Anlayış
Hayvanların anlayışı ile iş yaptı sanki koca dünya. Başka türlü bir yol bulamadı gerçekte de. Bu yetersizlik miydi insanı doğaya hapsedip geçen ve geçtiğinde bile değişmeyen öz.
Oysa değişiyordu her an bile. Öyle değil miydi, muhabbete turp sıkmak deyimi olmasa gerek, dar çerçeveden olaya bakmak. Belki de anlayışını zorlamak istiyordu anlatmak istediğinde anlayış problemini. Noktaya takılı kalmak gibi bir şeydir bu da. Takılır kalırsın bir noktada ve başka hiçbir nokta yoktur nazarında.
Virüse ne, mikroba ne, bakteriye ne değildir de bu gerçeklikte, işte tüm düğümler başlar yine gönül ve zihin dünyasında. Zihnin doğurgan bir mizacı vardır, hani der mikrop; virüs ve bakteri bağlasa iki elimden ve ayağımdan, bir ata binseler hani, biri siyah ata, diğeri beyaz ata ve çekseler, parçalamak ister gibi beni. Oysa ne çekenlerin ne çekilenin farkı nedir ki birbirinden dedi. Demesiyle kendisi de stop oldu aslında.
Durmak imkan dahilinde değil idi. Aşkta mevzuyu hiç anlatamadı kimse. İster düşünceli söylensin ister düşüncesiz ( ki nasıl bir şeyse bu da) aşkı etkileme şansı hiç yoktu ki gerçekte. Gerçek öyle değil mi, andır, zamandır. Hapistesin desin sen de, ben de, o da. Biz bizi birbirimizin birbirimizine anlatırız durmadan. Oysa keşke durabilseydik derdim hep içimden. Durabileydi arabeskçe bu alem veya alemler ötesi. Ah dedim, durabilseydiler her şeyler, hiç bir şeyler, varlar ve yoklar, durabilseydiler işte. Belki de yıllardır bir şekilde dile gelen isyanım buydu. Yeni fark ettim kendimi, yalan da olabilir bu, insan kendini nasıl fark edebilir gerçekte.
Hayal veya simülasyon veya programlanmış bir süreç gibi. İnsan kendini kaybetse ne kaybetmese ne, bu zihinlerin ve gönüllerin dünyasında. Bağlayınız efendim, çünkü tutulamazsınız bu mekanda, tutulamayan da ya dağa varır ya derede uğrar bir saldırıya. Kara çalılardan meydana gelmiş bir bahçe içinde yaşarken tutulanlar, tutulamadığını düşünen insan ise odunların üst üste dizilmiş ve çatısı örtülmüş bir halinde, odundan farkım ne ki diye düşünmez mi hiç. Düşünür de, odunların arasından girip gelen rüzgarın sesiyle görebildiğince karanlık gecede parlayan yıldızları, değişmez mi hiç, ezilmez mi, ezildikçe dönüşmez mi? Ezilmediysen dönüşemezsin derler gerçek zihinler. Gönlün ezilmesini yaşar insanlar mutlaka bu bağlamda. Gidenler ve gelenler ile geçenlerin ortasında hangisine kuyruk olacaksın diye şaşırmaz mı insan aynaya baktığında da. Oy benim anlatılmaz hallerim, hallerimiz, halleri, halleriniz. İster tek isterse topu gelsin dediğimizde de koparması gerek bağını kıllı yaratıklar.
Kızışma, anlaşma, anlaşamama, kızışamama en güzeli de hiçbir şeyleşememeli değilse nedir bu dünya.
Bir şey olmak veya oldurmak için miydi tüm hengame. Aşağı yukarı 2 yıl süren ayaklanma çabası bedenlerimizin. Aşkın başladığı ana dönmek ister mi sonradan aşık olan. Genel veya anonim söylencede doğulur mu olunur mu, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan, nokta mı birleşerek görülüyordu yoksa gördüğümüz mü noktadan ibaretti.
Sevmek ise bir başka alem. Lakin ızdırabı aşk denileni, yoksa durgunluğu mudur bizi biz yapan hislerimizin gerçek düşünceleri.
Ben seni geçtim, hayır sen miydin rüzgarını hissettiğim, hani omuzuna dokunmuş o mekanda biri diğerinin, sus kımıldama demiş, yoksa sen de ayaklanırsın mı demiş. Gülmüyorum, hafif bir tebessüm birikirken dudak yanlarımda, göz kenarlarımda. Kulakları oynatmak ne mümkün. Hele burnu sanki koca bir dağ gibi çakılmışsa insanın kafatasına. İki bacalı yanardağlara bile benzetmek içten değil yani burnumuzu. Öyle denir ya hani, burnu büyümüş bunun, ne alakaysa bu insan halleri ve sözleri işte.
Dilerim ve isterim virüs için de bakteri için de hatta bu mikrop için bile o huzura ermesini gerçeklerin. Gerçek bir uykunun yerine bir şey koyamam ki ben. Rüyasında hapis kalanlara da sanki demezler mi ne de sazan çıktı bu insan.
Balık derya ve olta üçlemesinin faktöriyeli mevcut olsa da, ne dörtlemesi ne de yedilemesi en önemlisi de birlemesi ve ikilemesi biter geçmişte. Peki ya gelecekte sayın virüs beyciğim, sayın bakteri hanımcığım ve sayın mikropcuğum. Kıt akıllılar; bulamadınız mı lan geri zekalılar başka bir üçleme der mi der yani, lakin ne önemi varsa, bağlantısızken bağlanmanın, işte o kadar bağlantılıyız ve değişimine razı değil miyiz birbirimizin. Kandırmayalım kendimizi, su değiliz hiç birimiz ve hiç birimiz de kabı değil birbirimizin.
Anlamadık nihayetinde, sarhoşu berduşu olduk aşkımızın her zaman ve mekanda. Eğer anlasaydık put olurduk elbette. Ve beklerdik biri bize tapınsın diye. Putlar hareket etmez bu dünyada, ya diğer dünyalarda hareket eden putlar hayal ettiysek sen de 25 bin yılda ben diyeyim 40 bin yılda ya da 25 yılda veya 40 yılda. Bu halden sonra aritmetik ve geometrik dizilimlerin kalanlarıyla mı uğraşacağız, ya hu; asal sayısı bile önemsiz iken her dünyada. İşlemi düşüncesinin, hareketi gönlün, gerçek aşkın tapınıcısı değil midir yüzünde o tebessüm ile.
Oysa tapıcı değildik ki biz, tapıcı olarak yetiştirildik ve niye yetiştirildik diye sorsak bile cevabını veremeyecek bir şeyler için tüm enerjimizi harcamamızın anlamında kaybolan bir anlamsız ve öz sevginin teknesinde yoğruluyoruz iyiler olarak. İstese de kötü olamıyoruz, ki kötülük nedir bilmiyoruz tarihte yetiştirenlere nazaran.
İster yavaş çekiminde fark edebilmek, isterse son hızında fark edilmek geçeni ne katıyorsa bize, biraz da durmak lazım çığlık çığlık vermerhaba.
Sadece ayaklarım neyse sırtım da üşüdü işte bu an. Sevmek lazım dostum, gerisi mi, salla gitsin, yaz gitsin ve gelsin gerçek avazları muhabbetlerin, sallandırsın tüm zihnimizi ve ezel ebet içimizdekini artık. Daha ne isteyebilirim ki dostlarımdan nihayetinde. İyi ki olanlara iyi ki dileklerimle her zamanda.