- 374 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
ÖZDEN SÖZE, DÜŞÜNÜŞE, DUYGUYA, DAVRANIŞA BİR YOL
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sartre’ın diliyle ifade edilirse, “Kişi, seçtiği hayata bağlanır.” Her birimiz için geçerli bir söylemdir bu. Seçeneklerimizle ister istemez içiçe olan bizler, hangi seçeneğe yönlenmiş isek, onun yansımaları olan kapıları ve bu kapıların ardındaki; duyguları, düşünüleri,duruş ve davranışları da belirlemiş oluruz bir anlamda.
Kimse seçkilerimiz ve bunun sonuçlarıyla ilgilenmez . Zira bizler bu yolu seçer ve yaşarız. Hayata dair derinden ilişkisi bulunan ve onun her deminde de önümüze çıkacak olan bu seçenekler doğru belirlenirse, hayat daha güzel solunan, hissedilen ve renk katan tezahürlere, aksi durumda ise varlığımızın olanca ağırlığı altında ezildiğimiz, zamanın içinde anlamsızca sürüklendiğimiz bir başka şeye evrilebilir.
Kendini algılamaya başladığı andan itibaren ki bu yaklaşık üç yaşından hemen sonra başlayan ve adeta hayatın önemli anlarını, enstantanelerini de kayda almaya başladığımız ve giderek ;ne olduğumuzu, niçin var olduğumuzu, ne gibi sorumluluklarla yüzleşmemiz gerektiğini sorgulatan bitimsiz bir akışa dönüşür. Kendimiz olabilmek, kendimizi bulabilmek ve sınırlarımızı keşfetmek ise öyle bir anda oluveren bir şey de değildir esasında.
“Beni bende demen,
Ben, bende değilem,
Bir ben vardır bende
Benden de içerü”
derken büyük düşünür, ozan ve tasasvvuf arifi Yunus Emre, kendi özünü ve dıştan bakılanın ötesindeki asıl kökü ne de güzel ifade etmiştir aslında. Görünen biz ve bir de içimizde yaşayan ve zaman zaman dışa vuran o gizli yanımız, kiminde kargaşa içinde iken kiminde de uyum içinde bir süreçte olabilir. Kendimizi mutlu hissettiğimiz anlar, muhtemeldir ki böylesine iç ve dıştaki benlerin örtüşmesinin doğal bir sonucudur. Oysa çoğu zaman dışa yansıyan duruş, söz duygu ve düşünüş ve davranışların ortaya koyduğu o biz ile içteki arasında büyük bir mücadele, kiminde de kavga eksik değildir. Yaratılışın gereği olan ve değerlerle , akılla, sağ duyu ile, sabır ile emek ile bezenmiş o öz, dışındaki dünya ile kıyasıya bir kavganın da içindedir aslında.
Özünü yakalamak bu anlamda ne de önemli ve hayati bir meseledir değil mi? Onu bulmak, kendin olmak demek ise, onu bulmak özgürlük dediğimiz ve tanımı farklı biçimlerde yapılabilen bir başka dünyaya da açılır. Her şeyimize bir mani koysalar, ellerimizi ve ayaklarımızı ve hatta gözlerimizi de bağlasalar yine de düşünmeye ve hissetmeye devam ederiz kuşkusuz. Buradan çıkarılabilecek sonuç, duygular ve onların beslendiği düşüncelerin dıştan değil, içten beslendiğidir. Onlara bir engel konulamadığı gibi, onlarsız bir hayat mümkün de değildir sanırım. Hayata bakışımızı doğru yöne konuşlandırabilirsek duygularımızı, düşüncelerimizi ve nihayetinde de eylemlerimizi de bir şekle, kıvama koymuş oluruz sanırım.
Her birimize bahşedilmiş şu hayat ve onun en önemli öznesi olan temel kazanımlar yani haklarımız, başkalarıyla ve veya devlet dediğimiz yapıyla ilişkilerimizi de belirlerken bizlere özgürlük sahası da bırakmakta, tam da burada seçenekler yine önümüze çıkmaktadır. Başkalarının sınırlarını ihlal etmediğimiz sürece, toplumun değerleriyle de barışık olabilmeyi başardığımız ölçüde kendimizi özgür hissedebiliriz. Ne var ki, bizim anlatmaya çalıştığımız özgürlük, bu şekli olanı değil elbette. Varoluşun getirdiği ve bütün nimetlere erişimde, onların ne denli değerli olduklarını kavramada, nefes alabilmenin hazzını yaşamada ve sayısız zemindeki seçeneklerimizin potansiyel olarak hep varolduğuyla ilgili olan özgürlük. Bu özgürlük ifadesi, kendiye barışık olma, içteki ile dıştaki benlerin uzlaşıya varabilmesi ve adeta tek ses olabilmesiyle de doğrudan ilintili elbette.
