- 885 Okunma
- 8 Yorum
- 8 Beğeni
“SAYFA GÖRÜNTÜLENEMİYOR” DENEN O YERDEYDİK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Brecht bir gün Hitler’e ses çıkarmayan sanatçılara seslenir:
"Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına
çiçek resimleri yapıyorsunuz
ve bunun adına da sanat diyorsunuz"
Bertold Brecht’in bu uğultulu seslenişi bugün hâlâ devam ediyor, hem de yükselerek. O günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Sıcak ve soğuk savaşlar hep oldu. Krizler, ekonomik, toplumsal, sosyal bunalımlar hiç hız kesmedi. İnsanlar, mekânlar ve zaman değişti ama kötülüğün hep zirvede olması ve güçlünün güçsüzü ezmesi karşısında insanların büyük çoğunluğunun suskunluk bulutlarının altına sığınarak yaşamayı seçmesi hiç değişmedi.
İnsan kavramına peş peşe vurulan çekiç darbelerinin çıkardığı otomatik sesler ve etrafa sıçrayan sistem kanı; sermaye sınıfının atığının boşaltılmasıdır. Bu manzara dünyanın birçok ülkesinde (üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere) devam etmektedir. Vahşi kapitalizmin işleyişi böyledir. Bazı yerlerde sadece kapitalizm bazı yerlerde de vahşi kapitalizm denmesi de yanlıştır. Çünkü kapitalizm doktrin olarak zaten vahşidir. Varlığı o kelimeye dayanmaktadır. Marx’ın seslenişi hâlâ devam etmektedir.
Manzara böyleyken, hiçbir şey olmamış, yaşam dolu evler söndürülmemiş, ışıklar hiç sönmemiş, göz göre göre karanlıklar gelmemiş, katliamlar olmamış, faşizmin saraylarından aşağıdakilere zulmün mızrakları savrulmamış gibi… Çiçek resimleri yaparak buna sanat demek, ne büyük bir aldanış, değil mi?
Yaşamsal olan her şey edebiyat ve sanatı mutlak ilgilendiriyor. Sanat, emeğe bandırılmış fırçaların ve dağlardan getirilmiş sözcüklerin sahne aldığı bir tepki gösterme yöntemidir. Slogan da bir tepki yöntemidir. Bağırmak, toplanmak, yürümek, kötülüğün karşısında olmak, örgütlenmek… Hepsiyle beraber, hepsini de içine alarak; en sonuç getirici tepki yöntemi sanattır. Çünkü sanatta estetizm vardır. İmgeler, hayal gücü ve yola çıkmış düşler vardır, dikkatleri bu yöne çeviren.
Bu sıkıcı, sevimsiz kavramsal sözlerden sonra; kitaplar, yazarlar ve şairler bağlamında küçük değinilerle kısa bir yolculuk iyi gelir sanırım. Bu iki kasaba veya iki şehir arasında bir tren yolculuğu da olabilir veya Akdeniz’de bir yelkenliyle şiirsel bir yolculuk. Etrafımızda hakiki hislerin bizi yalnız bırakmadığı içsel ve varoluşsal bir yolculuk.
Bilinç akışı tekniğinin en iyi ustalarından biri olan James Joyce’un üç kitabını ıstırap dolu bir sabırla okudum belirli zaman aralıklarıyla. Istırap diyorum çünkü okuduğum en karmaşık yazarlardan biridir Joyce. Onu okurken düşünceler ırmağına dalmak ve sık sık eski sayfalara dönüp imgelere yeni baştan şekil vermek gerekiyor. "Ulysses" bunların en zoruydu. Brosh’un “Vergilius’nun Ölümü” kitabından sonra dünyanın en zor ikinci kitabı diyebilirim. Bu kitabı okumaya başlayıp da azimle sonunu getirmeye çalışmak büyük bir çılgınlık. Onlar öpülesi insanlardır. 700 küsur sayfadan oluşan ve Dublin’de geçen 24 saati anlatır. Bambaşka ve tatlı bir kamaşmayla beyni yoran bir roman tekniği ile yazılmış ve çeviri açısından da büyük güçlükler oluşturmuş bir kitap. Gözlerine, belleğine ve sabrına güvenen o öpülesi insanlar, sizler ne güzelsiniz.
Joyce’un "Dublinliler"i Ulysses’e kıyasla daha yalın ve anlaşılır bir dille yazılmış öykü parçacıklarından oluşur. Romanda olay ve aksiyon sevenlerin tercih etmeyeceği ancak gerçek edebiyatseverler ve okurlar için önemli bir kitaptır.
Yine Joyce’un "Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi" ise iki solukta bitirilebilen bir yarı biyografi kitabı. İlk iki kitaba göre çok daha sade ve akıcı. Modernizm akımın temsilcilerinden olan Joyce’un bu kitabının bazı bölümlerinde post-modernizm esintileri de görülmektedir. Mistisizm, Hristiyanlık, kilise ve azılı geleneğin baskıladığı genç bir karakterin “sanatçı kimdir” sorusu karşısında afallayarak kendini bulmaya çalışması kitabın bence en önemli bölümüdür.
Ahmet Cemal tarafından çevirisi kırk yılda bitirilen ve yine bilinç akışı tekniği ile yazılmış olan Hermann Broch’un “Vergilius’nun Ölümü” adlı eseri Roma’nın en büyük şairi olan Vergilius’nun ölmeden önceki son 18 saatini anlatıyor. Orada kendisiyle yüzleşmesi, hayatının amacı ve sanatıyla hesaplaşması ön plana çıkıyor. Şairin, edebiyatçının o acı verici sorgulaması ve hesaplaşması başlar: “Ne işe yaradı eserim?” diye sorar kendine Vergilius. Kitabın çevirmeni Ahmet Cemal kitaba yazdığı önsözde şunu vurgular:
“Roma’da iktidar sahipleri ve halkın bir kesimi tarafından daha kendisi hayatta iken onca yüceltilmiş şiirleriyle, gerçekte acılarla, kargaşayla ve adaletsizliklerle dolu bir dünyada aslında neyi değiştirebilmiş olduğunu sorgular. İç monoloğun akışı boyunca bu sorgulama, şiir sanatından yola çıkarak sanatın geneline yayılır ve ‘Sanat neyi değiştirebilir?’ sorusunda odaklaşır.”
Sanatta ve edebiyatta; insanlık adına sorgulamalar, hesaplaşmalar ve sistem eleştirisi yapan örnekleri çoğaltabiliriz. Ülkemizde de özellikle birinci dünya savaşından sonra bazı akımlar sanata ve edebiyata sokulmuştur. Bütün dünyada faşizmin ve savaşların korkunç sonuçlarının ortaya çıkmasıyla toplumcu gerçekçilik akımı; şiir, roman, resim ve sanatın birçok dalında kendini göstermiştir. Garip, ikinci yeni, Maviciler de 1940 ve 2000 yılları arasında yerini almıştır.
