- 325 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HELAL ETMİYORUM
136- HELAL ETMİYORUM
Doğanın koynunda küçükbaş hayvanlarıyla yaşıyordu Çoban Nurullah. Kendini bildi bileli karakıl keçilerle haşır neşirdi. Bıkıp usanmadan diyardan diyara ke çilerin peşinden şevkle koştururdu. Konar-göçerlik babasından önce dedesi Feyzullah’ında sürdürdüğü bir yaşam biçimiydi. Onunki, aile mesleğin devam ettirmek uğraşı, sevdası. Baba Seyfullah’tan miras kalan bir dünya meşğalesi. Bundan kurtuluş yoktu. Esasında çobanlıktan başka bir işi yapabilecek ne becerisi, ne de yeterli tahsili vardı. Okul yaşına gelen çocuklar için okul, öğret men, defter, kitap..diye ailecek bir sorun bilmiyorlar ve dünyaya cahil gelip zır cahil ayrılıyorlardı. Kaderleri çobanlıkla örülüp düğümlendiğinden dünyaya çoban gelip çoban giderek namlanıyorlardı. Bu alemin düzenin çobanların sağ ladığı inancındaydı. Doğayla iç içe olmayı, koynunda yaşamayı çok seviyordu, Özellikle evcil ve yabani hayvanların yavrulama zamanında onlarla ilgilen mek istiyordu. Sağlıklı olabilmek için doğanın koynunda yaşamak ise, bulunmaz bir velinimet ve Allah’ın bir lutfu, armağanı olarak değerlendiriyordu.
Çoban Nurullah ve kardeşleri bini aşkın keçi sürüsüne sahipti. Kışın azami dört ay Akdeniz kıyısında Bozyazı/Anamur Çayı kenarında Gercebahşiş köyünde eğleşiyordu. Burası hayvanların kışın soğuk günlerini daha sıcak iklimde geçir mesi, korunması için en uygun bir yerdi. Bol otlakiye ve kesintisiz suya yakın bu mekan büyük dedesi Feyzullah’tan beri yurt edinilerek kışlak olarak kulla nılıyordu. Çay kenarında devasa ağaçların altına kıl çadırlar yan yana konduru lurdu. Babaerkil Çoban Feyzullah ailesi dert ve tasadan uzak doğanın koynun da gönlünce geçinip gidiyorlardı.
Yıllar öncesinde dede Çoban Feyzullah vefat edince amca Şerafettin yaşa mında çok büyük bir karar verip konar-göçerliği bırakarak yerleşik düzene ge çer. Gercebahşiş köyünde babadan zilyet arazide yerleşik düzene geçer. Babasının zilyetliğinden miras kalan ve kardeşi Seyfullah’la ortak oldukları bin lerce dekar arazi ile makilik merada zirai tarım yapmayı düşler. Yeni yaşam sürecinin ilk yıllarında kardeş aileler özellikle kış aylarında amca Şerafettin ve kuzenleri Nurettin ve Seyfettin’le dostluk ve kardeşçe komşuluk yaparak güzel ce geçinirlerdi. Ayrılık ve gayrılık olmuyor, yaşamları itirazsız nizasız sular sel ler gibi çağlayıp duruyordu. Fakat yıllar geçtikçe ve amca Şerafettin zirai tarım alanlarını büyüterek sahiplendikçe kardeşi Seyfullah’ın keçi sürüsünün kış ayla rında Gercebahşiş köyünde ata yadiğarı topraklara gelmesini istememeye baş lar. Aslında Çoban Seyfullah’ın kış ayında ata toprağı Gercebahşiş’ten başka gidecek bir yeri, gölgesinde kışlayacak ulu bir çınar ağacı yoktu. Canları, hay vanları, toprakları ve deve sırtında taşınan çul, çuvalları çok değerliydi. Yaşa dıkları toprak parçasını Cennetül Ala’dan bir köşe olarak görüyorlardı. Baba Seyfullah’ın vefatından sonra amca ve kuzenlerin baskıları ve mala zarar ve ren rahatsız edici tacizleri arttıkça artar. Ancak yeni yetme, bıyığı terleyen Ço ban Nurullah ve kardeşleri tüm baskılara direnip, ne pahasına olursa olsun, a sırlık ata toprağı bu yurttan ayrılmak istemiyorlar, direniyordu.