Kendin olabilmek, kararlarını verebilmede özüyle çelişmemek ve aksine oradan ilham bulmak, moral değerlere ne de büyük kazanımlar sağlar şüphesiz. Esasında özgürlük ve onun farkındalığının açacağı kapılardan ; özgüven, başarı, yılmazlık, kararlılık, hoçgörü ve dahasına da zemin teşkil ettiğini, değerlerle içiçe bu silsilenin nihayetinde de mutluluk dediğimiz ve ancak tecrübe ederek içselleştirebildiğimiz ulvi duygulara dönüştüğünü şüphesiz biliriz. Kendimizi en güzel şekilde ifade ettiğinizde, yansıyabildiğimizde genellikle bu duyguyu da coşkulu şekilde yaşamışızdır. Öyle ki, başkalarının çok aradığı ve ivedilikle acil sorunlarını çözen bir konumda olduğumuzda adeta mutluluk bombardumanına da tutuluruz ve yüksünmeyiz de bundan. İtibar gördüğümüz, nezaketle karşılandığımız ve değerli olduğumuzu, gerekli olduğumuzu hissettiren çokça şey, bizde büyük bir yaşama dokunma hazzını da yaşatır. O anların hiç bitmemesini isteriz. Ve fakat öngöremediğimiz şeylerle de bizi yüzleştiren hayat hazırlıksız yakalar, sınar da sınar. Yılmaz yanımızdan güç aldığımız bu durumların üstesinden gelebilmede geçmişteki tecrübeleremizden referanslar alır ve hayatımızı en kısa sürede o dingin ve bizi mutlu kılan hale dönüştürmeye çalışırız. Söylemesi oldukça kolay olan ve bizi apansızın zorluklarla yüzleştiren hayata karşı algılarımızın ne yönde olduğu, onun içinde bazı sürprizlerin de bulunabileceğine dair öngörülerimizin gücü çok şeyi değiştirir. Mağlup olarak daha katı haldeki bir yaşantıda sıkışabileceğimiz gibi, pratik çözüm kabiliyetini de barındıran o içten gelen ve dış yanımızla da barışık benliğimizin sayesinde yeniden ufka bakarken güneşin ışığındaki can veren tonların keyfini de çıkarabiliriz.
Şu benlik konusu ne de önemli. Yeterince sağlıklı ortamlarda ve olabildiğince de doğru ve zengin dış kaynaklardan beslenmiş bir benlik, ona sahip olan kişi için ne de büyük bir güçtür böylesi durumlarda. Batsanız derinliklerine yerin, savrulsanız en sert rüzgârların merhamet yoksunu esişlerinde ve dönse de size sırtını en güvendikleriniz bir yolunu bulur ve yeniden, üstelik daha bir güçlüce de doğarsınız güne.