Toplumcu gerçekçiliğin temsilcilerinden Nazım Hikmet, iyi bir şair ve aynı zamanda iyi bir devrimciydi. Marksist devrimciliğini çıkardığımızda belki de sadece şiiriyle bu kadar yüksek derecede anılmayacaktı. Ama o hem sanatı hem de devrimci kimliğiyle en güzel şekilde ortaya koymuştur memleketindeki insan manzaralarını. Ona vatan haini dedikleri gün bütün sosyalistler ve devrimciler vatan haini sayılmıştı. Biz bugün vatan haini olmaya devam ediyoruz. Mahpuslarda yatarak bedel ödeyen ve sürgünlere yollanarak en güzel yıllarını feda eden Nazım, onu vatan hainliği ile suçlayanların Amerikan emperyalizminin işbirlikçileri olduğu gerçeğini haykırmıştı ve azılı kapitalizmin piyonlarına karşı “Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.” diye en yüksek perdeden seslenmişti. Nazım’ın seslenişi gerçeği parçalarcasına hâlâ devam ediyor.
Zor yılları başka bir yerinden tuttu İkinci Yeniciler. Absürt ve anlaşılmazdılar. Çok anlamlı kelimeler, anlam oyunları, anlamsızlık, kıstırılmışlık, kolu kanadı kırık imgeler, postmodernizm. Ete kemiğe bürünen bir başkaldırı ve genellikle ideolojik altyapıya dayanan bir isyan olmaksızın yazdılar… Bir keresinde şiir tıkanmıştır diyen Turgut Uyar’a yanıtı 2000’li yıllara kadar kimse veremedi. Çünkü ikinci yeniden sonra istisnalar hariç her şair ikinci yeniyi taklit etmiştir. Ama İkinci Yeni de Brecht’e yanıt verememişti. "Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına absürt resimler yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz." Brecht’in seslenişi bugün hâlâ devam ediyor, hem de üzerine ıssızlık sosu ekilerek.
Nobel ödüllü Orhan Pamuk çok iyi bir yazar ama çok iyi bir fikir-düşünce adamı değil. Neredeyse bütün kitaplarını okudum. Yazma ve öyküleme konusunda her biri birer altın kaynak. Yazı ormanında zor şeylerin üstesinden gelmesini bilen ender yazarlardan. Bu oldukça belirgin ve tartışılmaz. Onu biraz Marcel Proust’a benzetirim. Onun gibi çok iyi bir anlatıcı. Ama kala kala aklımda en çok Masumiyet Müzesi’ndeki Füsun’un donu kalmış. Füsun’un çiğnediği sakız ve sigara izmariti de yabana atılmaz.
Bu ülkenin en iyi yazarı (dünyanın da sayılı birkaç yazarından) Yaşar Kemal’dir. Bütün kitaplarında hem edebi hem de toplumsal açıdan en iyi resitalleri o sunmuştur. Şair olsaydı daha da zirveye çıkacağından eminim. İnce Memed’leri okuyup da etkilenmeyen kimse yoktur sanırım. Bütün akımların ortalama bir karışımı vardır onun kitaplarında. O yazıyı siyasallaştırırken, toplumsal mesajlar verirken; gerçekçilikten uzaklaşmadan, edebiyattan kopmadan yapmıştır bunu. Ta eskiden bugüne zulme başkaldırma yeteneği olmayan Anadolu insanına her ne kadar kızgın olsa da, zulmün ve kötülüğün temsilcileri olan ağalara ve beylere şöyle seslenmiştir: “Ağalar biter de ince memedler bitmez.” Bunu söylerken örgütlülüğü de ekleyerek söylediğini zannediyorum. Çünkü ancak o zaman anlam kazanır bu söz. Yaşar Kemal’in seslenişi hâlâ devam ediyor.
2023 yılındayız. Şiir ve yazı nerede olmalı?
Batan gemi metaforu devam ediyor. Çünkü bunca yıkıntı, yoksulluk, sömürü, felaket ve kötülüğün hâlâ sürüyor olması, işçi ve emekçi sınıfının yeterince örgütlü olamaması, birliktelikten gelen gücünü kullanamamasının yaşama bıraktığı umutsuzluk irini; sanat ve sanatçının yüzüne de yerleşmiştir. Edebiyat bir korkaklar yığını haline gelmiştir. Evet, çok iyi anlatıcılar var. Zaten her yer anlatıcı dolu. Ama tepkisel yürüyüşlerde, mitinglerde, alanlarda ne bir şair ne bir yazar görürsünüz, birkaç sinemacı hariç. Çünkü bütün vakitlerini küçük burjuva normuna bürünerek, kısıtlı konformist hareketlerle, sevimli salonlarda hâlâ çiçekli resimler yapmaya devam ediyor sözde sanatçılar. Onların adına “Salonsalcılar” diyorum.
Eğer gerçek bir şair, yazar veya sanatçı olarak anılmak isteniyorsa; “sanat sanat için mi yoksa toplum için mi” çıkmazına düşmeden, her ikisini de önemseyerek, edebilikten kopmadan ama bizi öldüren şeyin ne olduğunu asla unutmadan bir yumruk gibi taşımalıyız yürek ve zihin işçiliğinin akşamında oluşan sözcükleri ve onların cesur renklerini. Sanatçı ve edebiyatçı, sistemin ürettiği iktidarların değil, direnenlerin yanında olmalıdır. Yoksa ekrana düşen tek sanat eseri “sayfa görüntülenemiyor” olacaktır. O sayfa toplumların körlük sözleşmesidir.
“Salonsalcılar” adlı eski, sevimsiz, biraz postmodern, toplumcu, absürt, gerçekçi, garipçi, hiçinci, olmayan üçüncü yenici ve mavici bir şiirle sizi baş başa bırakıyorum ve sır (t) çantamı alıp kısa bir süreliğine uzaklaşıyorum dünyadan, yeni sözcükler toplamak için.
“SALONSALCILAR”
geç kaldınız, yalnızlık az önce başladı
salonda adım atacak yer yok
his yoğunluğundan
toplum bükücüleri, cehennem uzmanları
yer göstericiler, oturma ustaları, koltukçular
hiçlik bilimcileri, yedek peygamberler,
anayasa yapıcıları, vicdan tacirleri,
çıkma İslamcılar, çakma devrimciler,
sömürene sonsuz sadakatle bağlı
oldukça kullanışlı kusursuz bayrak sevicileri,
umutsuzluğun itaatkâr tasarımcıları,
şeklen ahlakçı ruhen ayakçılar,
şiir baronları, lirik koro, harf tamircileri
ve üst düzey orijinal cümle kurucuları
her biri, her biri
elinde başkaları için hazırladığı mağlubiyet defteriyle
cebelavi sokağının bütün çocukları orada
sizi gidi mutlular!
yedek şefkat ve acı çekme korkusu kokuyor içerisi
öpüşmek için şımarttığım dudaklarımı sakladım
iç kanama geçiren bir kıyı karşıladı gölgemi
herkesin ağzı nasıl da hazır keskin nişancı sözcüklere
gülüş mesafesi sıfır, göz gözü görmüyor salonda
sis yoğunluğundan
sizi gidi aşksızlar!