Mart ayı gün dönümüyla birlikte Akdeniz’de havalar ısınınca kıl keçiler sıcak tan huysuzlaşmaya başlar. Bu huysuzlaşma hareketi Gercebahşiş’te bir yolcu luğun hazırlık habercisi. Çoban Nurullah’ın obası tez vakitte kuzeye doğru ha vası serin yaylaklara revan olacaktır. Göç Kervanı düzüldükten sonra enaz dört yüz kilometre kuzeyde Taşeli Toros Dağları zirvesinde konuşlu Karaman/ Sarı veliler- Barcın Yaylasına doğru yönünü çevirir. Çoluk çocuk, mal melal, kedi kö pek, yeni doğmuş oğlak, ve hasta sökelden kimisi yalın ayak, bazısı hayvan ve deve sırtında yollara düşer. Deve sırtında asılı heybenin bir gözünde bebe çocuk, diğer gözünde yürüyemeyen yavru oğlak koyun koyuna taşınır. Aylarca kullanılacak kap kacak, çul çuval, çadır ve yolda yenilecek yiyecek un bulgur hayvanların sırtına özenle yüklenir. Deve sırtında yüklü eşyanın en üstüne ço cuklar yerleştirilir. Bu döngü yaşam biçimi konar-göçerliğin temel esasıydı. Yılda iki kez muhacir olunurdu. Yaşamları tabana kuvvet yürüyerek sürdürül düğü için “Yörük” namıyla namlanır. Oğuz’un Türkmen boyunun yürüyen aşi reti, Yörük. Bunlar yerleşik düzene geçip sürekli bir yerde kalmak istese de, nafakayı temin ettikleri mal melalin durması olanaksız. Bu hayvanlar taze ve kokusuz yeni besinleri sever. Özgürlüğüne çok düşkün, disipline gelemezler, hemen huysuzlaşırlar. Mecburen Çoban Nurullah’ta canın yongası malın peşin den rızık temini için yalın ayak dağ taş demeden koşturuyordu.
Gercebahşiş ile Barcın Yaylası arasında en az bir hafta süren yolculuk süresin ce yol güzergahında konuşlu köylerin meralarındaki konaklama yerlerinde bin bir çeşit zorlukla karşılaşırlardı. Köylüler meralarından ve ekenek bahçelerin den göçerlerin sürüyle geçmesin istemezdi. Bazı köy sakinlerinin sözlü haka ret, fiziksel müdahalelerine muhatap olunurdu. Aynı boyun bireyleri nefisle rine esir düşerek geçinemezlerdi. Göç süresince huzursuzluk veren tartışma ve gürültünün haddi hesabı bilinmezdi. Bu kısır döngü her yıl yaşandığı için hem bıkkınlık verir, hem de endişe yaratıyordu. Nihayetinde Çoban Nurettin obayı sağ salimen, selametle, kayıpsız Sarıveliler/ Barcın Yaylası- Karahasan mevki sinde atalarından miras kalan taş inler, mağaralar ve otlakiyeye ulaştırınca de rin bir nefes alıp Mevla’ya şükrediyordu. Huzura kavuşurdu.
Taşeli bölgesi Toros Dağlarının 1500 rakımından başlayıp yer yer 2000 rakımı geçen yükseltilerde göçerlerin konuşlandığı sayısız yaylalar mevcut. Bu yayla rın içinde en önemlisi yaz nüfusu en yoğun olan ve Karacaoğlan’ın da yayladı ğı, güzeller için şiir yazdığı Sarıveliler/Barcın Yaylası’dır. Barcın Yaylası, günü müz idari yapılanması çerçevesinde Sarıveliler, Ermenek, Hadim, Taşkent, Ga zipaşa, Alanya ilçelerinin coğrafi sınırlarının bir kısmını da içeren geniş bir pla todur. Bu platoya adı geçen ilçe sakinleri konar-göçer baharın ve özellikle ya zın yaylaya çıkmakta. Göçerlerin yoğunluğunu ise, Mersin/Anamur’dan gelen ler oluşturur. Yaylada binlerce oba kurulur. Bu durum Barcın Yaylası’nı bir di ğer isim olarak Karaman il sınırları içindeki “Anamur Yurdu” olarak tanımlar.