Gerek kutsal metinlerde gerekse de bu kitabın özünü doğru okuyarak bizlere esin kaynağı olan ve hayata da anlamlı bir duruş göstererek hem bu faniye hem de ötesine doğru uzanan esenlikler yolunun öncüleri, örnek yaşamlarıyla o ideal öze vurgu yapmamış mıdır? Öyle bir vurgu ki bu, hayatın bütün sıcak renklerini de soğuk renklerini de içerir ve bizleri içten ve dıştan sürekli şekilde kiminde de gafil avlamaya meyilli engelleri topyekün bertaraf eden bir vurgu, asil ve en uzun soluklu bir de duruş. Bizlerden başka hiçbir canlıya bahşedilmemiş o farkındalıkların algılanışı sağlayabilecek en üstün ve pahasız akıl, sağ duyu, hissediş, fiziksel donanım ve medeniyetler kurabilme yetisi, elbette bunun karşılığında hakikate giden esenlik yolundaki duruşu da istiyor olmalıdır. Karşılıklılık ilkesi gereği, bu sunumların doğurması gereken ve bütün beşerden fert fert beklenen; kardeşlik, tevazu, doğaya ve çevreye, onun içerdiği düzene saygı ve sonsuz nimetlere de üstün bir farkındalıkla can bulacak şükür bizi daha insan kılmayacak mıdır? En saf haliyle doğduğu andan itibaren iyiden ve güzelden, esenlikten yana olan fıtratımız, doğru seçimlerle bizleri o insan dediğimiz derinliğin içini olması gerektiği gibi dolduran bir hale koyabilirken, hatalı seçimlerimiz ve duyarsızlıklarımız yüzünden bir savruluşun, tükenişin ve azabın içine doğru da sürüklenme tehlikesi içermiyor mu? Özel günümüzde büyük bir bedelle ve onu hak ettiğimize tereddüt bile edilmeyen göz kamaştırıcı bir kıyafetin takdimi, bize bu payeyi verenlere karşı bir borç altına sokmaz mı? Onore olduğumuz ve sevinçten kanatlanacak gibi olduğumuz o anlarda bu hissiyatlara bizi layık görenlere karşı saygısızlık, kırıcı söz ve davranışları nasıl anlamsız ve etik bulmuyorsak, Yaradan`ın da bizlere sunduğu sayısız güzellik ve nimetler için aynı düşünceyi ve hissiyatı beslememiz gerekmez mi? Bu durum bir görevden ziyade, varoluşumuzla birlikte bize takdir edilen ve “eşrefül mahlukat” tanımıyla da perçinlenen gerçeğin doğal bir sonucudur değil mi?
Görünümü ve yaşam becerileri ile insan olmanın elbette kendi doğasından yana bir zorluğu da var. İçimizde daima var olan ve sürekli biçimde de didiştiğimiz o dürtüler, değerlerle çelişen duygu, davranış ve düşünceler yani kısacası nefis, mücadeleye başlayacağımız yerin tam da orijini değil mi? Diğer zorlukların üstesinden gelmek, nefisle mücadelenin yanında ne de kolaydır aslında.
Resullar aracığıyla bizden beklenenlerin en berrak şekliyle vahyedildiği gerçeğini bir kez daha düşünmek gerekiyor. Zebur, etik vurgu yaparak dürüstlüğü, ahlakî erdenmleri; Tevrat öldürmemeyi ve aksine yaşatmayı; İncil nefreti değil sevgiyi, tebessümü, hoş görüyü ve son ilahî kitap olarak tüm beşere verdiği mesajla da kainatın kullanım kılavuzu gibi geniş bir anlama gelen Kur`an-ı Kerim ise okumayı dikte etmişti bizlere. Ne yazık ki bu öğretilerin dikte edildiği medeniyetler ne erdemli, ahlâklı olabildi ne sevebildi ne yaşatmayı başardı ve ne de hayatın anlamını, özünü kendisine bahşedilen üstün nitelikli yanını işe koşarak okuyabildi.
İnsanlık olarak geldiğimiz şu nokta yukarıda dillendirilen ve tüm beşeri de omurgasından yakalayan bir gerçek olarak elem vericidir. İiyi ve güzeler, hayra açılan ve böylece kendini bulabildiği ölüde de özgürlüğü derinden hissedebilecek insan, nefsi ile mücadelesinde o arzu edilen galibiyeti, muvaffakiyeti elde edememiştir. Buna karşın, iyiye, güzele ve iç aleme yönelmenin bir vakti ve zemini de yoktur. Fıtratının çağrısına kulak vermeye başladığında, kendinde meydana gelecek aydınlanma ile yakın çevresinden itibaren tüm varlığı kuşatan bir iyilik, kendi olma, özgürlüğe ve esenliğe gidişin de sınırı yoktur elbette. Yratıcı kudretin kendi özüne en yakın formda ve iç ve dış donanımla, güzellikle bezediği insanın kendini arama, kendini bulmada çok geçmeden bazı sorgulamaları yapması ise kaçınılmaz bir gerçek, üstelik gerekliliktir. Onca göz yaşının aktığı, çocukların ve gençlerin çaresizliklerinin ayyuka çıktığı, güçsüzlerin itilip kakıldığı ve zulmün egemenliği altında sayısız insanın ezildiği bir dünya ile buna çanak tutan ellerin, kafaların, hissiyatların da öznesinin insan oluşu kabul edilebilir bir gerçek değildir. Kendi yükünden sorumlu tutulacak olan insanın, bununla beraber diğer insanların da hali hazırdaki acınası durumlarından doğrudan veya dolaylı sorumlu tutulacak olmasının altından nasıl kalkılabilir? Hayat bir maç değildi zaten. O, kendini keşfetmenin, fıtratın seslendirdiği gerçeklerin bulunması ve nihayetinde de en naif şekilde hayata yansıtılmasında, iyilik ve güzelliklere katkı sağlamada ve böylece nefsinin tetiklediği prangalardan da kurtularak gerçek özgürlüğü tadabilmesinde bir araçtı. Onu bir amaç haline getiren anlayışların dünyamızı ve onun alt başlığı içindeki ; mükemmel dengedeki ekosistemi, insanların mutluluğa erişmelerindeki aşılmazları, barbarlık adına, duyarsızlık adına ve kısaca fıtratla taban tabana zıt her şeyi içeren bir bitimsiz karanlık olduğu gün gibi ortadadır.