merhamet kısa boylu bir kelime
üstelik saat sekizi acımasızca geçiyor
hem siz ertelenmiş bir ıstırap görünce
başka yöne çevirmeyin kafalarınızı
hem şimdi siz niye geldiniz ki bu saatte
sürekli unutup dururken bizi neyin öldürdüğünü
kısa bir sessizlikten sonra herkes yüzüne taktığı mezarlıkla
“ama ve çünkü” lerle dolu çekmesine geri döndü
bense mahkûm olma arzumu büyüterek içimde
tebessüm ederek ayrıldım
göğsümde yanıp sönen katarsis yoğunluğundan
YORUMLAR
Beyinsel ipleri ateşe vermedikçe hiç kimse kendini keşfedemez Sevgili Metin. Fakat sen zaten o ipleri binlerce kez ateşte yakmışsın. Senin farkında burası. Sınır çizgin yok benim gibi. Burası insanın beynini budağı yer katman altı. Orada budar yukarıda sınırı yok edip beynin ana, merkezinin tanrı ve tanrısı olur. Çünkü zaten insan tanrının varlığından yaratılmıştır. Ups inanmayanlarda "Acaba ruhlarını nasıl var olduklarını düşünüyorlar" diyede düşünmüyor değilim. İkizlerime kalsa yüzlerce teori. Evde akıl fikir versin duvarlara sahip beyinsel dövüşçülerin ana, üst merkezinde oturuyorum. Böyle beyinsel dövüşçülerle olmaktan hallice mutluyum. Ki evde asla boşluk oluşmuyor. 🌍💎🙂🗽👁️🐉🐬
Beğenerek okudum beyinine hayranlığım zaten ortada.
Sevgilerimle Beyin Adamı
"Yüzyıllar boyunca ortaya çıkan bazı adamlar, yepyeni yollara doğru ilk adımları atmışlar, bunu yaparken de kendi vizyonlarından başka bir silaha sahip olmamışlardır. Amaçlar farklıdır ama hepsinin bir ortak noktası vardır. Atılan adım ilk adımdır, yol yeni bir yoldur, vizyon kimseden ödünç alınmış değildir ve bu kişilere tepki olarak da her zaman nefret yöneltilmiştir. Büyük yaratıcılar... düşünürler, sanatçılar, bilim insanları, mucitler... daima çağlarının insanlarına karşı tek başlarına durmuşlardır. Yeni çıkan her büyük fikre karşı gelinmiştir. Her yeni büyük icat kınanmış, lanetlenmiştir. Motor saçma bir şey olarak karşılanmış, uçak imkânsız diye düşünülmüştür. Mekanik dokuma tezgâhı kötü bir icat sayılmıştır. Anestezi günah sayılmıştır. Ancak ödünç almadıkları vizyonlara sahip insanlar yine de yollarına devam etmişlerdir. Mücadele etmiş, acı çekmiş, bedel ödemişlerdir ama sonunda kazanmışlardır
"Hiçbir yaratıcı, kardeşlerine hizmet etmek düşüncesiyle harekete geçmiş değildir çünkü kardeşleri, onun sunduğu hediyeyi reddetmişlerdir ve o hediye, insanların hayatlarının ataletli rutinini mahvetmiştir. Bu kişinin tek gerçeği, kendi amacı olmuştur. Kendi gerçeği, onu kendi usulünde yapabilmesi, başarabilmesi. Bir senfoni, bir kitap, bir motor, bir felsefe, bir uçak ya da bir bina... Odur onun hayattaki amacı. Hayatı da odur. Yarattığı şeyi duyanlar, okuyanlar, işleyenler, inananlar, ona binip uçanlar ya da içinde yaşayanlar değildir onun için önemli olan. Mesele yaratılan şeydedir, onu kullananlarda değil. Yaratılan şeydir önemli olan; ondan yarar sağlayanlar değil. Yaratılan şey, o kişinin gerçeğine biçim vermiştir. O da kendi gerçeğini her şeyden ve herkesten üstün tutmuştur.
“O kişinin vizyonu, gücü ve cesareti, kendi ruhundan gelmektedir. Bir insanın ruhu kendi benliğidir. Bilinci dediğimiz kimliğidir. Düşünmesi, hissetmesi, yargılaması, eyleme geçmesi, hep egonun
fonksiyonlarıdır.
"Yaratıcılar benliksiz değildir. Güçlerinin bütün sırrı budur. O gücün kendine yeterli olması, kendiliğinden motive olup harekete
geçmesi, kendi kendini yaratması bundandır. Bir ilk amaç, bir enerji, bir hayat gücü, bir başlatıcı. Yaratıcılar hiçbir şeye ve hiç kimseye hizmet etmemişlerdir. Kendileri için yaşamışlardır.
"İnsanlığın şeref tacı olan şeyleri ancak kendileri için yaşamakla başarmışlardır. Başarının yapısı, doğası böyledir.
Insan ancak kendi zihniyle var olabilir. Dünyaya silahsız gelir. Tek silahı, kendi beynidir. Hayvanlar yiyeceklerini fiziksel güçleriyle bulurlar. İnsanın pençeleri, sivri tırnakları, boynuzları, büyük kas gücü yoktur. Yiyeceğini ya toprağa ekmek ya da avlamak zorundadır. Ekebilmek için bir düşünce sürecine ihtiyacı vardır. Avlamak için silahlara, dolayısıyla silah yapmaya ihtiyacı vardır ki o da bir düşünce sürecidir. Bu en basit gereklilikten en yüce dinsel soyutluğa kadar, tekerlekten gökdelene kadar, neysek ve neye sahipsek hepsi insanın bir tek niteliğinden doğmaktadır... o da mantıklı bir zihnin işlemesidir.
"Fakat zihin, bireyin sahip olduğu bir şeydir. Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir ya da birçok bireysel düşüncenin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem... yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler.
"Başka insanların düşüncelerini biz miras yoluyla alırız. Tekerlek
de miras
kalmıştır bize. Onu alır, araba yaparız. Derken araba değişir, otomobil olur. Otomobil de uçak olur. Ancak bu sürecin tamamında, bizim diğerlerinden aldığımız tek şey, onların düşüncelerinin ortaya
çıkardığı
son üründür. Eylem gücü, bu son ürünü alıp malzeme olarak kullanan, oradan bir sonraki adımı ortaya çıkaran yaratıcı güçtür.
Bu yaratıcı güç ne verilebilir ne de alınabilir. Paylaşılamaz
ve
ödünç
verilemez. Bir tek kişiye, bir bireye aittir. Yaratılan şey, yaratanın
mülküdür. İnsanlar birbirlerinden öğrenirler ama
öğrenmenin tümü
aslında yalnızca malzeme değiş tokuşudur. Hiç kimse bir başkasına düşünme kapasitesini veremez. Oysa o kapasite, bizim sağ kalmak
için tek gücümüzdür.
"Bu dünyada hiçbir şey insana hazır verilmiş değildir. Ihtiyacı olan her şeyi üretmesi gerekmektedir. İnsan burada kendini temel bir seçimle karşı karşıya bulur. Ancak iki yoldan birini seçerek sağ kalabileceğini görür. Ya kendi zihninin bağımsız çalışmalarıyla ya da başkalarının zihninden beslenen bir asalak olarak. Yaratıcı başlatır. Asalak ödünç alır. Yaratıcı doğa karşısında kendi başına dikilir. Asalak doğa karşısında hep bir aracıyı kullanır.
