- 347 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Dua
"Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”
(Tirmizi, Deavât, 1; İbn Mâce, Dua, 1)
Allah Resulü (s.a.s.), ashabını eğitmek ve bilgilendirmek için her fırsatı değerlendirir; hem dünyada hem de ahirette mutlu ve huzurlu olmanın yollarını onlara aktarmaya çalışırdı.
Dikkatleri toplamak, meselenin ciddiyetine işaret etmek, konunun anlaşılmasını sağlamak gibi amaçlarla bazen onlara sorular sorar ve cevabını yine kendisi verirdi.
O (s.a.s.), bir gün ashabıyla oturmuş sohbet ederken “Amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en değerlisini altın ve gümüş dağıtmaktan daha hayırlı ve derecelerinizi daha yükselten, düşmanla karşılaşıp savaşmaktan daha hayırlı bir şeyi size haber vereyim mi?” diye sordu.
Orada bulunan sahabe: “Evet, haber ver ey Allah’ın elçisi!” deyince Hz. Peygamber (s.a.s.): “Her zaman ve her zeminde Allah’ı devamlı hatırlayıp gündemde tutmaktır.” dedi. (Tirmizi, Deavât, 7.)
Attığı her adımı Allah rızası için atmak, alıp verdiği her nefeste Allah’ın hakkını gözetmek, sevmeyi de kızmayı da Allah için yapmak; kısaca Allah’ı her zaman ve zeminde hatırlamak, kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmek olacağından son derece önemlidir.
Bunun içindir ki her gün düzenli kıldığımız farz namazlar, tek seferde değil beş ayrı zaman diliminde kılınmaktadır.
Bu da dünyalık koşuşturmalarımız esnasında esas vazifemiz olan kulluğun unutulmaması amacına matuftur.
İşte dua da kulun her zaman ve zeminde Yüce Allah ile bağ kurmasını sağlayan ve O’nu hatırlatan bir ibadet olduğundan -yukarıdaki hadiste ifade edildiği üzere- Allah katındaki en kıymetli amel olarak nitelenmiştir.
Dua, kulun âlemlerin rabbiyle iletişiminin en aktif ve sürekli hâlidir.
Bu aktif ve sürekli iletişim hâlinde kul, acizliğinin ve zayıflığının farkında olup güvenli bir limana sığınmanın huzur ve mutluluğunu yaşar.
Ellerini her şeyi yapmaya gücü yeten (el-Kadîr) ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (es-Samed) Yüce Allah’a açar; gönlünden kopup gelen arzu ve isteklerini diline döker; yalvarır, yakarır; af, mağfiret ve yardım diler; dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik ister…
Dua, kulun haddini ve mesuliyetini bildiğinin bir ilanıdır.
Dua, boyun eğilecek ve istenilecek yegâne makamın Yüce Allah olduğunu bildirmesi boyutuyla tevhidin sancağı, zaman ve mekânla kayıtlı olmadan Allah’a bir yöneliş hâlinin olması boyutuyla da -Peygamber Efendimizin nitelemesiyle- ibadetlerin özüdür (Tirmizi, Deavât, 1.) Dua, kimsesiz ve sahipsiz olmadığımızın, âlemlerin rabbi olan Allah’ın hemen yanı başımızda olduğunun, bizi duyduğunun ve dualarımıza icabet ettiğinin bilincinde olmaktır.
Bu hakikat, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir:
“Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben (onlara çok) yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ederim.
O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186.)
Ayette ifade edilen “duanın icabeti”, çoğu zaman eksik veya yanlış anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki ayete atıf yaparak “Dua ettim ama duam kabul olmadı.” diyen pek çok kişi duanın icabetini, duasının olduğu gibi gerçekleşmesi olarak anlamaktadır.
Hâlbuki duanın icabeti, farklı şekillerde olabilmektedir.
Duanın icabeti, istenilen şeyin bizatihi verilmesiyle olabileceği gibi istenilen şeyin yerine (daha hayırlı) başka bir şeyin verilmesiyle de olabilir.
Hatta yapılan duaya karşılık dünyada hiçbir şey bile verilmeyebilir.
Peki, bu durumda icabetten bahsedilebilir mi? Cevabımız kesinlikle “evet” olacaktır.
Zira duaların icabeti sadece dünya ile sınırlı olmayıp ahirete de bırakılabilir.
