- 284 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Dünyaya hakim olan Yahudiler
New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg, işadamı Sheldon Adelson, ünlü Rus zengin Roman Abramovich ve Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in ortak özelliği İsrail gazetesi TheMarker’ın yayınladığı "Dünya’nın en zengin Yahudileri" listesinde yer almaları.
TheMarker isimli ekonomi gazetesi yayınladığı listede zenginleri iş faaliyet sektörlerine göre sıraladı. Listede yer alan kişilerin çoğunluğu İsrail ile iş yapıyor ve dünyadaki Yahudiler için hayırsever faaliyetlerde bulunuyor.
Bu zenginlerin en önemli özelliği hiçbirinin miras yoluyla varlık edinmemiş olması, hepsi gerek ekonomik gerek politik fırsatları değerlendirip servetlerini kendileri kazanmış.
Peki listenin 1 numarası kim? TheMarker’a göre Oracle’ın kurucusu Lawrence Ellison 28 milyar dolarlık servetiyle dünyadaki en zengin Yahudi asıllı işadamı.
Bloomberg News’un kurucusu 18 milyar dolarla medya sektörünün en zengini. Marvel Comics’in sahibi Isaac Perlmutter ise medya sektöründekiikinci en zengin Yahudi işadamı.
Listenin en zengini olan Lawrence Ellison elbette aynı zamanda teknoloji sektöründeki sıralamada da 1 numara, onu Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg takip ediyor. Listedeki en genç işadamı olan Zuckerberg’in 4 milyar dolarlık serveti bulunuyor.
Enerji şirketleri olan ve Chelsea futbol kulübünün sahibi Roman Abramovich enerji sektöründeki zenginler sıralamasında 11.2 milyar dolarla en başta yer alıyor. Onu Renova Group’un sahibi Viktor Vekselberg 6.4 milyar dolarla takip ediyor.
TheMarker’daki listenin diğer kategorileri arasında emlak, kumar, turizm sektörleri bulunuyor. Avustralyalı emlak kralı Harry Triguboff, yatırımcı ve spekülatör George Soros ve Adelson bu kategorilerin elbette 1 numaraları.
Bu yazımızda Yahudilerin dünyanın en küçük azınlık gruplarından biri olmasına rağmen nasıl bu kadar zengin olduklarını ve dünyada nasıl hâkimiyet kurduklarını anlatmaya çalışacağız.
Yahudilerin dünyaya hâkim olmalarında birçok sebep olmakla birlikte en büyük etmen çok iyi organize olmalarıdır. Her zaman hatırlatmayı kendime borç bildiğim İbni Haldun’a ait bir söz vardır: “organize olmuş azınlık, organize olmamış çoğunluğa hükmeder.” Yahudiler azınlık psikoloji ve kendilerini koruma içgüdüsü ile tarih boyunca çok iyi organize olmuşlar, kendi inançları çerçevesinde dünyaya hâkim olmak için durmaksızın çalışmışlardır.
Bugün ABD dolarının üzerinde yazan “başladığımız işi tamamlayacağız” sözü esasen Yahudilere ait bir sözdür ve amaçları doğrultusunda hala çalıştıklarını ve bundan asla vazgeçmediklerini alenen gösteren Toplam sayıları 50 milyonu bile bulmayan Yahudiler, dünyada kendileri dışında kalan yaklaşık 8 milyar insana doğrudan ve dolaylı olarak hükmetmektedirler. Kendi şirketlerinin yanında diğer ülkelerde seçtikleri ve bir şekilde satın aldıkları aileler vasıtasıyla ekonomiye hâkim olmaktadırlar.
Organize bir azınlık oldukları için birbirlerini kollayarak veya seçtikleri kişileri kamuoyunda parlatarak diğer rakiplerini elimine etmeyi başarmaktadırlar. Bunu da daha çok sermaye piyasasına ve üretim araçlarına hâkim olmanın etkisiyle yapmaktadırlar. Başta bankacılık olmak üzere dünyadaki paranın % 85’i doğrudan veya dolaylı olarak bunlar tarafından yönetildiğinden, Rockefeller örneğinde olduğu gibi piyasada malların fiyatlarını, maliyetinin de altına indirerek belli bir süre sermayeden yemekteler, daha sonra rakiplerinin piyasadan silinmesiyle üretim araçlarına hâkim olmaktalar ve rekabet dönemindeki zararlarını da karşılayacak şekilde fiyatları artırarak insanları ve ülkeleri sömürmektedirler. Aksi takdirde Rockefeller zararına petrol satarken eğer ki arkasında Yahudi banker olmasa çok kısa bir zamanda piyasadan silinir giderdi.