"Yaratıcının derdi doğayı fethetmektir. Asalağın derdi ise insanları fethetmektir.
"Yaratıcı, kendi işi için yaşar. Başka insanlara ihtiyacı yoktur. Birincil amacı, kendi içindedir. Asalak ikinci elçi olarak yaşar. Baş- kalarına ihtiyacı vardır. Başkaları onun baş amacı haline gelir."
"Yaratıcının temel ihtiyacı, bağımsızlıktır. Mantıklı zihin, herhangi bir zorlama altında çalışamaz. Kısıtlanamaz, feda edilemez, başka amaç ve düşüncelere boyun eğemez. Gerek işlerlikte, gerekse amaçta tam bir bağımsızlık ister. Bir yaratıcı için, insanlarla olan ilişkilerin tümü ikinci plandadır.
"İkinci elcinin temel ihtiyacı, beslenebilmek için diğer insan- larla olan bağlarını sağlamlaştırmaktır. İlişkileri birinci sıraya koyar. İnsanoğlunun başkalarına hizmet etmek için var olduğunu söyler. Kendini feda etmekten, hizmet ve yardım etmekten söz eder.
"Bu düşünce, insanın başkaları için yaşamasını, başkalarını ken- dinden daha ön plana almasını gerektiren bir doktrindir.
"Hiç kimse başkaları için yaşayamaz. Vücudunu paylaşamadığı gibi, ruhunu da paylaşamaz. Ama ikinci elci, yardım etmeyi bir sömürü silahı olarak kullanmakta, insanoğlunun ahlaki ilkelerini değiştirmektedir. Insanlara yaratıcıyı mahvetmenin bütün yolları
öğretilmektedir. Bağımlılığın bir erdem olduğu öğretilmektedir
insanlara.
"Başkaları için yaşamaya kalkışan kişi, bir bağımlıdır. Amaçları açısından bir asalaktır, hizmet ettiği kimseleri de asalak haline getirir. Bu ilişkiden doğabilecek tek şey, birlikte yozlaşmaktır. Kavram olarak imkânsız bir şeydir bu. Gerçek hayatta buna en yakın olan şey, başkalarına hizmet etmek için yaşayan kişidir ki o da köledir. Eğer fiziksel kölelik bile iğrenç bir kavram gibi gözüküyorsa, ruhsal kölelik bundan ne kadar daha iğrenç bir kavram olmalıdır! Savaşta ele geçirilen bir kölenin kendine göre bir gururu vardır. Karşı koymuştur ve içinde bulunduğu durumu kötü bir şey olarak görmektedir ama kendini kendi isteğiyle köle haline getiren, bunu sevgi uğruna yaptığını söyleyen adam, yaratıkların en aşağılığıdır. İnsanlığın onurunu düşürmekte, sevgi kavramını küçültmektedir. Hizmet, hayır ve yardım doktrininin altında yatan budur.
"İnsanlara en yüce erdemin, başarmak değil, vermek olduğu öğretilmiştir. Oysa insan yaratılmamış bir şeyi veremez. Yaratma, dağıtımdan önce gelmek zorundadır, yoksa dağıtılacak bir şey bulunamaz. Yaratıcının ihtiyaçları, ileride yararlanacak herkesin ihtiyacından önce gelmek zorundadır. Oysa bize, kendi üretmediği hediyeleri dağıtan adamı, o hediyeleri mümkün kılandan daha çok takdir etmek öğretilmiştir. Bir yardım, bir hayır olayını överiz. Bir başarı karşısında omuz silkip geçeriz.
"Insanlara ilk görevlerinin, başkalarının çektiği acıları dindirmek olduğu öğretilmiştir. Fakat acı çekmek bir hastalıktır. İnsanın karşısına böyle bir durum çıkarsa rahatlatmaya, yardım etmeye çalışır. Bunu en yüce erdem haline getirmek, acıları hayatın en önemli parçası haline getirmek demektir. Kişi erdemli olabilmek için başkalarının acı çektiğini görmek ister duruma düşmektedir. İşte hayırseverliğin yapısı budur. Yaratıcı olan kişi hastalıkla ilgilenmez, hayatla ilgilenir. Buna rağmen yaratıcıların çalışmaları sayesinde hastalıklar birer birer ortadan kalkmıştır. Insanın vücuduna ve ruhuna ait hastalıkların önüne geçilmiş, bu sayede acı çekilmesi de hayırseverlerin
dımseverlerin yapamayacağı kadar önlenmiştir.
"İnsana başkalarıyla aynı görüşte olmanın da bir erdem olduğu öğretilmiştir. Oysa yaratıcı, farklı görüşteki adamdır. İnsanlara akın- tıyla birlikte yüzmenin iyi olduğu söylenir. Yaratıcı ise akıntıya karşı yüzen adamdır. İnsanlara bir arada durmanın bir sevap olduğu öğretilir ama yaratıcı tek başına duran adamdır.
"İnsanlara 'ego'nun kötülükle eşanlamlı bir kelime olduğu öğretilir. Erdemin ideali, benliksizliktir. Oysa yaratıcı, salt anlamda benlikçi kişidir. Benliksiz kişi, düşünmeyen, hissetmeyen, yargılamayan, eyleme geçmeyen kişidir. Bunların hepsi benliğin fonksiyonlarıdır.
“Bu noktadaki tersine dönüş en korkuncudur. Konu çarpıtılmış, insana başka seçenek bırakılmamış, özgürlüğü yok edilmiştir. İyilik ve kötülük kutupları açısından iki kavram sunulmuştur ona. Biri bencillik, öbürü de hayırseverliktir. Bencilliğin anlamı, başkalarını kendisi için feda etmek olarak tarif edilmiştir. Hayırseverlik ise, kendini başkaları için feda etmektir, denilmiştir. Bu durumda insan her iki halde de diğer insanlara bağlanmış, kendisine iki acıdan birini çekmesi söylenmiştir. Ya başkalarının uğruna kendisi acı çekecektir ya da kendisi uğruna başkalarına acı çektirecektir. Sonunda insanoğlunun kendi acılarından zevk alması gerektiği de söylenince tuzak iyice kapatılmıştır. İnsan artık mazoşizmi kendi ideali olarak kabul etmek zorunda kalmıştır çünkü bunun karşısında ancak sadizm vardır. İnsanoğluna oynanan en sahtekârca oyun bu olmuştur. “Böylece bağımlılık ve acı çekme, hayatın esasları olarak göterilmiştir.
“Seçenekler kendini feda etmek ile tahakküm kurmak arasında değildir. Seçenekler bağımsızlık ile bağımlılık arasındadır. Yaratıcının kuralı ya da ikinci elcinin kuralıdır. Bu temel bir sorundur. Bir ölüm kalım sorunudur. Yaratıcının kuralı, insanlığın var olmasını sağlayan mantıksal zihnin ihtiyaçları üzerine kurulmuştur. İkinci elcinin kuralıysa, sağ kalmayı beceremeyecek insanların ihtiyaçlarına dayalıdır. İnsanın bağımsız egosundan doğan her şey iyidir. İnsanın insana bağımlılığından doğan her şey kötüdür.