Geometride detay gerektiren bir sorunun çözümünde genellikle ilk adımın o olmayan bir çizgiyi zemine konuşlandırıp soruyu adeta yeniden ve daha çözülebilir bir kıvama getirmedeki ustalık gibi, mutluluğun da ve onun beslediği, ön koşulu da olan özgürlük hissiyatı da kendinde gölgesi gibi sımsıkı duran özle ilinti kurması güne, haftaya ve kısaca hayata pahasız bir değer ve anlam yükler kuşkusuz. Hayatı anlam ifade edecek bir kıvama getirebilmek, onun içinde kendi yerini doğru belirlemek, yönelişi doğru kılavuzlamak ve ondan beslenirken öte yandan da ona neleri katabileceğini de belirlemeyi gerektirir şüphesiz. Bir dalganın yüzlerce kilometre ötedeki kıyıya ulaşması gibi, her etki son hedefine değin yoluna devam eder. İyiden yana bir sözün, duruşun, davranışın etkisinin giderek bir çığ gibi büyüyebileceğini düşünürsek, madalyonun diğer tarafındaki tüm istenmeyen ve kısaca kötü olarak düşünülen her şey için de bu durum geçerlidir. Kısacası sevgide de öfkede de bir sınır yoktur. Artmak, zenginleştirmek, güzelleştirmek, yoksunlukları en aza indirirken paylaşımları da alabildiğine çoğaltmak varken, niçin o tüm güzeli, doğal saflığı ve mükemmel üstü dengeleri bozmak tercih edilsin ki? Bizi özgür ve gıpta edilir bir vücut, akıl ve hissiyatla bezemiş olan yaratıcı, bu bahşedilerinin bir karşılığını da istemeyecek midir? Bu mükemmel ötesi mimarinin elbette onun sahibi olan bizlerden de biraz gayret, edep, sabır ve birbirimize karşı da hoşgörülü olmamızı, yüksek bir farkındalığın anahtarı vicdani muhasebeleri de harekete geçirmemizi ve verilen tüm nimetlere de gereğince şükrümüzü beklemesi pek tabii değil midir?
Bir öğretmenin en güzel eserinin türlü yönlerden en ideal şekilde eğitim alabilmiş öğrencilerinden gelecek adına beklentisi ne kadar hakkaniyetli ve beklenen bir şey ise, kainatın sahibinin doğrudan dile getirilmemiş de olsa biraz düşünüş ve hissiyatla anlamaklı olacağız beklentisi de aynen öğretmenin beklentisi gibi olması hiç şaşılacak bir şey olmamalıdır. Bu beklentinin gerçekleşmesi demek, yaratılıştaki fıtratın çağrısını doğru anlayabilmek ve bu referans ile de dünyada da bu dünyanın ötesi olan alemde de özgürlüğün tadını doyasıya çıkarmak da demektir aslında.