Kısaca özetlemek gerekirse dünya piyasalarını ele geçirmelerindeki birinci etken Yahudilerin organize bir topluluk olmaları, birbirlerini kollamaları ve paraya hükmetmeleri nedeniyle rahatlıkla piyasa dengelerini alt üst edebilmeleridir. Bu şeytani küresel aklın kullandığı diğer bir yöntem ise temel ihtiyaç maddelerini kontrol etmeleri nedeniyle insanları ve ülkeleri rahatlıkla manipüle etmeleridir. Bugün dünyada faaliyet gösteren enerji şirketlerinin kahir ekseriyatı Yahudilere aittir.
Aynı şekilde sağlık alanında faaliyet gösteren ilaç firmaları ile medikal firmalar da çoğunlukla bunların veya satın aldıkları taşeron yerli işbirlikçilerinin elinde bulunmaktadır.
Başta tohum olmak üzere tarım ve hayvansal gıdaların pazarlanmasında aslan payı yine bu küresel firmalara veya bunların yerli taşeronlarına aittir. Silah sanayinde ve teknolojik alanda faaliyet gösteren firmaların çoğu yine bunlara aittir. Kısacası insanlığın yaşamak için ihtiyaç duyduğu temel ihtiyaç maddelerinin üretiminde ve pazarlanmasında musluğun başını genellikle Yahudiler veya onların yerli işbirlikçileri tutmaktadır.
Bu nedenle çeşitli bahanelerle temel ihtiyaç maddelerinde piyasada kıtlık oluşturarak insanları ve ülkeleri manipüle edebilmektedirler. Çıkartmış oldukları kanunlar vasıtasıyla uzun süre kendilerine rakip çıkmasını engellemekte ve insanları sömürmeye devam etmektedirler.
Örneğin ilaç piyasasında faaliyet gösteren firmalar, ar-ge çalışmalarını gerekçe göstererek 20 yıl patent koruması almakta, 20 yıl boyunca esasen insanlığın temel ihtiyaç maddesi olan o ilacın ülkede başka bir firma tarafından üretilmesine ve satılmasına engel olmaktadırlar.
Böylelikle 20 yıl boyunca maliyeti belki 3 cent bile olmayan bir ilacı binlerle ifade edilen fahiş fiyatlarla satmaktadırlar. Yahudilerin dünyaya hâkim olmalarındaki diğer büyük etken ise insan fıtratını çok iyi bilmeleri, onların zafiyetlerinden istifade ederek toplumları ifsat etmeleri, medyaya hâkim olmaları nedeniyle kendi PR’larını yapmaları ve kendilerini standart koyucu konumda göstermeleridir.
Tarih boyunca bakıldığında Yahudiler hemen hemen tüm topluluklara ihanet ettiklerinden yüzyıllarca değişik ülkelerin topraklarından sürülmüşlerdir. Ortaçağda özellikle Avrupa’da bir Yahudi’nin iştigal edebileceği meslek, sahip olabileceği mal miktarı ve hatta tavuk miktarına kadar sayılı ve sınırlı idi. Devletlerin çoğu bunlara güvenmedikleri için devlet memurluğuna alınmamışlardır. Bu nedenle Yahudiler çoğunlukla ticaretle uğraşarak kendilerini gizlemek maksadıyla kozmopolit bir yapıya sahip olan büyük şehirlerde yaşamışlardır. Sürülme korkusuyla toprak ve ev sahibi olmaktan ziyade taşınabilir, altın ve değerli maden gibi menkul sermaye toplamışlar ve bu şekilde zenginleşmişler, kapitalizmin gelişmesi ile üretim araçlarına ve sermaye piyasalarına hâkim olmuşlardır.