"Bencil kişi, salt anlamda bakıldığında başkalarını feda eden kişi değildir. Başkalarını herhangi bir şekilde kullanma ihtiyacının üstüne çıkmış kişidir. Onun işlerliği, diğer insanların üzerinden değildir. Birincil anlamda onlarla ilgilenmemektedir. Amacı da düşüncesi de arzuları da enerjisinin kaynağı da hep onların dışındadır. Bir başka kişi için var olmakta değildir, kimseden de kendisi için var olmasını istememektedir. İnsanlar arasında oluşabilecek tek kardeşlik, tek karşılıklı saygı bu yolla olabilir
"Dereceler ve yetenekler değişebilir ama ana ilke her zaman ay- nıdır. Kişinin bağımsızlığının, inisiyatifinin ve işine duyduğu kişisel sevginin derecesi, onun bir çalışan olarak istidadını ve işinin değerini saptar. Bağımsızlık insani erdemlerin ve insanlık değerlerinin tek ölçüsüdür. İnsanın değeri kendinden gelir, başkaları için neler yapıp neler yapmadığından değil. Kişisel gururun yerini alabilecek hiçbir şey yoktur. Bağımsızlıktan başka da bir kişisel gurur standardı yoktur.
"Düzgün ilişkilerin tamamında, hiç kimsenin hiç kimseye feda edilmesi söz konusu değildir. Mimarın müşterilere ihtiyacı vardır ama kendi çalışmalarında onların isteklerine boyun eğmez. Onların da mimara ihtiyacı vardır ama evi ona sipariş etmeleri, sırf ona bir para vermek için değildir. İnsanlar yaptıkları işleri, özgür ortak ri- zayla, ortak ve karşılıklı çıkarları doğrultusunda değiş tokuş ederler, bunu ancak kişisel çıkarları birbirine uyuyorsa, her ikisi de bu değiş tokuşu istiyorsa yaparlar. İstemiyorlarsa, birbirleriyle iş yapmak zo- runda değildirler. Gidip başkalarını ararlar. Eşitler arasında ancak bu tür ilişki olabilir. Bunun dışındaki ilişkiler, efendi köle ilişkisidir, kurban cellat ilişkisidir.
"Hiçbir iş hiçbir zaman kolektif olarak yapılmamıştır, çoğunluk kararıyla yapılmamıştır. Her yaratıcı iş, bir tek bireyin düşüncesi rehberliğinde başarılmıştır. Bir mimar, binasını dikmek için pek çok sayıda insana gereksinim duyar ama onlardan, kendi tasarımına oy vermelerini istemez. Birlikte serbest bir anlaşmayla çalışırlar ve her
biri kendi işlevinde özgürdür. Mimar başkalarının ürettiği çeliği, camı, betonu kullanır ama o malzemeler, mimar gelip elini sürünceye kadar çelik, cam ve beton olarak kalırlar. Mimarın bunlarla yaptığı, kendi bireysel ürünüdür ve kendi bireysel mülküdür. İnsanlar arasında doğru dürüst işbirliğinin tek yolu budur.
"Dünya üzerindeki ilk hak, egonun hakkıdır. İnsanın ilk görevi kendine karşıdır. Ahlaki yasası, birinci amacını asla başka kimselere ki istediği, diğer insanlara birincil derecede bağımlı bir şey olmasın. Buna yaratıcı zihnin tümü dâhildir... Düşünüşü de çalışması da. Fakat buna bir gangsterin alanı dâhil olmadığı gibi, bir hayırseverin, bir
diktatörün alanı da dâhil değildir.
"Kişi tek başına düşünür, tek başına çalışır ama kişi tek başına... hırsızlık edemez, sömüremez, yönetemez. Soygun, sömürü ve yönetme için ona kurbanlar gerekir. Bunlar bağımlılığa işaret eden şeylerdir.
Hepsi ikinci elcinin alanına girer.
"İnsanları yönetenler benlikçi değildir. Onlar hiçbir şey yaratmazlar. Varlıklarını ancak başkaları kanalıyla sürdürürler. Onların amacı, yönettikleri kişilerde, onların köleleştirilmesinde yatar. Dilenci kadar bağımlıdırlar onlar da. Sosyal hizmet görevlisi kadar, haydut kadar bağımlıdırlar. Bağımlılığın türünün önemi yoktur.
"Ama insanlara bu ikinci elcileri... zorbaları, imparatorları, dikta- törleri... benlikçiliğin temsilcisi saymaları öğretilmiştir. Bu sahtekârlıkla birlikte insanların egoyu öldürmesi sağlanmıştır. Hem kendilerinde hem de başkalarında. Bu sahtekârlığın amacı, aslında yaratıcıları yok etmek ya da zincire vurmaktır. Bu ikisi de aynı şeydir.
"Tarihin başlangıcından bu yana, iki hasım her zaman karşı karşıyadır. Biri yaratıcı, diğeri de ikinci elcidir. İlk yaratıcı tekerleği etmiştir. icat ettiği anda, ilk ikinci elci buna tepki göstermiştir. O da hayırseverliği icat
"Yaratıcı, sürekli olarak inkâr edilmesine, saldırılar görmesine, eziyetlere uğramasına, sömürülmesine rağmen yoluna devam etmiş, bütün insanlığı da kendi enerjisiyle peşinden ilerletmiştir. İkinci elcinin bu sürece engeller çıkarmaktan başka katkısı yoktur. Bu kapışmanın bir başka adı daha vardır... Burada birey, kolektife, topluluğa karşıdır.
“Kolektifin, yani bir ırkın, bir sınıfın, bir devletin ortak çıkarı', insanları baskı altına alan her türlü zorbalık rejiminin altında yatan şeydir. Tarihteki her dehşet verici olay, bir hayır uğruna yapılmış gibi görünür. Bencil hareketlerin herhangi biri, hayırseverin döktüğü kanla ölçülebilecek bir zarar vermiş midir? Bunun suçu insa- noğlunun ikiyüzlülüğünde mi yatmaktadır, yoksa ilkenin yapısında mı? En korkunç kasaplar, genellikle en samimi, en içten inanmış olanlardır. Giyotinle ya da idam mangasıyla, kusursuz bir topluma ulaşacaklarına gerçekten inanmışlardır. Hiç kimse onların öldürme hakkını sorgulamamıştır çünkü besbelli hayırsever bir amaç uğruna öldürüyorlardır. İnsanların başka insanlar uğruna feda edilmesi doğal kabul edilmiştir. Aktörler değişmekte ama trajedinin akışı aynı kal- maktadır. Bir hümanist çıkar, insanlara ne kadar sevgi duyduğunu söyleyerek yola koyulur, sonunda bir kan denizine varır. İnsanlar bir şeyin iyi olabilmesi için bencillikten uzak olması gerektiğine inandığı sürece, bu böyle devam etmektedir ve edecektir. Bu durum, hayırseverin eylemine izin vermekte, kurbanları da buna dayanmak zorunda bırakmaktadır. Kolektivist hareketin liderleri kendileri için hiçbir şey istememektedirler ama bir de ortadaki sonuçlara bakın.