Örneğin yapılan dua hürmetine kulun günahlarının silinmesi ve cennette derecesinin yükseltilmesi duanın icabet şekillerindendir.
-Ayrıca kul, dua etmekle Allah’ı andığı ve zikrettiği için “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152.) ayetinde ifade edildiği üzere Allah katında anılma şerefini elde etmiş olacaktır.
Bu şeref ise dünyalık pek çok payeden katbekat daha değerlidir.
Yine duanın icabeti, başa gelecek muhtemel kaza ve belaların def edilmesi veya hafifletilmesi şeklinde olabilir.
Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dua, başa gelen ve gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Ey Allah’ın kulları, duaya sarılınız!” (Tirmizi, Deavât, 101.) Dolayısıyla duanın hangi şekilde icabet olunduğunu tam olarak bilme imkânımız olmadığından “Dua ettim ama duam kabul olmadı.” demek doğru değildir.
Nitekim bununla alakalı Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, ‘Ben (Rabbime) dua ettim de duam karşılık görmedi.’ deyip acele etmediği müddetçe, duası karşılık bulur.” (Müslim, Zikir ve Dua, 91.)Duanın icabet olunması için riayet edilmesi gereken ve duanın adabı olarak nitelenen bazı hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Örneğin yapılan duaların icabet olunacağına inanarak içten bir şekilde dua edilmelidir. Bu hakikat, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) lisanıyla şu şekilde ifade edilmiştir:
“Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua ediniz.
Biliniz ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” (Tirmizi, Deavât, 65.)
İşte bu bilinçle; varlıkta ve darlıkta, hastalıkta ve sağlıkta, akşam yatarken ve sabah kalkarken, yayayken ve araçtayken, işe giderken ve eve dönerken, nimete kavuşunca ve bir musibetle karşılaşınca; kısaca her zaman ve şartta yapılacak dualar ile Yüce Allah’a yönelmek ve O’nu her daim hatırda tutmak, hem Allah katındaki değerimizi arttıracak hem de en temel vazifemiz olan kulluğun canlı kalmasını sağlayacaktır.
Hadisten öğrendiklerimiz
1. Dua, her zaman ve zeminde Allah’ın hatırda ve en temel gündemimiz olmasını sağlayan bir ameldir.
2. Dua ile kul, hem Allah katındaki değerini arttırmış hem de en temel vazifesi olan kulluğun canlı kalmasını sağlamış olacaktır."
*********************************
-Bir gün çok fakir giyimli bir kadın yüzünde bir hüzünle manava girer.
Dükkan sahibine mahcup bir şekilde yaklaşır.
Kocasının çok hasta olduğunu, çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçlarının olduğunu söyler.
Manav ona ter bir şekilde bakarak derhal dükkanını terk etmesini ister.
Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek. "Lütfen efendim" der "paramız olur olmaz getirip ödeyeceğim".
Manav: Kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski müşterisi olmadığını, kendisinde bir hesabı bulunmadığını söyler.
O sırada dükkanın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir.
İçeriye girerek manava yaklaşır ve "ben o kadının almak istediklerine kefilim" der.
"Ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver".
Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve "bir alışveriş listen var mıydı?.. Diye sorar.
Kadın "evet efendim" der.
"Tamam" der manav.
"Şimdi onu bu terazinin kefesine koy onun ağırlığınca diğer kefeye isteklerini koyacağım".
Kadın bir an duraklar, sonra başını yere eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış kağıt parçasını çıkarır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bakarken başı öne eğiktir.
Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür.
Manav müşteriye dönerek kısık bir sesle "inanmıyorum "der. İnanılacak gibi değildir.
Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçenleri doldurmaya başlamıştır ama nafile, diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır.
Terazinin kefesi artık üzerindekileri almayacak kadar doldurulduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadına verir.
Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler yazan kağıdı eline alır ve okur.
Bir de bakar ki orada bir alış veriş listesi yoktur.
Sadece bir dua yazılıdır.
"ALLAH’ ım...!Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin. Kendimi sana teslim ediyorum...
Manav taş gibi bir sessizliğe bürünmüştür.
Kadın manava teşekkür ederek dükkandan ayrılır.
Müşteri manavın eline parasını tutuştururken: "Her kuruşuna değdi "der.
Daha sonra manav terazisinin kefelerinin kırılmış olduğunu görür.
Bu nedenle duanın ne kadar ağır çektiğini sadece Allah bilir.
Semra EROĞLU Şiirleri sevdiren kadın
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.