Tüm bunları yaparken daima sahnenin ön tarafı yerine arka tarafında bulunmuşlar, figüranlar değişse de senaryoyu hep kendileri yazmışlardır. Adam Smith’in “invisible hand” yani “görünmez el” diye ifade ettiği piyasayı düzenleyen el aslında çoğu zaman Yahudilerin elidir.
Peki Yahudiler insanların zaaflarını nasıl bilmekte ve insanlığı nasıl ifsat etmektedir? İnsanlığın ve ülkelerin zafiyetlerini nasıl bildiklerini anlamak için II. Dünya Savaşından sonra kurulan düzenin iyi anlaşılması gerekmektedir. 20. yy’da ABD yönetiminde Yahudiler hâkim durumdadır. II. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan yeni düzende insanlığı ve ülkeleri izlemek amacıyla ABD dolarının rezerv para olarak kabul edildiği Bretton Woods anlaşması imzalanır. Dünya ki silah, enerji ve ilaç gibi önemli malların ABD doları üzerinden alınıp satılması tüm ülkelere zorla da olsa kabul ettirilir. Bu sayede ülkelerin başta silah ve enerji olmak üzere hangi maldan ne kadar satın aldığı görülebilmektedir. Ülkelerin cari dengesi ve tüketim miktarları da dış ticaret bilgileri sayesinde az çok tahmin edilebilmektedir. Bu sayede genelde ABD özelde ise Yahudiler ülkelerin zafiyetlerini, güçlü ve zayıf yönlerini görebilmekte ve buna uygun politika geliştirebilmektedir.
II. Dünya Savaşından sonra dünyayı Hegel diyalektiği çerçevesinde tez-antitez kavramları çerçevesinde kapitalist ve kominist olarak iki kutuplu olarak inşa eden Yahudiler, devletleri bir şekilde kendi istekleri doğrultusunda davranmaya zorlamışlardır. “Paraya hâkim olan üretime, üretime hâkim olan ülkeye hâkim olur” mantığı ile ülkelerin para arzını hakimiyetin tamamen kendilerinde olduğu faize ve borca dayalı para sistemi üzerine kurmayı başarmışlardır. Bunu yaparken de her ülkenin merkez bankasına ya doğrudan kendileri veya yerli işbirlikçileri aracılığıyla ortak olmuşlardır. Bugün ABD merkez bankası FED tamamen Yahudilere aittir. Aynı şekilde dünyadaki diğer birçok merkez bankası da ya bunlara aittir veya hemen her merkez bankasında Yahudilerin veya yerli taşeronlarının imtiyazlı hisseleri bulunmaktadır. Bu sayede Yahudiler, ülkelerin kendi para arzlarından dahi para kazanmakta ve ülkeleri izlemeyebilmektedirler. Bütün merkez bankalarının bağlı olduğu yer ise bankacılık hususunda standartların belirlendiği yer olarak da bilinen İsviçre’nin Basel kentidir.
Ülkeleri izleyen ve ülkelerin kendi para arzlarından dahi para kazanmaya devam eden bu şeytani akıl, sadece ülkeleri izlemekle de yetinmezler. 1960’lı yıllardan itibaren elektronik ve kartlı ödeme sistemlerini de piyasaya sürerler. Bu sayede genel olarak devletlerin ticaret durumunu izleyenler, artık bireysel olarak insanların harcama eğilimlerini de görmeye ve buna uygun politika geliştirmeyi de başarırlar. Bunu yaparken de kendi PR’larını yapmaktan da geri durmazlar.
Nakitsiz toplum hareketi gibi organizasyonlar kurarak, ülkelerin kayıt dışılığını bitirerek vergi gelirlerini arttırmak veya insanların para taşıma mecburiyetinden kurtulmalarını sağlamak gibi masum gerekçelerin arkasına sığınırlar. Ancak her ne kadar görünüşteki sebep bu olsa da gerçekteki sebep bireylerin harcamalarını kontrol etmek, tüketim kalıplarını öğrenmek, onların nerede ve neye para harcadıklarını görerek buna uygun politika geliştirmektir. Bu sayede insanlığı kontrole bir adım daha yaklaşmış olmaktadırlar. Bugün dünyada küresel çapta faaliyet gösteren Visa, Mastercard, UnionPay gibi elektronik ödeme sistemlerinin %85’i doğrudan bunların elindedir. Nakitsiz toplum hareketinin arkasında da başta Rockefeller olmak üzere Yahudi sermayesi bulunmaktadır. Böylelikle insanların nerede olduklarını, nereye para harcadıklarını, toplumların ve bireylerin harcama eğilimlerini ve kimlere bağışta bulunduklarını görebilmektedirler.