"Bir insanın diğer bir insana yapabileceği tek iyi şey, o kişiyle doğru dürüst bir ilişki kurabilmesi için tek yol... Elini çekmektir!"
"Şimdi bir de bireycilik ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumun sonuçlarına bakalım. Burası. Bizim ülkemiz. İnsanlık tarihindeki en soylu ülke. En büyük başarıların, en büyük refahın, en büyük özgürlüklerin ülkesi. Bu ülke benlikten yoksun hizmete dayalı olarak kurulmamıştır. Feda etmeye, razı olmaya ya da herhangi bir hayır ilkesine dayalı olarak kurulmamıştır. Bireyin mutluluğu arama hakkı üzerine kurulmuştur. Kendi mutluluğunu. Başkasının değil. Özel, kişisel ve bencil bir amaç ama sonuçlara bakın. Kendi vicdanınıza
bakın.
"Bu eski bir çatışmadır. İnsanlar gerçeğe çok yaklaşmışlar fakat her seferinde olay tersine dönmüş, şu ya da bu uygarlığın
sonu gel-
miştir. Uygarlık, özel hayat toplumuna doğru ilerlemektir. Vahşinin tüm hayatı halka açıktır, aşiretinin kuralları tarafından yönetilir.
Uygarlık insanı insanlardan kurtarma sürecidir.
"Bugün, bizim günümüzde kolektivizm, ikinci elcinin, ikinci derecedeki adamın, o eski canavarın kuramı, tasmasını koparmış, başıboş koşturmaktadır. İnsanları daha önce görülmemiş bir zihin- sel ahlaksızlık düzeyine düşürmektedir. Emsaline rastlanmamış bir dehşet olayı haline gelmektedir. Her zihni zehirlemiştir. Avrupa'nın
çoğunu yutmuştur. Bizim ülkemizi de kuşatmaktadır.
"Ben mimarım. Bunların dayalı olduğu ilkelerden ortaya neler çıkacağını biliyorum? Kendime yaşama izni veremeyeceğim bir dünyaya doğru yaklaşıyoruz.
"Cortlandt'ı neden dinamitlediğimi artık biliyorsunuz.
"Ben tasarladım Cortlandt'ı. Size ben verdim. Ben yok ettim. "Yok ettim çünkü onun var olmasını seçmedim. Çifte cana- vardı o. Biçim olarak da anlam olarak da. Her ikisini de patlatmak zorundaydım. Biçimi, kendi yaratmadıkları ve yaratamayacakları şeyi düzeltme hakkını kendilerinde gören ikinci elciler tarafından bozulmuştu. Onlara bunu yapma hakkının verilmesi, binanın ha- yırsever amacının her türlü hakkın üstünde önem taşıdığı, benim buna karşı gelme hakkım olmadığı inancından kaynaklanıyordu. "Cortlandt'ı tasarlamayı kabul edişim, onu kendi tasarladığım gibi yapılmış görmek amacına yönelikti, başka hiçbir nedeni yoktu. Çalışmam karşılığında bu fiyatı istemiştim. Bu bana ödenmedi.
"Peter Keating'i suçlamıyorum. Çaresiz kaldı. İşverenlerle arasında bir anlaşma bulunmasına rağmen o anlaşmaya aldırış edilmedi. O anlaşmada kendisine, binanın projeye göre yapılacağı konusunda söz verilmişti. O söz tutulmadı. Bir insanın yaptığı işin dürüstlüğüne ve tutarlılığına saygı duyması, bunu korumaya çalışması, bugün muğ- lak, soyut, önemsiz bir şey olarak tanımlanıyor. Savcının bu sözleri söylediğini duydunuz. Neden bozulmuştu binanın biçimi? Hiçbir
nedeni yoktu. Böyle şeylerin hiçbir zaman nedeni olmaz. Ancak bir ikinci elcinin, başkasına ait bir şey üzerinde, maddi veya manevi bir şey üzerinde oynama hakkını kendinde görmesi olabilir. Kim izin verdi bunu yapmalarına? Düzinelerce yetkili arasında tek bir kişi bulamazsınız. Hiç kimsenin izin vermeye de durdurmaya da önem verdiği yoktu. Hiç kimse sorumlu değildi. Kimseden hesap sorulamaz. Tüm kolektif eylemlerin yapısı böyledir.
"Bana istediğim ve hakkım olan şey ödenmedi ama Cortlandt'ın sahipleri, kendi istedikleri şeyi benden aldılar. Onlar mümkün oldu- ğunca ucuza çıkarılmış bir yapı şeması istiyorlardı. Bunu istedikleri gibi yapabilecek başka hiç kimseyi bulamadılar. Ben yapabilirdim ve yaptım. Çalışmamın yararlarını aldılar, beni de bunu onlara he- diye olarak vermeye zorladılar ama/ben hayırsever değilim. Bu tür hediyeler vermem.
"Yoksulların, çaresizlerin evlerini yıktığım söylendi. Ben olmasam, bu yoksulların bu evlere zaten kavuşamayacakları unutuldu. Yoksullar için kaygılananlar, istedikleri yardımı sunabilmek için bu konularla hiç ilgilenmeyen birine, bana gelmek zorunda kaldılar. Gelecekte orada oturacak kiracıların yoksulluğu yüzünden, bu insanların benim çalışmam üzerinde hak sahibi olduğuna inanıldı. Onların ihtiyaçları, benim hayatım üzerinde hak sahibi olarak görüldü. Benden istenen her katkıyı sunmak görevim sayıldı. Bu da bugün dünyayı yutmakta olan ikinci elcinin düsturudur.
"Ben bugün, hayatımın tek bir dakikası üzerinde bile hiç kimsenin hakkı olmadığını söylemeye geldim. Enerjimin de. Başarılarımdan herhangi birinin de. Kim böyle bir iddiada bulunursa bulunsun, sayıları ne kadar kalabalık, ihtiyaçları ne kadar büyük olursa olsun. Buraya gelip başkaları için yaşamayan bir insan olduğumu söylemek istedim
Bunun söylenmesi gerekiyordu. Dünya bir fedakârlık âlemi içinde yok oluyor.
Buraya gelip kişinin dürüst ve yaratıcı ürünleri, her türlü hayırseverlik girişiminden daha önemlidir, demek istedim. Aranızda
bunu anlamayanlar, dünyayı mahvedenlerdir
"Buraya gelip kendi şartlarımı ortaya koymak istedim. Başka
şartlarla var olmak istemiyorum.
"İnsanlara karşı, bir tek sorumluluk dışında, başka hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum. O sorumluluk, özgürlüklerine saygı göstermek, köle toplumuna katılmamaktı. Eğer ülkem artık var olmayacaksa, ona hapiste yatacağım on yılı sunabilirim. O on yıl boyunca, ülkemin eskiden nasıl bir yer olduğunu minnetle hatırlarım. Onun yerine gelen yeni düzende yaşamak ve çalışmak istemeyişim,
benim sadakatimdir.
