6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
618
Okunma
“Gençler hayalleriyle, yaşlılar da anılarıyla avunurlarmış.” Çok doğru.
Bir devre arkadaşımla sık sık konuşuruz. Anlattıklarımız da hep geçmişe dairdir.
Bir gün:
“ Hiç hayallerimizden bahsetmiyoruz. Bizim hiç mi hayallerimiz yok?” Dedim,
“Var” Dedi. Var. “Artık tek hayalimiz Allah yatırmasın, baktırmasın. Kalp krizini insanlar sevmez ama çok iyi bir ölümdür. Aldığın nefesi son defa verirsin. Alır götürürler seni. Kimseye yük olmazsın.
Bu gün seninle eşimle nasıl evlendiğimizi anlatacaktım. İnsicamımı bozdun işte:
“Hadi anlat, anlat. Tek sermayemiz geçmişimiz zaten.”
Başladı anlatmaya:
Ablam benden iki yaş büyük. Okula başlama yaşı geldi. Babam:
“Bekle kardeşini. Biliyorsun yerinde duramaz, hoppa. Okula beraber başlayacaksınız. Ona sahip çıkarsın. Hem kız çocuğu okuyup ta ne olacak?”
Çaresiz iki yıl geç başladı ablam. İkimizde aynı sınıftayız. Ben okuldan geliyor, atıyorum çantamı. Doğru sokağa… Ablam:
“Kardeşim öğretmen ödev verdi? Yapmayacak mısın?”
“Sen yap.”
Hem kendi, hem de benim ödevlerimi yapıyor ablam. İkimizde geçer not alıyoruz. Benim keyfim yerinde. Öğretmenimiz durumun farkındaymış. Bir gün:
“Çocuklar Atatürk’ün hayatını yazıp getireceksiniz. En iyi yazan çıkıp tahtada anlatacak.”
Uygulama yine aynı. İkimizin yazısını da ablam yazdı. Öğretmen bana:
“En iyi yazı senin ki. Çık bakalım tahtaya anlat yazdıklarını:
Çıktım:
“Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğdu. 1938 de Dolmabahçe sarayında öldü.”
Öğretmen:
“ Peki, ölmeden önce hiçbir şey yapmadı mı?”
Ben de tık yok.
İki okkalı tokat vurdu. O zamanlar öğretmenler öğrencilerini dövebilirlerdi. Şimdi mi?
Bazen öğrenciler öğretmenlerini dövüyorlar.
Ablama döndü:
“Bir daha bunun ödevlerini yaparsan seni de cezalandırırım.”
O günden sonra, mecburen kendi ödevlerimi kendim yapıyordum.
İlerleyen yıllarda motosikletli birisi evimizin önünden sık sık geçmeye başladı. Evimize yaklaşınca motoru bağırttırıyor, sonra geri dönüp tekrar evimizin önünden geçip gidiyordu. Motorlu geldiği zaman ablama bir haller oluyor, giyinip kuşanıp arkadaşına gideceği tutuyordu. Tahmin etmiştim. Ablam o motorluyla konuşuyordu. Ablama:
“Seni babama söyleyeceğim.”
“Ne söyleyeceksin?”
“O motorluyla buluştuğunu.”
İnkâr etse de korkmuştu. Bana beş lira verdi. Beş lira o zamanlar büyük para. Çocuklara verilen en büyük harçlık bir lira. Benim havamdan geçilmiyor. Bol bol para harcıyorum. Arkadaşlarıma bile ikramda bulunuyorum. Ne zaman param bitse ablama:
“ Seni babama söyleyeceğim.”
Ablam nasıl ediyor, nereden buluyor bilmiyorum. Ama beni hiç harçlıksız bırakmıyordu.
Astsubay okulundayım. Bir mektup geldi.
“Oğlum seni de, ablanı da nişanladık”.
O motosikletlinin ailesi ablamı istemeye gelmişler. Babam:
“Veririm kızımı vermeye de, ben de kızınızı oğluma alırım. “
Bana sormadan, Beni de nişanlamışlar. Bir şey diyemedim, denilmezdi.
Peki, şimdi nasıl? Gençler tanışıyor, konuşuyorlar. Gençliğin verdiği heyecanla evleniyorlar.
Evlendikten sonra gizlenen birçok gerçek ortaya çıkıyor. Ver elini mahkeme; ayrılıyorlar.
Neredeyse pazartesi düğün, Çarşamba mahkeme. Anlayış yok, özveri yok.
Aile büyükleri tecrübeleri ile gençlerin farkında olmayan gerçekleri görüyor, ona göre çocuklarını evlendiriyorlar
Mezun olduktan sonra iki düğün birlikte yapıldı. Ufak tefek huzursuzluklar her evde oluyor. Ama elli beş yıldır evliyiz. Mutlu muyuz? Evet…
Hem de çok mutluyuz.
Allah babamdan annemden razı olsun. Yattıkları yer nurla dolsun…