İşte bahsettiğimiz bu bilgi sayesinde ülke ve dünya piyasalarını ele geçirmek için insanların zaaflarından istifade ederek ülkeleri üretim toplumundan çıkararak tüketim toplumu haline getirebilmektedirler. İhtiyacını erteleme sloganı ile insanları yeterli gelire sahip olmasalar bile borca sokarak, esasen zorunlu ihtiyaç olmayan alanlarda dahi harcama yapmalarına sebep olmaktadırlar. Böylelikle insanlar belli bir dönem için refaha ve ürettiklerinden çok daha fazlasına sahip olarak rahata kavuşmaktadır. Ancak söz konusu durum iktisadi gerçeklerle uyuşmadığı için belli bir sürenin sonunda cari açık ve borç krizi patlak vermektedir. Kriz dönemlerinde sermaye piyasalarını alt üst eden Yahudi sermayesi ve bunların taşeronları, genellikle faiz ve faize dayalı enstrümanlar sayesinde ellerinde tuttukları nakit sayesinde batan veya batma tehlikesi altında bulunan şirketleri yok pahasına almakta ve o ülkenin ekonomisinde söz sahibi olmaktadır. 1997’de Asya’da meydana gelen krizde ve yine 1994 ve 2001 yıllarında da ülkemizde yaşanan ekonomik krizde oluşan durum aynen bu şekildedir.
Bu krizlerdeki temel stratejileri ise genellikle şu şekilde olmaktadır. Sermaye piyasalarına sıcak para diye tabir edilen fonlar araçlığıyla hızlı bir şekilde giriş yapılmaktadır. Bu sayede ithalat ucuz hale gelmekte, insanlar rahata ve lüks tüketime alıştırılmakta, gereksiz lüks harcamalar artmakta ve ekonomiler aşırı şekilde ısındırılarak verimsiz alanlarda (inşaat gibi) gereğinden fazla yatırım yapılarak suni istihdam oluşturulmaktadır. Ülke ekonomilerinin artık iyice bağımlı hale geldiği, borç ve cari açığın ekonominin kaldıramayacağı bir noktaya ulaştığı noktada ise hızla piyasadan çıkarak devalüasyona ve ekonomik krize sebep olmaktadırlar. IMF veya diğer kuruluşlarla bu ülkeler anlaşma yapmaya zorlanmakta ve şirketlerin isteği doğrultusunda yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Ekonominin krize girdiği, milyonlarca insanın işsiz kaldığı bir ortamda, eskiden milyar dolarlar vererek alamadıkları şirket ve malları tabir caizse ölü eşek fiyatına kapatmaktadırlar.
Bu sayede o ülkede bir şekilde önemli şirketlere çok ucuza (hatta bazen bedavaya) el koymakta ve ülke ekonomisine daha rahat nüfuz etme imkânı bulmaktadırlar. Sermaye piyasası başta olmak üzere ekonomi alanındaki kendi istekleri doğrultusunda yapılan düzenlemeler sayesinde ise bir şekilde dokunulmazlık zırhına sahip olmakta, ekonomi yönetimindeki ağırlıklarını her geçen gün daha da artırmaktadırlar. Doğu Asya krizinde ve ülkemizde yaşanan 2001 krizinde olan olay aynen budur. Örneğin DEMİRBANK 2001 krizinden önce 1,2 milyar dolar değer biçilmesine rağmen yabancılara satılmazken, 2001 krizinden sonra 350 milyon dolara HSBC’ye (Rothchild’lerin bankasına) satılmıştır.
