- 429 Okunma
- 5 Yorum
- 7 Beğeni
Bir Kara Bulut
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir Kara Bulut
Gündüz derdini bastırmak için en ağır işleri yapan Kezban Ana dur durak demeden çalışıyordu. Geceleri daha da zordu onun için. Gaz lambasının loş ışığı ile dolu odasında sevdiklerinin sesleriyle buluşuyordu her gece. Vücudu büzüşüyor, küçülüyordu adeta. Yorgun düşmüş bedenine bu sesler merhem oluyor, öylece uyuyakalıyordu. Ama bu gece gök çok hiddetliydi. Gürlüyordu yüksek perdeden. İçinde yine neleri biriktirmiş, ne kadar dolmuştu ki? Sabaha kavuşuncaya kadar hiç durmadan yağmıştı. Salıyordu yeryüzüne yağmuru. Bıraktığı sular kaç kişiye dert, kaç kişiye beklediği rahmet olacaktı kimbilir?
Gökyüzünün rahatladığı seher vaktindeki dinginliğinden anlaşılıyordu. Tıpkı insanoğlu gibi. İçine akıttığı birikmiş yaşları taşıyamadığında koyveriyordu ya eninde sonunda. Kezban Ana da öyleydi. Gökteki kara bulutlar gibiydi çok uzun zamandır. Bu gece de yatağında ördüğü kozada, göğe eşlik edebildiği kadar etti.
Sabahın o yağmur sonrası serinliğinde, sepetine mısır koçanlarını doldurup yüküyle düşmüştü değirmenin yoluna. Akşama ekmek kurulacaktı. Aile bireyleri öncekine göre azalmış olsalar da ’kalanların ekmeğe, yemeğe ihtiyaçları devam ediyordu. Yollarda yağan yağmur suları hala çekilmemişti. Patika yolu çamur içindeydi. Etraf buram buram toprak kokuyor, yeşilliklerin üzeri ıslak ama canlı dipdiriydi hepsi. Kuşların ötüşü bu saatlerde daha bir coşkulu oluyordu. Günün ilk ışıkları yoluna serildiğinde koyuldu işine yaşlı kadın. Yükü söylemesi ayıp, eşek yükü gibi ağırdı. Yürek yükü de sırtındakine benzer ağırlıktaydı zaten. Artık ne takati kalmıştı ne de kançanağına dönmüş gözlerinde yaş. Gözlerinin ışığı sönmüş feri gitmişti. "Ya yavrularım gelsin ya da ölüm gelsin artık" diye diye bir gün daha başladı Kezban Ana için.
Değirmene yaklaştığında, değirmenin sesi ormanın içinde yankılanıp dalga dalga yayılıyordu etrafa. Bir iş makinesi gibi çalışıyordu değirmen taşı. Ortalık inlemekteydi. Gece yağan yağmurla, değirmene taşınan su bollaştığında hep böyle oluyordu. Aldığı bu güçle taşlarını daha bir iştahla döndürüyor. Taşların birbirine değerken çıkardığı bu ses, su sesini bastırma çabasındaydı.
Değirmen ekmek kapısıydı köylüler için. Ortak kullandıkları bir alandı. Çömelerek bıraktı sırtındaki sepeti Kezban Ana. Peştamalının cebine koyduğu değirmenin anahtarını çıkarıp tahta kapıyı açtı. Dün Ayşe kadından almıştı anahtarı. Ayşe Kadın;
- "Kezban abla benim unum değirmende. O sabaha biter. Benimkini kenara koy. Ben öğlene doğru alırım oradan. Sen ununu öğüt" demişti.
Değirmendeki mısır bitmek üzere idi. Duvarda asılı duran ufak el fırçasıyla son unları da süpürüp diğer unlarla buluşturdu. Kenara çekti Ayşe’nin çuvalını. Kendi getirdiği mısırları doldurdu değirmenin büyük haznesine. Yol verdi mısır tanelerine kan çekilmiş parmak uçlarıyla. Tekli, ikili, üçlü olarak düşüyordu şimdi mısır taneleri, üst üste duran iki taşın oluğuna. Taşların arasına giren taneler, ezilip un haliyle etrafını doldurmaya başlamıştı bile. Ne de olsa onlarca ağırlıktaki taşları döndüren güçlü yağmur suyu vardı bu sabah.
