamıştır. Nihayetinde 16 Temmuz 1976 günü bütün çabaları karşılık gördü ve Albert Spaggiari kazdığı tünelden Societe Generale Bankasının kasasına girdi. Tam 400 kasayı boşaltan ve 60 milyon Frank çalan Spaggiari, duvara büyük harflerle ’sans armes, ni haine, ni violance’ yani ’silah yoksa, nefret de yok, şiddet de yok’ yazarak bankadan ayrıldı. Böyle barışçıl, böyle dünya ve insanlık sevgisiyle dolu bu insana Fransa ne yaptı? Peşine polis takıp, afedersiniz hayat boyu hapis cezası verdi. Allah’tan Spaggiari bunların huyunu bildiğinden çoktan toz olmuş hatta söylenene göre estetik ameliyatı geçirerek Arjantin’e yerleşmişti. İşte Fransa bu yüzden kalkınamıyor, gelişemiyor. Böyle bir değeri elinde tutamıyorsun ondan sonra kalk ben şöyle medeniyim, çağdaşım. Senin neren çağdaş?..
->Elbette bu mübarek şahsiyetlerin illa ki elmas, altın kaçakçılığı, ihracat ve ithalat ile uğraşması gerekmiyor. Vincenzo Peruggia sanat alanında faaliyet gösteren bir şahsiyetti. Louvre müzesinde çalıştığı dönemde, Mona Lisa tablosunun elitlerin elinde olduğunu farkederek bu esarete son vermek istemiş, tabloyu çalarak götürmüştür. Tabloyu çaldıktan sonra ana yurdu olan İtalya’ya yerleşen Peruggia, burada 2 yıl eseri saklamış en nihayetinde elitist bir sanat galerisi sahibinin durumu öğrenmesiyle yakalanmıştır. Tablo Louvre müzesine 1913 yılında döndü, Peruggia kısa süre hapis yattı, ancak İtalya kendisinin hizmetlerinden hayatın farklı alanlarında da istifade etmek istediği için, Peruggia’yı askere yazıp, Birinci Dünya Savaşı’nda harbe gönderdi. Peruggia şanla şerefle bu vazifeyi yerine getirdi ve Birinci Dünya Savaşı’ndan çok sonra, 1925 yılında hayata gözlerini yumdu.
->Doris Marie Payne’de de atıl vaziyette duran elmasları piyasaya sürerek nakit akışı yaratma tutkusu vardı. Normalde kuyumcuya gider, elmas bir yüzük ister, daha sonra da satıcıyla münasebeti arttırır, bir çok soru sorar, bir çok şey ister, bir çok ürüne bakardı. En nihayetinde satıcının kafası karışınca, bir iki elmas yüzüğü cebine atıp dışarı çıkan Doris Marie Payne böylelikle basiretsiz tacirlerin ellerinde hak ettiklerinden fazla malın yığılmasını engeller, bir nevi piyasanın görünmez elinin daha hızlı hareket etmesini sağlardı. Bir çok kez yakalanan Doris Payne, en son 29 Ekim 2013 tarihinde, 83 yaşında 22 bin 500 dolar değerinde bir elması çaldığı için 2 yıl hapis cezası almıştır ve hala hayattadır.
->Bir sanatçı olan Villion, yazdığı şiirlerde kullandığı üslup kadar, suç hayatıyla da bilinir. 1456 yılında bir soyguna karışan zatı muhterem, daha sonra Paris’i terkederek Angers’e gitmiştir. Soygundaki arkadaşlarından biri soygundan 1 yıl sonra yakalanmış, hapishanede sıkıldığından ve yalnız kalmak istemediğinden olacak, François Villion’un örgüt lideri olduğunu, bu soygunu da kendisinin organize ettiğini ifade etmiştir. Villion elbette böyle sıkıcı bir arkadaşın yanında durup, bir de kendisinin dırdırını çekmek istemediğinden Fransız hükümetinin yakalama ve hapis kararını hiç dinlememiş, kendini Fransız taşrasının güzelliklerine vurmuş, şiirlerini yazmış, hayatını güzelce geçirmiştir. Fransız halkı da bu gönül dostunu hakkında yazılan bir çok opera, şarkı ve oyunla anmış, mesut ve eğlenceli hayatını en güzel şekilde kayda geçirmiştir.
->Kendisi at hırsızıdır. Her ne kadar ’at hırsızı’ güzel dilimizde şekli şemali bozuk olan insanları tarif etmek için kullanılsa da Dick Turpin öyle bir insan değildi. 1730 yılında arkadaşlarıyla birlikte saygı ve sevgiye dayanan bir ortaklık kurarak, yollarda gereken asgari güvenlik önlemlerinin İngiliz Hükümeti tarafından alınmadığını göstermek için çalışmaya başladı. Bir musibet bin nasihattan iyidir sözünün etkisinde kalan Turpin, yoldan geleni geçeni soyuyor, atlarına el koyuyordu. Öyle meşhur oldu ki, 100 yıl sonra hakkında yazılan bir romanda kendisinin 18. yüzyıl hız rekorunu kırdığı, Londra’dan York’a 320 kilometreyi bir gecede at üstünde aldığı, bütün yolların hakim olduğu bile yazıldı. 1739 yılında yargılanıp idam edilen Turpin, bu tarihten sonra romantik bir kahramana dönüşmüş, İngiliz baladlarında ve romanlarında kendisine yer bulmuştur...
Semra EROĞLU Şiirleri sevdiren kadın
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.