Yani yaklaşık 4’te bir fiyatına. Oysaki DEMİRBANK 2000 yılındaki ekonomik programa en çok destek veren banka idi. Aldığı sendikasyon kredilerini hazine borçlanma senetlerinde değerlendirerek programa destek olmasına rağmen, o zaman ki Merkez Bankası Başkanı’nın ve ekonomi yönetiminin hataları ve yerli işbirlikçi bankaların piyasadan likiditeyi çekmesi nedeniyle gecelik faizlerin Kasım ayında %2000’lere çıkması nedeniyle aktif dengesi bozulmuştur. BDDK tarafından da kendilerine aktif yapısını düzeltmek için fırsat verilmediği için 2001 Aralık ayında DEMİRBANK’a el konulmuştur. Ülke kaynaklarını hortumlamayan tam tersine destek olan bir kuruluşun bu şekilde harcanması oyunun ne kadar büyük olduğunun da habercisiydi. Nitekim Şubat 2001 krizi ile birlikte DEMİRBANK’ta oynanan oyunun benzeri diğer bankalara ve şirketlere de oynanıyor, ülkenin değerli şirketleri birer birer bunların veya yerli taşeronlarının eline geçiyordu.
Oyun genellikle hep bu şekilde oynanmaktadır. Bir şekilde insanlar rahata ve lüks tüketime alıştırılıp kriz çıkartılmakta, daha sonra da o ülkedeki şirketler yok pahasına satın alınarak ülke ekonomisi ele geçirilmektedir. Bugün de aynı oyunun değişik bir versiyonu sergilenmektedir.2019 yılında çıkarılan bir virüs ve oluşturulan korku imparatorluğu ile dünya ekonomileri alt üst edilmiştir.
Bugün ÇİN hariç dünyadaki tüm ülkeler korona virüs etkisiyle ekonomik kriz altındadır. Para basarak kurtarma operasyonları ise şuana kadar bir işe yaramamıştır. Esasen dünyayı yöneten ve neredeyse dünyanın tamamına hâkim olan bu şeytani akıl nedense sahip oldukları ile yetinmemektedir. Mal, sermaye ve ekonomiye hükmetme bunları kesmemiş,sahip oldukları şeylerin yanında dijital küreselizm (veya dijital diktatörlük) ile insanları artık tamamen kontrol altına almak istemektedirler.
Bugün teknoloji şirketleri ile ana akım medyanın % 97’si, Facebook, Instagram ve Twitter gibi sosyal medyanın ise neredeyse tamamı bu uluslararası şirketlerin tekelindedir. Google gibi arama motorları ile Youtube gibi video paylaşım siteleri de hakeza yine bunların elinde bulunmaktadır.
Bu nedenle kendi projelerinin aksine söz söyleyen, yazı yazan, video ve görsel paylaşan tüm kişiler sansürlenerek ya hiç gösterilmemekte veya popüler olması engellenerek alt sıralara düşürülmekte ve insanların gözünden kaçırılmaktadır. Bu hususta adeta dijital bir diktatörlük uygulanmakta, en ufak bir aykırı ses dahi yapay zekâ teknolojisi kullanılarak tespit edilip susturulmaktadır. Örneğin www.fikiranalizi.com sitesi (yani bu yazının yayınlandığı site) VİSA, Mastercard ve UnionPay gibi Yahudilere ait uluslararası kartlı ödeme sistemlerini elinde tutan şirketlerin sömürüsünü dile getirdiği ve yerli ve milli ödeme sisteminin önemini anlattığı için FACEBOOK tarafından engellenmiş ve paylaşılan tüm yazılar otomatik olarak silinerek sansüre uğramıştır. Özgürlük alanı diye lanse edilen FACEBOOK, hakaret ve yanlış bir bilgi içermemesine rağmen, sırf Yahudi şirketlerin menfaatine dokundu diye bu siteyi engellemiş ve bu sitenin paylaşım yapılmasını yasaklamıştır.
Yarın dünyaya tamamen hakim olduklarında neler yapabileceklerini artık siz düşünün.
