- 207 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 11. Bölüm
Gıcırtılar eşliğinde somyaya oturdu. Öylece biraz düşüncelere daldı. Gitmeli miydi? O da bilmiyordu. İçindeki top oynama isteğini bastıramadı ama bir taraftan da onurunun kırılmış olması Aslan’ı ikilemde bırakıyordu. Her şeye rağmen gitmeliyim diye düşündü. Hem Yusuf teklif etmeseydi asla gitmeyecekti. Maç teklifini sırf ona karşı iyi hisleri olduğu için kabul etmişti. Yoksa Ne Ömer’i göresi vardı ne de onu istemeyen diğer serseri çocukları. Onlardan ve şakalarından korkuyordu. Mahcup olmaktan çekiniyordu.
Ama bu durum onu durduramadı. Gitmek istiyordu ve eğer isterse yeşil sahaya top oynamak için gelen tüm çocukları havaya kaldırıp, bir kartalım pençesinden bıraktığı leş gibi onları yere çalabilir, topun yönünü değiştirebilir, ortalığı birbirine katabilirdi.
Korkmuyordu. Sadece bastırılmış duyguları onun önüne geçiyordu.
Gözlerini kapattı.
Ellerini yumruk yaptı.
Kalbi deliler gibi çarpmaya, vücudu bir alev topu gibi yanmaya başladı.
Yüksel.
Somya gıcırtıyla havaya kalktı. Aslan, bir anlığına gözlerini açtı ve somyanın dengesini bozmamak için kıpırdamadı. Bir uçan halının üzerindeymiş gibiydi.
Yüksel.
Tavana kadar hem de…
Şimdi in.
Yavaş yavaş.
Hiç yorulmamıştı ve başı ağrımıyordu. Şimdi tam manasıyla her şeyi kontrol edebildiğini iyice test etmişti. Her şeyi yapabilirdi. Bir insanı fırlatıp atabilirdi.
Kontrol gücü ve manevra kabiliyeti zamanla daha iyi bir hal alacaktı. Bunu hissediyordu.
Ve birdenbire, bir bomba patladığında oluşan ve etrafa hızla yayılan ses dalgası gibi, bir sürü kötü şaka ve küçük düşürücü söz aklına yayılıyordu.
‘Altınaa işemişş. Altınaa İşemişş.’
‘İp bağla Aslan ip bağla.’
‘Aslan Aslan altına ıslatan.’
Bu anıları yok sayması mümkün değildi.
Amca yapma, kulaklarım çok acıyor, geciktiğim için üzgünüm. Amca ne olur yapma. Kulağım kanadı. Lütfen yeter.
Kes sesini hayvan oğlu hayvan. Sizinle uğraşmaktan bıktım. Sen uslanmazsın. Sen ders almazsın. Günahkâr itin tekisin.
Ama biri vardı ki.
‘Aynı onun deli bacısını s2tiğim gibi.’
Ömer’in o an ağzını neden çene kemiğinden ayırmamıştı ki? Onu neden ayaklarından ikiye yırtmamıştı ki?
Bunlardan başka bir sürü kötü anı ve acısı vardı. Babası olsa belki aşacağı şeylerdi. Ama yoktu. Annesi… Annesi sadece verilen emirleri yerine getiren ve sorgulamayan bir asker gibiydi.
Korkmuyorum.
Oturduğu yerden kalktı ve evin dışına doğru, top oynamak için gitti.
***
1999 EGM Ulusal Mecmua Sisteminden alıntıdır.
Aslan Aslan’ın doğaüstü sayılabilecek gücüne dair kesin bir kanıt yok. 25 Haziran 1996 akşam saat 19:05 sularında yaşanan kazaya dair, Tren rayları üzerinde yapılan incelemelerde yaklaşık iki yüz metrelik taş kırıklarına rastlandığı rapor edilmiştir. Bu rapora göre Aslan Aslan olay günü drezin ekipleri geçtikten sonra rayların üzerine, kuzeyli-güneyli taşlar dizmiş ve bunun neticesinde kimyasal madde taşıyan 30 vagonluk tren devrilerek bu elim kaza meydana gelmiştir.