Anadolu’da konar-göçerlik yaşamı XIII. asrın ikinci yarısından itibaren Türk menlerin Taşeli ve Akdeniz bölgesine yoğun şekilde yerleşmeye başlamasıyla birlikte görülen bir yaşam biçimi. Taşeli bölgesiyle birlikte Silifke ile Alanya arasında kalan Akdeniz sahil şeridi tamamen Karamanoğulları Beyliğinin hü kümranlığında olduğu yılların ürünü. Doğanın iklimlendirmesinin eseri. Yerle şik düzene tam olarak geçmeyen Oğuz boylarına mensup aşiretler, iklim şart larından dolayı beylik sınırları içinde yoğunlukla konar-göçer bir yaşam tarzı sürdürürdü. Henüz yerleşik düzene geçilip sabit bir yerde yaşamanın pek yay gın olmadığı yıllarda Türkmen obaları, bulunduğu bölgede bakir vaziyetteki kaynak su başına, gaba ardıç gölgesine, Anıt kaya dibine çadırın kurup ateşin tüttürdü. Yaşamı etkileyen iklim değişiklerinden yazın rakımı yüksek yaylada, kışın daha sıcak deniz kenarında konuşlanarak hem kendin hem de malını ko rudu. Kış ayların Silifke, Anamur, Bozyazı, Alanya ve Gazipaşa’nın yerleşim yer lerinde geçiren aşiret obaları, baharın başlamasıyla birlikte havası serin Taşeli Toros Dağının yüksek kesimlerindeki yaylalarına göç etti. Havası, suyu ve hay vanların beslenmesi için otlakiye yönünden tercih edilen öncelikli yer Barcın Yaylası oldu. Böylece Barcın’ın barındırdığı nüfus, Taşeli bölgesindeki yayların içinde hep yoğunu oldu.
Tarihi süreçte geçen zaman içerisinde yaylak ve kışlak mekanlar ile oba kuru lan yerlerde zilyetlikler başlar. Zaman içinde devletinde teşvik etmesinin yanı sıra konar göçerlikten bıkıp usanan ve devletin konar göçerlerden aldığı vergi yi artırması sunucu bu vergiyi ödemek istemeyen obalar uygun buldukları yer de köy yaşamına geçmek için iskan olmaya başlar. Ayrıca konar-göçer obala rına yakın yerlerde yerleşik düzene önceden geçen bazı köy sakinleri, obaların zilyet olduğu yerlerde hak iddia ettikleri görülür. Göçerleri buralardan çıkar maya, göçerlikleri sonlandırmaya çalışılır. Taraflar arasında sürtüşme ve hoş olmayan tartışmalar, gerekirse kaba kuvvet bile uygulandığı görülür.
Gercebahşiş’li Çoban Nurullah obası asırlardan beri Barcın Yaylası ile Gerce bahşiş’te eğleştiğinden mekanlar arasının yolu, dağı ve taşında ayak iziyle ata larının mezarları bulunur. Bu göç yolunun manevi bir değeri mevcut. Bura lardan vazgeçmeleri asla mümkün olmaz. Canları pahasına savunurlar. Hatta Osmanlı Devleti döneminde bu tür anlaşmazlık ve sürtüşmeleri önlemek ama cıyla, göçerlerin hak sahibi olduğuna dair belge niteliğinde Hüccetü Şerriye ka rarları çıkarılmış. Göçerlerin oba kurduğu mekanlarda kanuni hakları tanınıp teslim edilmiş. Böylece buralarda konaklamalarına karşı çıkan, vergi isteyen, kaba kuvvet uygulayan olmuyordu. Herkes biliyordu ki, bu mekanlar göçerle rin zilyetlik yurduydu. Çoban Nurullah’ın bu yurt mülkiyeti amcası ve kuzenle rince hileyle elinden alınmak isteniyordu. En büyük sorunu, derdi buydu.