"Gelmiş geçmiş tüm yaratıcılara, dinamitlediğim Cortlandt'tan sorumlu olan güçler tarafından acı çektirilmiş tüm yaratıcılara sadakatimdir. O kişilerin yapayalnız ve işkence içinde, inkârla, çaresizlikle, sömürüyle geçirmek zorunda kaldıkları her saate sadakatimdir. Dünyaya gelen, yaşayan, mücadele eden, başaramadan önce, tanınmamış bir kişi olarak ölen tüm yaratıcılara da sadakatimdir. Bedenen veya ruhen yok edilmiş her yaratıcıya sadakatimdir. Henry Cameron'a, Steven Mallory'ye, adının söylenmesini istemeyen ama şu anda bu kişiye sadakatimdir." 💎🌍🗽👁️🐉🐬👣
Dramatik Buluntular
Sevgiler bırakıyorum... Çokça sevgiler...
Believe_TülAySLAN
aslında her noktada hem fikiriz Sevgili Metin. O içindeki sonsuzca var olan Metini seviyorum. Şimdi sana seviyorum dedim diye Kazan’lar kaynayacaksada kaynasın umrumda değil.
Bizler kalpleriyle yürüyenlerden değiliz yada akıllarıyla tıka basa dolu 3. Boyut arenasında da değiliz yani Matrix’in içinde durup bekleyenlerden hiç değiliz.
Varlığın gökyüzü kadar uçsuz bucaksız bende.
Seni seviyorum Metln Akdeniz 🌹🐋🐉👣🍂🧚🏻♀🍃
Merhaba güzel insan, iyisindir umarım ve iyi olmanı diliyorum.
Ufuk açan, köz karıştıran, kıvılcım çakan umut saçan ve fazlasıyla rahatsız edici :) yazının gölgesinde biraz seslice dinleneceğim müsaadenle
İnsanı konuşamayız hiçbir zaman…
İnsanın tarifini kaçınılmaz olarak gayri insani durumların bertarafı ve bunun lüzumuyla ilişkilendiririz.
İnsan diye başlayan her sesleniş mutlaka ondan biraz uzaklaşmış olacaktı bu kimi zaman yükselerek kimi zaman alçalarak…
Yükselmenin ve alçalmanın hududunuda yine insanın eylem-fayda
Sebep-sonuç için vardığı mutlakiyet belirleyecekti. Öyleyse her insanın mutlak bir yol ayrımı veyahut mutlak bir yol yanılgısı olmalı zira birini diğerinin aleyhinde bir eyleme yönlendiren şey eğer ahmakça bir avuntu değilse kasıtlı bir sevgisizlikle ( ben denen öznenin bencilliği veya biz denen zümrenin sömürüsü) ilişkilenmek zorundadır.
Burda bir parantez,
( Bağışlasınlar lütfen,
benim dır dir tır ekleriyle de bitse hiçbir cümlem tepeden bakmamakta belki onlar iç seslerin duyulduğuna delil yankılardır )
İnsanın kabahatlerini yine gayri ihtiyarı insanca bir tutumla ele alıyor insanlık ile tartıyor ve nihayet yine insanlık dışı bir alışveriş ile sürdürüyoruz.
Oysa ki insan yapısı itibariyle acizdir hatasız insan yok ise ki yok
o zaman kabahatlerinin niceliğide bir anlam taşımıyor. Sanırım insanın tek kabahati, hep birlikte avunmaya hep beraber sömürülmeye hep beraber..
Olgulara izin veren topluluk olma durumudur. Bunun en bariz delilide toplumdan biteviye sıyrılmak durumunda kalıp tükenmek pahasına onu yoğurma çabasında olan önder kişilikler değil midir? Bu durum tıpkı yoğurdu tutmaya kıvam olan onlarca yıl devam edegelen maya gibi gelir bana çok olanın varlık sebebi az olanı çoklayan ve daima içinde eser miktarda kalan bir aykırılık durumu
Sanat ne içindir sorusu yüzyıllarca konuşulmaya devam eder herhalde
Ama sanatçı sanırım yoğurdu yoğurt yapan mayasında ki eser miktarda ki aykırılık misali topluma rağmen toplum için bedel ödeyen onu çoklayan zenginleştiren kıymeti bilinirse kaymak bilinmez küf e dönen bir şahsiyet olsa gerek
Aslında yarım kaldı bu yazının yorumu :(
Ama
Çok uzattım bağışla
Selam ve sevgilerimle
Dramatik Buluntular
Çok uzatmadın sevgili kardeşim
çok memnun oldum
teşekkür ederim,
Selam vesaygılarımla.
Dramatik Buluntular
Saygılar...
Güne düsen değerli eseri yazan yürege selammsaygimla
Satır satır hece hece sanat, edebiyat ve toplumsal meselelere dair önemli bir başyapıt niteliğinde olmuşki yaziminiz maşallah dilemek istiyorum öncelikle. Sanatın toplumsal bir rol üstlenmesi ve sanatçının sorumluluğu hakkında derin bir düşüncelere sahipligi bağlamında Sanatın yalnızca güzellik ve estetik değil, aynı zamanda toplumun sorunlarına karşı bir tepki yöntemi olduğu asikardir.(günumuzde bundan eser yok orası ayrı bir husus)
Yazarlar ve şairlerin eserlerinde toplumsal eleştirilere ve sistemin sorgulanmasına katkıda bulunması gerekiyor ki bu her bireyin her kitlenin her devletin kaldıracağı durum değildir Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi Türk yazarlarından övgü ile bahsederken neden popüler şair yazar çıkmıyor içimizden çıkıyorsa da eh işte diyebilecegimiz kalitede ne yazar kaldı nede okuyucu..bu platformda yazdıklarımızı bile YAPAY ZEKA veya kopyala yapıştır ile yorum yaparak kimse kimseyi eleştiriden uzak ve BANANE-NEME LAZİM -DOSTLAR ALİSVERİSTE GORSUN ile bu sanat zaten bitmiş demektir İLK EMRİ OKU olan bir toplumun OKUMADAN YAPAY ZEKA İLE YORUM YAPMASİ yada yorummyazarken klasik abidik gubidik kelimelerle gecistirmesi kopy pastel yaparak güya saiir yazarın yanında olduğunu vs svsv kadar aciz olan bir şey varsa oda ceset halidir
Selam saygı dualrimla değerli üstad varolsun sağolsun hatta artsın cohgalsin siz gibi değerli üstadlar ...okumayi yazmayı eleştirmeyi eleştirilmesi özledik.
Anca bu şekilde anlarız birbirimiz yoksa aynı tas aynı hamam iki kelam yazana..hece bilmeyene kafiyeden anlamayana sanat yoksunu kişilere üstade/ üstad deriz dururuz
Saygimla
Dramatik Buluntular
Selam ve saygılar...