Değirmen taşı dönerken yine daldı gitti Kezban Ana. "Değirmen taşı! Şu acıyla katılaşmış, ağırlaşmış taşıyamadığım yüreğimi, taşının ortasına atıversem de sende un ufak etsen. Bir yel de gelse. Savursa Nopapeli’nin taaa tepesine. Beni de alsa..."
Birden Zeliş’inin ayaklarına dolandığını hissetti. Gayri ihtiyari Zeliş’inin olmadığını bile bile dönüp baktı. Kimse yoktu yine. Her baktığında göremediği gibi. O kadar uzun zaman olmuştu ki hala alışamamıştı yokluklarına. Bir gün kuzusu tekrar gelecek, ayaklarına dolanacak gibi hissediyordu. Gelmeyeceklerini bile bile arkasına dönüp bakması bundandı.
Akşamın karanlığına doğru sırtındaki ağır sepetiyle uzaktan gören Hasan’ının yardım için kendisine koştuğunu. Elinde el süpürgesiyle zorlansa da kapının önünü süpüren Seher’i. Akşam dedesiyle inekleri ahıra sokmaya çalışan Ömer’i. Tarladan topladığı patatesleri soymakla uğraşan fedakâr gelini gözünün önünden hiç gitmiyordu. Evin içi de dışı da şenlik içindeydi bir zamanlar. Kızı yoktu Kezban Ananın. Oğlu sevip evlenmek istediğini söylediğinde, gelin değil kızı gibi kucak açmış, isteyerek gelin almıştı. Razı idi ondan. Evini dört çiçekle süslemişti gelini. Koklamaya kıyamadığı çiçeklerdi hepsi.
Yüreğinde fırtınalar o günden beri hiç dinmedi. Zaman her şeyin ilacı diyorlardı ama zaman ilaç olmak şöyle dursun aksine kendini yemiş bitirmişti. Yine duygulanmıştı işte. Kuruyan göz kanalından sadece bir damla yaş düştü. Yuvarlandı solgun yanağından. Olukta yol alamayan mısır tanelerine tekrardan yol verdi. Değirmenden çıkıp demir anahtarla değirmen kapısını kilitledi.
Yağmur çise çise atıştırmaya başlamış, gök aniden koyu gri renkle kaplanmıştı. Gece yükünü boşaltamamış bulutlar, diğerleriyle yer değiştirmişti besbelli. "Fırtına gelmeden eve varabilseydim" diye geçirdi içinden. Adımlarını hızlandırdı ama aniden tekrar yavaşladı. "Hoş varamasamda olur" dedi. Devrilmeye yakın bir çınardı artık o. Bir sel suyunun yutacağı kolay bir lokma da olabilirdi. Hiç önemli değildi. Çaresiz bir kabulleniş içinde adımlarını yavaş atıyordu bu yüzden. Torunlarından yoksun bir haneye koşturmanın ne anlamı vardı. Onca emek verdiği hayatın karşılığı bu olmamalıydı. Sağlam ipe dizdiği tespihin imamesi kopmuştu bir kere. Tesbih taneleri darmadağın olmuş. Yuva bozulmuş. Çiçekleri solmuş. Yürekler yanmış. Üstüne üstlük birde köy içinde düşman kazanılmış. Oğlunun düşürdüğü durumdan dolayı, yüzü kızarmış. Utanmış. Suçlu aranmış ama suçlu yoktu ortalıkta. Suçlu köye bir daha uğrayamamış olanlardan sonra.
Ah oğul! Ah be oğul!
Sebep sen misin? Kader mi?
İsteyerek mi yaptın? İstemeden mi?
Hiç mi düşünemedin olacakları?
Ardında kaç ağlayan göz, yanan yürek, masumların bekleyişini, çaresizliğini bıraktın?
Bunların hepsini istemeden mi yaptın?
Ah aldın oğul, ah aldın?
Değdi mi tüm bunlara?
Para kazanabildin mi? Zenginleştin mi?
Gitme dedim oğul. Gittin, dinlemedin.
"Daha iyi olacak ana" dedin.
Mutlu musun gittiğin yaban ellerinde şimdi?
Aklına geliyor muyuz ara ara da olsa?
Yandım oğul.
Sütüm sana helal olur mu bilmiyorum bundan sonra? Rabbim bilir.
