Yav he he
Bunak bir dünyanın bunamış zihinleri. Değeri kalmamış yaşamın. Torunları tarafından kaynar kazanda kaynatılacak insanlar var. Bir ateş, ateşin üzerinde kazan, kazanın içinde kaynayan su ve suya atılmayı bekleyen barbar kuşaklar. Ezeline ebedine uzayına semasına güneşine yıldızına gezegenlerinde türlü hava olaylarına tükürdüğümüz kainatı, manşet manşet kan kokuyor, yalan kokuyor. Apoletli yalancılar, kravatlı yalancılar, etekli, türbanlı yalancılar, sakallı sakalsız, bıyıklı bıyıksız, boyalı boyasız vb vs aklınıza ne gelirse, bir yalan dedikleri gibi yaşamak. Birkaç bunak yüzünden dünya kan gölüne dönmüş akıyor, akıp gidiyor işte zaman.
Kralı bir başka yalancı, peygamberi başka yalancı, başkanları reisleri bir başka yalancı. İstihbarat örgütleri dedikodu kazanı.
Deniz komandosu olacak, açılacak denizlere, bir bayrak için, devlet için falan fişman, gidecek bir başka kıtanın sahiline, birilerine zulmedecek birilerini adına, zulümle suçladıkları kadar karşısındakini, o da bir piyon olacak dünyaya. Aslında o fakirdi, yapacak başka bir tercihi yoktu pek, hayat onu asker olmaya yönlendiriyordu, askerler ise zenginler için savaşıyordu. En kahraman komutan sanki en çok insan öldüren komutandı, en büyük başkan en büyük yıkımı getiren başkandı dünyaya, belki en büyük imparatorun zihni kuduzdu, kim bilebilir ki? Dünya tarihi öyle ya da böyle kan gölüydü.
Şairler ise verdiler gazı verdiler yazı, eğitim öğretim bakanlıkları en çok gaz veren şairlere yer verdi, bir neden buldu yer verecek kitaplarda. Yakınız tüm kitapları dedi biri.
Hayır yanlış bir düşünce içindesin. Öl oğlum, ölünce ölmez aslında insan, ölsen ne olur dediler, şereftir dediler, onurdur dediler, çok renkli ölümleri bir şeyler için kutsadılar.
Sanki dünya bir köprü üzerinde yuvarlanır halde, oysa köprü dediğimiz sadece zihindir, olamaz mı, zihinleri yöneten dünyayı mı yönetiyordu. Belki… Kim çok gaz verebilirse cahil kalabalıklara o denli büyük insan oluyordu dünyada. Gerisi biraz afilli söz, biraz taş bina önlerini heykellendirme, öyle değil mi dünyanın en büyük yapıları taştan, sanki Tanrısı taştan dünyanın gibi.
Tapıcıları var dünyanın, dünyanın yarısından fazlası tapıcı, secdeci, çancı, duacı, dönenci değil mi? Kendilerini tapmakla motive eden bir canlı varlık insan. Doğaya tapar, kolyeye tapar, elemente tapar, moleküle tapar bir şekilde. Hiç bulamazsa aydınlığa veya karanlığa tapar. Ne varsa bu tapıcılıkta.
Ne Adem Havva masalı, ne sudan üreme türeme masalı ne de uzaydan üretilme, çoğaltılma, etki etme masalı bu çağa ayak uyduramıyor, lakin insan zihinleri yine insanları yalanlar ile bolca dolduruyor, dolan zihinler de, ne yapsın, taşıyor, sel oluyor, yıldırım oluyor, deprem oluyor, kimi at üstünde kimi fil üstünde asker oluyor, akıncı oluyor, hele bir de bilgisayar başında savaşçı oldu mu, joystickci oluyor, kaptan oluyor sürüyor gemisini bilmediği denizlere..
Biraz aklı evveller de çıkıyor ki, senin içinde diyor beyaz da siyah da, insan da sensin hayvan da hatta bitki de senin içinde diyor, hangisini büyütmek istersen o büyür ve etki eder yakınından uzağına çevrene, öyle diyor.
Ölmekten korkma çocuğum, zaten zihinleri öldürüyorlar yavaş yavaş, derme çatma bilgilerle kesiyorlar ayağını, kolunu, kulağını düşüncelerin, deşiyorlar gözlerini, göz çorbası yapıp içiyorlar, sanki kendi gözlerini deşer gibi, içer gibi bir tastan...
Bu dünyaya zamansız gelmişiz. Dünya resmen dalga geçiyor insan türü ile. Dünya ne kadar canlı veya cansız bilen yok. Bilinmezlik içinde herkes bir kelime tutturmuş gidiyor, gittiği yeri ne gören, ne duyan ne de bilen ve bulan var. Git ey insan, sen de git, beklemek hata. Nereden biliyorsun gittiğin yerin buradan kötü olduğunu, belki iyidir. Tüm yaşam serüvenimiz “belki” kadar işte.