***
19.10.1992 Çarşamba
İkindi Namazı bitmiş ve selam verdikten hemen sonra Aslan’ın yemeğini yemediğini görmüştü.
Annesi ‘Patates kızartmasını neden yemedin, Aslan?’ diye sordu.
Aslan elini başına götürdü. Saçları kel sayılabilecek kadar kısaydı. ‘Kafamı kaşındırıyor anne.’ Dedi.
Hemen sonra sol eliyle tuttuğu çatal ile iyice kızarmış bir patates dilimini ağzına attı.
Patatesi ağzında zorla çiğniyor gibiydi.
Annesi tespih çekiyordu. Bir şey söylemek ister gibi başıyla işaret ediyordu. Aslan, annesinin ne demek istediğini anlamamıştı.
‘Sol elinle yemek yeme. Günahtır.’
Aslan, ağzında büyüyen patatesi yutmakta zorlandı. Annesinin takıldığı konuyu düşünüp derin bir oh çekti.
‘Öğretmenimiz.’ Dedi ve yutkundu. Annesine konuyu açmaktan çekiniyordu.
Hayriye Hanım yere serdiği seccadesini özenle katlayıp somyanın üzerine özenle koydu.
‘Öğretmeninin ne dedi?’ diye sordu.
Aslan, tekrar yutkundu. Annesini zor duruma düşürmek istemiyordu. Derin bir nefes aldı.
‘Sınıfça sinemaya gidecekmişiz.’ Diyebildi. Boğazı düğümlenmişti. Annesinin param yok demesinden çok, onun üzülmesini istemiyordu.
‘Ne zaman gideceksiniz?’ diye sordu annesi.
‘Bu Cuma.’ Diye bildi mahcup bir sesle.
Annesi, onun yanına kadar geldi. ‘Param var.’ Dedi kısık bir sesle. Aslan’ın gözleri büyüdü. Sevinçten çığlık atacaktı neredeyse. Ama o sevinç, amcası Hacı Kerim’in aklına doluşmasıyla bir anda soldu.
‘Ya amcam duyarsa?’ diye sordu.
‘Bir şey olmaz.’ Dedi annesi. Sesinden pekte emin olmadığı belli oluyordu.
Aslan annesine sevgiyle baktı. Annesi de ona aynı sevgi dolu ifadeyle baktı.
Kapının arkasında asılı olan çantasını almak için Aslan’ın yanından uzaklaştı. Kapıyı hafifçe ittirip çantanın içine bakındı. Bozuk para koyduğu cüzdanını açtı ve tüm parayı avucuna boşalttı. Sonra Aslan’ın yanına geldi ve bozuklukları Aslan’ın avucuna boşalttı. ‘Amcan görmesin. Sinemaya gittiğini de kimseye söyleme.’ Diye tembihledi.
‘Aslan Krala gideceğim.’ Diye söylendi Aslan. Sesi titriyor, sevinçten gözleri doluyordu.
Tam o sırada hafif kapanmış olan kapı sertçe açıldı. Hacı Kerim Aslan, yüzündeki o meymenetsiz ifadeyle içeriye bakıyordu. Gözlerinde nefret ve öfke vardı.
Aslan ve annesi yüz yüze geldi. Korku, sinsi bir şeytan gibi tüm benliklerini ele geçirmişti.
Hacı Kerim, öfkeyle odadan içeriye girdi. Oda şimdi kasvetle kaynıyordu. Korku, duvarlarda gezinen şeytanlar gibi anne ve oğlunu sarmalamıştı.
‘Demek sinemaya gideceksin! Seni piç.’ Dedi. Aslan, düştüğü dehşetle neye uğradığını şaşırmıştı. Annesi baskın yemiş gibi ne yapacağını bilemez bir haldeydi, korkudan gözleri büyümüştü. Hayriye Hanım kasılmış ellerini önünde birleştirdi. Kapanan göz kapakları dışında yüzünde hareket yoktu. Başının önüne eğdi ve mahcup bir şekilde durmaya başladı.