Onu hep boynu bükük, karşısındakine baktığında kırılan bakışlarına, ışıktan yoksun nemli gözlerine köylüler o kadar alışmıştı ki. Ne için ağladığını bildiklerinden sadece teselliyle birlikte dua ediyorlardı Kezban Ana için. Olanlardan onun hiç bir suçu yoktu, biliyorlardı. Oğlunun bıraktığı enkaz altında kalmış bir ceset gibi dolaşıyordu köy yerinde.
Eve varmasına az kalmıştı. Uzaktan gördüğü bir çocukla yüzü aydınlandı. Yüzüne çok az uğrayan gülümseme yayılmıştı. Kırmızı gözlerini ışıltı kaplamıştı birden. Vücudunu doping almış gibi canlı hissediyordu. Koşarak küçük kızı bağrına basmak istedi Zeliş’i gibi. Zeliş gelmemişti ama onun yanından gelmişti bu küçük kız. Ondan haber alabilirdi. Nasıllar diye. Biraz tedirgindi ama yanlarına gitmekte kararlıydı. Küçük kızın yanındaki kadın dünürü idi. O da olanlardan en az kendisi kadar yara almıştı. Geçen yılların içinde çok karşı karşıya gelinmiş, çok kalpler kırılmıştı. Olaylar biraz soğuyunca karşılaştıklarında sadece selamlaşıyorlardı. Küçük kızı kucakladı bağrına bastı. Saçlarını okşadı. Torunlarını tek tek sordu. Küçük kız olanları bildiği için Kezban Ana’ya hepsiyle ilgili detaylı bilgiler verdi. İyi olduklarını söylediğinde Kezban Ana dayanamadı bir kez daha kucakladı. Öptü öptü. Tekrar okşadı saçlarını Zeliş’inin saçlarını okşar gibi. Ayrılmak zordu o andan ve de küçük kızdan.
Evde büyük bir hazırlık vardı iki gündür. Yolculuk uzağa olacağı için hazırlıklarda büyüktü. Aktarmalı gidilecekti. Köyden iki üç kişi birlikte yola çıkacaklardı. Yolcusu olan her evde heyecanlı ama buruk bir hazırlık vardı. Akşam eş dost yakın akrabalar, yolcusu olan evlere gelirler, birlikte güzel saatler geçirirlerdi. Gece yarılarına kadar otururlardı.
Sabah namazında köyden ilçeye inecek minibüsün kalktığı alanda da aynı coşku yaşanırdı. Bu sefer giden fazla olunca neredeyse tüm köy halkı meydanda idi. Ağlayan analar, eşler çocuklarla dolu idi alan. Asker uğurlamasana benziyordu. Kezban Ana oğluna son kez sarıldı. Anasının elini öptükten sonra var gücüyle kucaklayan Halit helallik istedi gözleri nemli. Çocukları babalarının her yanını sarmışlardı. Zeliş, olanların farkında değildi ama abileri ve ablası daha iyi anlıyordu ayrılığı. Halit, eşine sarılamadı meydanda ama minibüse bindiğinde uzun uzun baktı sevdiğinin gözlerinin içine.
Kezban Ana oğlunun bu bakışını fark ettiğinde, "Allah’ım ayırmasın sizi" diye dua etti. Ettiği dua içten olsa da yıllar içinde anladı duasının kabul olmadığını. Bu bakışın son bakışları olduğunu bilemezdi. Hem eşi için hem kendisi için hem de çocukları için. Ekmek kavgası için gittiği Alamanya’dan bir daha gelmeyecekti. Gelmedi de.
Kezban Ana’nın hep lanetle andığı Alamanya’nın yıktığı yüzlerce yuvadan biri idi Halit’in yuvası da.
Vildan Poyraz Coşkun
30.09.2023
YORUMLAR
Bu güzel yazınızı okuyunca, "Dönüş" filmine beni götürdünüz, Türkay Şorayla Kadir İnanır'ın ve son sahnesiyle yürek yakan, Hasretinle Yandı Gönlüm şarkısına....
Selam ve hürmetlerimle...
Semiha Türkmen tarafından 7.10.2023 00:37:26 zamanında düzenlenmiştir.
Vildan Poyraz Coşkun
Vildan Poyraz Coşkun
Hep öyle biliriz yuvaları almanya yıktı hayır yuvaları imkansızlıklar maddiyat yoksulluk ve ona aranan carenin cehaleti yıktı kutlarım çelışmanızı