Değerli dost yazar;
Her seferinde toplumun hastalıklarını, yaralarını anlatmayı misyon edinerek edebi bir üslupla bu mekana biraz ışık tutarsınız. B,izi karanlığımızdan alıp çıkarmaya çalışırsınız; ama nafile... Çünkü kafamız almaz. İznımız yetmez. Bu ,mümkün değil; çünkü birhaberiz tarihten, edebiyattan, sanattan vs.
Sözünü ettiğiniz eserlerin varlığından dahi haberimiz yokken, entelektüel bir düzde ve akademik bir dille önümüze sunulmuş bu kıymetli makaleyi anlamadığımızdan, yorum da yapamamaktayız. Yapanlar da ya anlamadığından "saldırı" pozisyonuna geçer ya da "harika" deyip sıyrılır işin içinden. İşte paradoks burada yatmaktadır. Ancak bu benim olaya hakim olduğu anlamına da gelmesin isterim. Zira yazınızın kalite ve dil olarak da elit bir düzeyde olduğunu inkar edemeyiz.
Burada zemin bulamayan bu yazı keske bir seminer salonunda tartışılsa, konuşulsa. Dahasıe aydınlatıcılığı ve öğreticiliğiyle hakkında yazılsa sayfalarca...
Evet; sanat toplum içindir. Ki siz de angaje bir sanat insanı olarak yazdıklarınızla göstermektesiniz. Sorun, dediğim gibi, okuyanın anlama düzeyine erişememiş olması....
Çok teşekkür ederim, erdemli, yüce emeğe ve kocaman İnsan yüreğinize.
Baki saygılar, esenlikler olsun.
Dramatik Buluntular
Burada hiç kimseye bir şey öğretme veya düşüncelerimi insanların gözüne sokma niyetinde değilim. Okuduklarımdan ve izlenimlerimden tanecikler bunlar. Bir başkası bu saydığım yazarlardan farklı izlenimler edinebilir. Benim için güzel olan burada paylaşmaktır. Buradaki yazı dostluğunu geliştirebilmektir. Aksini söyleyenler de olabilir ama onların söylediklerini yanlış bulursam bunu da yanıtlamaktan çekinmem.
Selam ve sevgiyle kalınız.
Tüya
Ayrıca, iyi ki de paylaştınız ve iyi ki az da olsa beyin jimnastığine neden oldunuz...
Devamını dilerim çalışmalarınızın.
Selam, saygı ve sevgi benden kalemine.
Dramatik Buluntular
"Güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz…"
Tüya
Hep olasınız kaleminizle, güzel insan.
Tebrik ederim değerli yazarım.
Hep de olduğu üzere:
Muhteşem idi.
İçten selam saygımla
Dramatik Buluntular
Saygı ve selamlar.
Yazar şair toplumun içinde doğar gelişir, sonra topluma görü olur kimisi kimisi nefes, kimisi yeni renk.
Sonra toplum gelişir sanat gelişir. Bu kısır döngü. Tek doğru yok
Romantik devrimciler de Marks yandaşları da sadece kendi hayatlarını kararttı. Nazım a haksızlık ediliyorsa o güzelim şiirlerini yanlış mekanda söylemesidir. Yaşar Kemal ince memedi karısının ısmarlaması ile yazmıştır.
Sanat ya da şiir her şeye rağmen bir şeyleri doğrultma öğretme yeri değil tamamen, biraz da gerçekten batan gemiye resim çizmektir.
Gaz odalarında yazılan son şiirler...
Dramatik Buluntular
-Yazar, şair toplumun içinde doğar ama toplumun içinde gelişmez, topluma rağmen gelişir. Topluma öncülük etmez yazar, şair, sanatçı. Toplum ondan alması gerektiğini alır, bu da toplumun ilkel ve klasik normlarının parçalanmasını sağlar.
-Romantik devrimci veya Marx yandaşı diye bir kavram yok. Marksizm bir ideolojidir ve çok sağlam temelleri vardır. Bu düşünceyi savunan veya uygulayan yandaş değil o temeldeki ekonomi politikayı; ülkenin para veya maliye politikasının belirlenmesinde kullanır. Toplumsal yapı ve işçi emekçi sınıfı da bu politikaya göre şekillenir.
-Devrimciler ve Marksistler hayatlarını karartmadılar. Doğru buldukları bir düşüncenin hayata geçirilmesi için mücadele ettiler, etmeye devam ediyorlar. Bunun bir bedeli vardı, bu kaçınılmaz. Bir yanda "Öbür" taraf için dünyayı çirkinleştirenler, bir yanda da dünyayı 70 yıllık ömründe güzelleştirmeye çalışanların mücadelesi hep vardı, olmaya devam edecek. Çünkü Cioran'ın dediği gibi "insan yeryüzünün kanseridir."
-Nazım'a haksızlık edildi, evet ama Nazım şiirlerini yanlış mekanlarda söylemedi, ayrıca mekan derken neyi kastettiğinizi anlamadım. Olması gereken yerdeydi hep Nazım. Devrimci olmayan Nazım'ın şiirleri bu kadar yükselmezdi zaten.
-Yaşar Kemal ve karısı arasındaki ilişkiyi çok yakından bilmiyorum. Ismarlama şiir duydum ama binlerce sayfa ısmarlama roman hiç duymadım. Sonuçta Yaşar Kemal'in romanları bana göre birer başyapıttır. Karısının ısmarlamış olması-sizin tabirinizle- bu gerçeği değiştirmez.
-Sanat ve şiir bir şeyleri doğrultma (bu ne demek bunu da anlamadım) öğretme yeri olduğunu söylemedim, ama sanat ve edebiyat yaşamı şekillendiren, keyiflendiren, hüzünlendiren, fikir, düşünce ve duygu çerçevesini genişleten bir şeydir. Bu da insanları boşluklara iten varoluşsal sıkıntıların çözülmesinde büyük bir etken ve yolculuktur.
-Şiir, sanat ve edebiyat asla ve asla "biraz da gerçekten batan gemiye resim çizmek" değildir.
Bir Norveçli veya Danimarkalı, veya ülkesinde savaş, katliam ve sömürü olmayan herhangi biri farklı bakabilir bu düşüncelere. Ama İlkel bir toplumda yaşıyorsan, din ticareti, ırkçılık, yoksulluk ve faşizm elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyorsa ve üstelik bir Ortadoğu ülkesine dönmüş veya dönmek üzereysen, insan kavramının sürekli sorgulandığı bir yerdeysen, batan gemiye çiçek resimleri çizemezsin, haa çizersin, o zaman da ne sanatçı ne şair ne de yazar olabilirsin.
"bütün izmlerin
zulmün ve ihanetin
yancısı ideolojilerin
devlet başkanlarının
kendini zekâ küpü zannedenlerin
idamlık sabahların
felç olmuş fikirlerin
şiddeti meşrulaştıranların
açlığı ve sömürüyü rezilce yaşatanların
takma dişlerinde et birikmiş kellelerin
hepsinin alayının topunun
canı cehenneme!"
/ yüRekTen tarafından 3.10.2023 01:38:21 zamanında düzenlenmiştir.
Dramatik Buluntular
Ne güzel bir rumuz
Selam ve saygılar.