İlk Çağ filozoflarında da o kendine yürüme, kendini arama dikkate değer şekilde işlenmiş ve kendini bilebilme esasının neticesinde de bunu başarabilenlerin, zeminde de kendilerini doğru şekilde konumlandırdıklarından söz edilmiştir. Bizim kendimize doğru bu içe yönelik yolculuğumuz, zihnimizin ürettiği onlarca ciddi soruya da esaslı cevapların bulunmasına vesile olur. Kendini yeterince tanımış insanlar, varlıklarından gelen artıları da eksileri de iyi tanımış ve bunları da özlerine uygun şekilde; sözde, duruşta, duygu ve davranışlarında en ideal şekliyle dışa vurmayı da başarmış olanlardır. Bu tür insanların kâmil olduğunu, erdemlilik koktuklarını söylemek abartı da olmaz doğrusu. Ne yazık ki insanlık büyük ölçüde nefsi arzularının ve bitmek bilmeyen hırsının hegemonyasında tutsak olduğundan, beşeriyetin de istenen, beklenen istikamete doğru ivmelenmesi de bir hayli zor olacaktır.
Her birimiz kendimizle savaşımızın galibi olmayı başardığımızda, daha aydın insanlardan teşekkül etmiş medeniyetlerle erdemliler kentleri sakinlerinden olabileceğiz. Bu savaş, hayatımızın savaşıydı en başta ve var olduğumuz sürece de öze mi yoksa ondan öteye mi bilmecesinin cevabını da daima seçeneklerimizde saklıyor olacak. Ben, çokça şeyi yürütmeyi göze alarak, bizi ve onun içindeki ölümsüz değerlerin olduğu, fıtrata uygun ve onun dikte ettiği seçenekleri tercih ediyorum. Siz, kendinizle bu savaşımda nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Bir insanın yaşam seçenekleri, ruhunun puslu denizinde yol bulan bir deniz feneri gibidir. Bu seçenekler, karanlığı aydınlatan lambalar gibidir ve tercih ettiğimiz yol, içimizdeki bu ışıkları yakar. Ancak bu yolda ilerlerken karşılaştığımız zorluklar, bu seçimlerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yolda yürürken başkalarının dikkatini çekmez, çünkü bu yol, kendi irademizin ürünüdür. Hayatın sunduğu seçenekleri doğru şekilde belirlediğimizde, bu yol, önümüze renkli ve anlamlı bir dünya serer. Fakat yanlış tercihler yaparsak, hayatın ağırlığı altında eziliriz ve anlamsız bir varoluşa dönüşebiliriz.
Yunus Emre'nin deyişiyle, "Beni bende demen, Ben, bende değilem, Bir ben vardır bende, Benden de içerü." dediği gibi, içimizdeki çatışmalar zaman zaman bir karmaşa içinde olabilirken bazen de uyumlu bir süreç içinde ilerleyebilir. Kendi benliğimizi bulmak ve kendimiz olmak, aniden gerçekleşen bir olgu değil, uzun bir yolculuğun sonucudur. İçsel özgürlüğü ve doğru seçenekleri bulmak, hayatımıza daha fazla anlam katma potansiyelimize sahiptir.
Özgürlük ve farkındalık, mutluluğumuzu artırmanın ve hayatı daha derinlemesine yaşamanın anahtarlarıdır. Duygularımız ve düşüncelerimiz, iç kaynaklardan gelir ve dışarıdan engellenemez. Bu nedenle, onları doğru bir şekilde yönlendirmek ve ifade etmek, içsel özgürlüğümüzü artırmamıza yardımcı olabilir.
Hayatta sunulan haklar ve seçenekler, toplumun değerleriyle uyumlu bir şekilde kullanıldığında, içsel özgürlüğümüzü artırabilir. Ancak yanlış tercihler ve duyarsızlık, varlığımızı sıkıntı altına alabilir. Bu nedenle, bakış açımızı doğru yönde yönlendirmek ve doğru seçenekleri bulmak kritik öneme sahiptir.
Kendimizi keşfetmek ve içsel özgürlüğümüzü bulmak, hayatın derin anlamını anlamamıza ve daha anlamlı bir yaşam sürmemize yardımcı olabilir. Bu, dünyalarımızın uyum içinde olduğu bir süreç gerektirir ve bu yolculuk, özgürlüğün ve mutluluğun kapılarını aralayabilir.
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE
Aynaya baksak bile çok şeyleri görebiliriz çok güzel bir çalışma okudum kutluyorum