Yahudiler, Üstad Kadir Mısıroğlu’nun dediği gibi kısa vadeli plan yapmamaktadır. Uzun vadeli planlar yapmakta ve bu planlarını belli bir program dâhilinde adım adım uygulamaya koymaktadırlar. İkinci dünya savaşından bu yana gidişatın yönü hep bunların planları doğrultusunda olmuş, insanlık yavaş yavaş bunların kıskacına girmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, şuan oynanan oyun eskisinden çok daha büyüktür. Artık sadece ekonomiye sahip olmak değil aynı zamanda insanlığı tamamen ele geçirmek, onları kontrol altına tutmak ve istemedikleri her şeyi engellemek istemektedir. Eskiden harcamalar yoluyla insanlığın ne yaptığını kontrol edip onların zaaflarını tespit ederek ifsat hareketinde bulunan şeytani akıl, bugün bilişim sistemini kullanarak cep telefonları ve sosyal medya gibi araçlarla insanları 24 saat izlemekte, en mahrem bilgilerine dahi ulaşabilmektedir. Dünyanın en zengini olmalarına, üretim araçlarına ve istedikleri her şeye sahip olmalarına rağmen doymayan küreselci şeytani akıl, günümüzde sahip oldukları ile yetinmeyip insanların özel hayatlarını dahi kontrol altına almaya çalışmaktadırlar. Seçilmiş insan inancıyla insanlığı ve dünyayı ifsat etmeye gayret göstermekte, kendilerince bir nevi (haşa) tanrıcılık oynamaktadırlar. Bugün yaşanan dijitalizm ile eskiye ait ne varsa hedef alınmakta, insanlık bağlarından kopartılarak yalnızlaştırılmakta, tamamen onların kontrolüne geçmektedir.
Bu kapsamda bireyselleşme, kişisel özgürlük, kadın haklarını koruma masalları ile aileyi, dini ve devlet gibi insanların bağlılık duyduğu yapıları dağıtmak istemektedirler ve bunu özellikle batıda büyük ölçüde başardılar. Maalesef başta ülkemiz olmak İslam ülkelerinde de bu hususlarda epey mesafe aldılar. Bugün ülkemizde büyük aile yapısı hemen hemen hiç kalmadı ve akrabalık ilişkileri oldukça zayıflayarak ailelerimiz çekirdek aileye dönüştü.
Ancak oyun burada da kalmadı ve çekirdek aileyi de söz de kadına şiddeti önleme adına yıkmaya başladılar.
Son açıklanan verilere göre ülkemizde kurulan her 3 aileden biri yıkılmakta, bin bir zahmetle kurulan yuvaların neredeyse %40’ı ilk 5 yıl içinde dağılmaktadır. İfsat çalışması burada da durmamakta söz de kadın erkek eşitliğini sağlamak ve kadına şiddeti engellemek adına cinsiyet eşitliği safsatasını çıkararak cinsiyetsiz ve hiçbir manevi değere bağlı olmayan tamamen kendi kontrollerinde bir toplum oluşturma gayreti içindedirler. İnsanların manevi değerlerine ve devletlerine olan bağlılığını azaltmak için çok yoğun faaliyet göstermektedirler. Sanal ortamda sundukları bilgi kirliliği ile insanların inançları hakkında zihinleri zehirlenmekte, kripto paralar ile devletlerin temel hükümranlık sembolü olan milli parayı ortadan kaldırmaktadırlar.
Şuan için büyük ölçüde başarı sağlamış olsalar da henüz insanlık için ümit bitmiş değildir. Ancak çok tehlikeli bir ortamda bulunduğumuzda aşikârdır.
Ülkemiz ve insanlık adeta köprüden önceki son çıkıştadır.
Ya hep birlikte bunlara karşı birleşerek bu oyunları bozacağız veya tamamen bunların egemenliği altına girip yok olup gideceğiz.
Semra EROĞLU Şiirleri sevdiren kadın
YORUMLAR
Cok güzel acikladiniz
Emeginize saglik
Rabbimiz en cok bunlardan bahs etmis
Bizleri defaatla uyardigi halde maalesef cihan devletimizi bunlara yiktirdik
Ve Filistinde ciban basi olarak yerlestiler
Care
SADRI ISLAMA SARILARAK ISLAM`I TAVIZSSIZ YASAYARAK BUNLARLAN BAS EDEBILIRIZ
Yoksa Dünya hakimiyetlerinde onlarin merkepleri gibil yasayacagiz
dua ile