Hacı Kerim, müthiş bir tokat attı. Aslan’ın yüzünde kırbaç sesine benzer şiddete bir ses çıktı. Aslan, sarsılmadı. Başı bir milim bile oynamadı. Normalde o kuvvet, Aslan’ın başını bir pervane gibi çevirirdi. Hacı kerim, hızını alamamıştı. Öfkesi damarlarından kalbine, oradan ellerine, ellerinden Aslan’ın kulaklarına kadar ulaştı. Ama bu defa olmadı. Hacı Kerim yine denedi. Aslan’ı kulaklarından tutmuş yukarı kaldırmak istiyordu. Olmadı. Son kuvvetle yine denedi. Olmadı. Öfkeyle dilini ısırdı. Yine denedi. Aslan yere çivilenmiş gibiydi ve sarsılmıyordu, oynamıyordu, kıpırdamıyordu. Öylece, dimdik, nefretle, öfkeyle; az sonra gözünü kan bulayacak bir cani gibi amcasına dik dik bakıyordu.
‘Bre günahkâr. Defol karşımdan. Hemen kömürlüğe gireceksin.’ Diye gürledi.
Aslan’ın gözlerini hiç kırpmıyordu. Aynı, bakışlarla amcasını adeta hapsetmişti.
Amcası, tekrar gürledi. ‘Hemen kömürlüğe git.’
‘Hayır.’
Amcası elini bir kement gibi kaldırdı. Gözlerini kısıp elini indirmeyi denedi. Olmuyordu. Eli sanki bir betona girmiş gibiydi.
Sonra tekrar denedi. Olmuyordu. Eli bir türlü hareket etmiyordu. Öfkeden deliye döndü. Ağzına ne geldiyse saydırıyor, öfke nöbeti geçiriyordu.
Aslan, kendisini kontrol etmeye çalıştı. Daha ileri giderse olacakların nereye varacağını kestiremiyordu.
Birden odadaki televizyon açıldı, aynı anda kaset çalar son sesle çalışmaya başladı.
‘Bu evde yaşamak istemiyoruz.’ Dedi Aslan, sesinde en küçük bir korku belirtisi yoktu. ‘Sadece insan gibi yaşamak istiyoruz. Kardeşim, ben ve annem… Sadece sakin bir hayat istiyoruz.’ Amcasının daha önce duymadığı, aklının ucundan dahi geçmeyecek bir baş kaldırısıydı bu.
‘Köpek,’ diye gürledi amcası. ‘Nankör köpekler.’
Aslan, gücünü kullandı. Amcası şimdi bir heykel gibi hareketsizce dimdik duruyordu. İlahi son ses çalıyor, televizyon açılıp açılıp kapanıyordu.
‘Kes sesini.’ Dedi Aslan. Amcasının yaptıklarından artık bıkmıştı. ‘Bu evde artık bazı şeyler değişecek.’
Amcası, acı duymaya başladı. Vücuduna bir piton sarmış gibi bir güç hakimdi ve bu güç git gide artıyordu. Nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Az daha böyle giderse gözlerinden ve ağzından kan boşalacaktı.
Aslan, avucunda duran paralarla kömürlüğe doğru gitmeye karar verdi. Dönüp annesine baktı ve odadan çıktı. O çıkar çıkmaz, televizyon kapandı. Radyo sustu ve amcası kaskatı kesilmiş vücudunu hareket ettirebildi.
Aslan kömürlüğe girdiğinde müthiş bir rahatlama hissetti. Amcasına büyük bir ders verdiğinin farkındaydı. Çünkü, odadan çıktığında amcası hiçbir şey dememişti. Öylece, onun gitmesini korkak bir köpek gibi beklemişi. Zaten korkmalıydı da. Kendini seviyorsa bir daha asla zulmetmeliydi.
Kömürlük karanlıktı. Lambayı yakmadı. Korkmuyordu. Bir güç onun içindeki korkuyu almıştı. Aynı güç ona kontrol edebildiği müthiş bir güç vermişti.
Amcası bir daha böyle bir şey yaparsa, diye düşündü. Onu sımsıkı sarmalar, ağzından, burnundan kan atana kadar da bırakmam diye geçirdi içinden.
‘Onu ezerim.’ Diye haykırdı. Bu haykırış karanlık duvarlarda yankılandı.
‘Onu ezerim.’ Diye haykırdı yine.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.