Ey ölüm, aşk gibi apansız çık karşımıza, tanışalım, görelim kimmiş gerçekci kimmiş yalancı. Ulan Tanrı seni bir elime geçirirsem, ölüp ölüp dirilteceğim seni. Her diriltmemde şaşacaksın, her ölümünde olduğu gibi, şaşkın Tanrı, şaşmış Tanrı, kendini Tanrı zanneden Tanrıya neden tapıyorsunuz ki dedi. Deli misiniz nesiniz de tapıcısı oldunuz dedi Tanrı’nın.
Uleyn çok ukala, tapmayalım da ne yapalım. Hayal kurmayalım da ne yapalım, yürümeyelim, koşmayalım, konuşmayalım da ne yapalım, ölü gibi yatıp duralım mı dediler.
İnsanı ödül ve korku ile güden bir şeyler var, ödülünü de korkusunu da alıp başına geçirilesi öğretmenler, öğreticiler, atalar, analar, büyükler, başkanlar, koca müdürler, çok büyük peygambermiş komutanmış, bilginmiş, atıcıymış, tutucuymuş vb vs var bir şey işte dünyada.
Hayatı okuduk, gördük, tecrübemiz ise topu topu bir insan ömrü kadar, bu kadarlık bir ömürde ezelini ebedini düşünmeye ne gerek var dedi.
Bir fare çıktı kovuğundan bir sansar bir baykuş pençeledi fareyi, farenin ölüsünden korkan kedi köpeği taktı peşine zıplayarak kaçtı, hiç kedi zıplar mı a hasbam, kanadı olaydı uçacaktı, kanadı yoktu uçamadı, olan fareye oldu dedi bilgin.
Bilginin karşısına çıktı biri, ya hu dedi Tanrı var, sana ne fareden baykuştan kediden köpekten, hatta insandan dedi. Bırak Tanrıyı, oyununu oynasın eğlendirsin kendini, sonuçta sen de, ya faresin ya baykuş, ya koyunsun ya kurt, ha keza insan olsan ne fayda, Tanrı sana mı kaldı bre cahil.
Atıldı karşıdan biri söze; heyt ulan dedi, Tanrıdan kaçan, Tanrının ağzına sıçan, dağda büyüyüp zıplayan, denizde olup kayan, gökte olup uçan, yerde olup biten, bi bitmediniz lan dedi.
Söyle dostum, basayım mı kainatın can düğmesine, önce patlatayım ne varsa, sonra izleyeyim bakalım ne olacak, istediğim gibi olmazsa bir daha basarım düğmeye, ta ki istediğim oluncaya kadar… Baktı olmuyor düğmeye basılı kalarak verdi son nefesini.
Nefes bu, ruhu yok, zihni yok, geldisi gittisi var mı sanki, gireni çıkanı ne fayda, nefes bu; külliyen zarar dünyaya.
Kafası karıştı okurun, yazanın da geldi uykusu. Çözeni yok kördüğümün, ucu yok bucağı yok.
Sana soruldu: Uykusuz yaşayabilir misin bir ömür.
Ya hu dedi; çok fazla kalabalıklaştı burası, iyice sıkışmadan, ezilmeden çit toynaklı ineklerin ve öküzlerin arasından çıkalım, gökteki yıldızın birine gidelim, oradan seyredelim dünyayı. Bakalım ne yapacak daha dünyeviler, bulabilecekler mi gerçeğe açılan kapıyı. Koca dünya labirent işte, herkes de bir fare aslında, mağarası da havası da, suyu da, dağı da vb vs garip bir yer bu dünya. Lakin seyretmesi güzel göklerden yerdekileri…
İhtimal ki; eğleniyor bizimle göktekiler, yerdekiler biziz işte. Acaba biz neyiz diye diye ne bizlik kaldı ne sizlik.
Derken; yerdekilerin birinin gözü derinden baktı, gördü göktekileri, leyn ne yapıyorsunuz ininde gelin buraya, yoksa yersiniz ha taşı kafanıza, siz bizimle eğleniyor musunuz leyn dedi. Aldı taşı eline, fırlattı göğe, ne taş döndü geriye ne de taşı atan vardı aslında. Aslı gerçeklikte taş da yoktu.
Yine de dedi biri; olan bir şey var herhalde, yoksa olmamış olamaz hiçbir şey.
Çizebilir misin diye seslendi elinde fırçasıyla ressam; çizebilir misiniz bana aydınlığı veya karanlığı.
Homurdandı arkadan ayı, la ressam sen önce benim pençelerimi çiz, senin kafatasını parçalamış pençelerimin kanlı resmini çiz bakalım dedi, parçalayıverdi oracıkta ressamı.
Sonra bir sesli geldi, çağırdı biraz türkü şarkı. Yav he he dedi karşıdan biri, yav he he..
...Y...
Notçuk: (Bir kaç haber okudum da dünyadan)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.