Gercebahşişli Çoban Nurullah Barcın Yaylasında billur suları içip temiz havasın ciğerlerine doldurup, kekik kokan kebabına ekmek bandırıp ve damağı doğal kara kovan balıyla kaymaklayarak keçi sürüleri peşinde koştururken amcası Şerafettin’in, haksız tasarrufuyla karşılaşır. Orman İdaresi Gercebahşiş köyün de kadastro çalışması yapar. Orman niteliğin kaybeden tapusuz arazileri, (2-B vasıflı) tarım arazisi olarak değerlendirip hazineye kaydettikten sonra isteyen köylüye satar. Feyzullah dededen beri Çoban Nurullah’ın da zilyet olduğu ara zi bir anda elinden kaçıp hazineye geçmesinden zerrecik haberi olmaz. Bu ara da Şerafettin amcası ile kuzenleri Nurettin ve Seyfettin bu yerleri hazineden satın alıp şahsi mülkleri yapar. Nurullah’a ulu ağaç gölgesinde bir adım yer bı rakmazlar. Amca Şerafettin binlerce dönüm arazinin müstakil tapusun alınca vakit geçirmeden muz, domates, çilek seraları ve tatil köyü tesis eder. Vakti zamanında gölgesinde keçilerin geviş getirdiği bakir mera, kısa sürede modern nitelikli zirai tarım işletmesine dönüşür. Deniz kenarında turistik oteller yük selir. Kuzenlerinin aklına bu yerlerde emmim avanelerinin de hakkı var diye kuru bir düşünce bile gelmez. “Hep bize rap bize” derler .
Toros Dağları karla beyaza bürünmeye başladığı Kasım ayı ortalarına doğru Barcın Yaylasından Gercebahşiş’e dönen Çoban Nurullah gördüklerine şaşırır. Atalarından miras kalan arazinin yanına bile yaklaşıp obayı konduramaz. Sığı nacak bir ağaç gölgesi, tutunacak bir dal bulamaz. Zilyet olduğu mekanın ye rinde yeller esmiş. Arazi çitlerle çevrilip özel mülk, yasak bölge haline geti rilmiş. Emmisi Şerafettin ve kuzenleri, “Bu arazi bundan böyle şahsi mülkleri olduğunu, araziyi kanunun ön gördüğü usulleri yerine getirerek hazineden pa rayla satın aldıklarını, Seyfullah ve avanelerin bu topraklarda zerre kadar hak ları kalmadığı, artık bu topraklara oba kurulamayacağı, şayet bir hak iddia ediyorsa mahkemenin Bozyazı’da olduğun” bildirirler.
Amca Şerafettin ve kan kardeşleri kuzenlerinden duyduğu sözle beyninden vu rulmuşa dönen Çoban Nurullah, duruma çok şaşırır. Biraz ses çıkarsa vücut dil lerinden kaba kuvvet uygulayacakları, belki canından olabileceğin anlar. Elin kiri olup kefenle mezara götürülmeyen dünya malı için uğradığı saygısızlık kar şısında eli ayağına dolaşır. Damarlarında dolaşan kan durur ve beyni düşün mez, gözü görmez, kulağı duymaz halde olduğu yerde sabitlenir. Ne yapacağın bilemez. Bildiği açık bir şekilde göz göre göre hakkının yendiği ve tüm malının haince gasp edildiğine inanır. Atamdan miras helal malımı, hinlik yaparak elim den alan kişi, Allah’tan korkmuyordur. Bu tür davranışta bulunan kişiler bil mezlermi ki, Allah-ü Teala kul hakkı için; “Benim yanıma her şey ile gelin affe derim. Fakat kul hakkı ile gelmeyin. Onu ben değil kulum affeder” demiştir. Anlaşılıyor ki, Allah’ın kul hakkı yeme günahın, hakkı yenen kişi bağışlamadığı sürece affetmeyeceğidir. Gözünü toprak bürüyen kan bağı akrabalarım bu hadisten bi haberler. Deveyi hamuduyla yutuyorlar.
Kanbağı olan en yakın akrabasının haksız tutumuyla karşılaşan Çoban Nurul lah, kaba kuvvete uğramamak için kervanı civar komşu köy Karalarbahşiş köyüne yönlendirir. “Bunda da bir hayır var” diyerek hayvanları koruma altına alacak bir sığınak, başını sokacak güvenli bir yer bulur. Vakit geçirmeden ku zenlerinden hakkını almak ve dünya malı için attıkları kazığın hukuksuzluğu ve hakkının yendiğini ispatlamak için adli makamlarda dava açar. Yıllar yılları ko valarken dava bir türlü sonuçlanmaz. Fakat kuzenleri Nurettin ve Seyfettin zil yeti olduğu maldan haksız edindiği gelirle servetine servetler katar. Yokluk, yoksulluğu unuturlar. Evvelinde çoban olan Şerafettin, şimdi Ağa olarak ünle nir. Modelli otomobillerin birinden inip ötekine binerler. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasında, bir elleri balda bir elleri yağda zevkü sefa içerisinde ya şam sürdürür.
Çoban Nurullah her yıl obasıyla yine Barcın Yaylasına çıkmaya devam eder. Çektiği acılar, iliklerinde hissettiği yoksulluk depreşip kuzenlerinin yaptığı, hak sız edindikleri servette hissesi olduğun hatırladıkça her daim lanet okumayı eksik etmez. “İnşaAllah benim helal hakkım malımdan kazandığı serveti kefen parası yaparlar. Yediklerin s.çamasın, içtiklerin işeyemesin. Karınlarında biri kip davul gibi şişsin. Acı ve sancıdan kıvrandıkça kıvranıp karpuz gibi güm diye çatlamak kurtuluşlar olsun. Kul hakkı yemenin ne demek olduğunu öğrenip anlasınlar. Allah’ın lanetine uğrasınlar” türü serzenişte bulunur.
Günler ayları, ayları yılları kesintisiz kovalarken zaman yaz yağmuru gibi akıp geçer. Çoban Nurullah bir kış günü Karalarbahşiş camiinden kuşluk vakti Selatu Selam verilir. Dikkat edip kulak verir. Selatu selada; “Gercebahşiş kö yünden amcası Şerafettin ağanın vefat ettiğin” duyar. Hemen işini bırakıp, tüm programı iptal edip öğle namazı müteakip Gercebahşiş köyünde kılınacak cenaze namazına iştirak eder. Cenaze namazına katılmak için gelenlerin anlatımından öğrenir ki; “Şerafettin ağanın sağlığı gayet yerinde, turp gibi o lup her hangi bir sağlık sorunu bulunmuyormuş. Fakat aniden bağırsaklarında kabızlık sorunu başlamış. Bu sorun birkaç hafta devam ettikten sonra idrarın çıkaramaz olmuş. Hatta yelleyemiyormuş bile. Doktorlar muayene edip ilaç vermesine rağmen derdine derman olmuyormuş. Nihayetinde bir akşam üstü kıvrana kıvrana son nefesin verip vefat etmiş.”
Gercebahşiş Köyü Camisinde cenaze namazı için toplanan cemaata imam cenaze namazı kıldırdıktan sonra cemaate sorar. “Muhterem cemaatımız ha yır sever iş insanı Şerafettin ağayı nasıl bilirsiniz.” Cemaat gür bir sesle, “İyi biliriz” diye cevap verirken Çoban Nurullah sessiz kalır. İmam bu sefer ce maate, “Hakkınızı helal ediyor musuz?” diye sorar. Cemaat yine “ Helal edi yoruz” diye cevap verirken en arka safın orta tarafında bulunan Çoban Nuret tin gür bir sesle; “Ben helal etmiyorum” diye bağırır. Cenaze namazında bulu nan tüm kişiler şaşkınlık içinde sesin geldiği yöne kafasın çevirir. Cenaze na mazında ilk kez karşılaşılan bu durumda hakkını helal etmeyenin kim olduğun anlamaya çalışır. Bakılır ki Yeğen Nurullah hakkını helal etmiyor. Çoban Nu rullah bu sefer daha gür bir sesle; “O mevta benim hakkımı yedi. Ben bu hakkımı helal etmiyorum, Ahrette hesaplaşacağım” diye bağırır. Bu söz üzeri ne cemaat içinden birkaç kişi ile kuzen Seyfettin kaba kuvvet kullanmak için Çoban Nurullah’ın üzerine yürür. Araya girenler sayesinde karğaşa önlenip Çoban Nurullah cami avlusundan uzaklaştırılır.
Hakkı yenilenin rızası olmadan Allah-ü Teala’nin bağışlamadığı, affetmediği Kul Hakkı günahına taraf olmamak için azami çaba, gayret göstermek gerekir.
Allah rahmeti rahmanları kul hakkı günahıyla ahrete intikal ettirmesin.
Süleyman YILDIZ
(Lemos5303)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.