- 261 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Felsefi Öyküler
Evrenin Ruhu
Paracelsus der ki: “Her varlık türünün kendine özgü bir ruhu olsa da evrenin bir bütün olarak da ruhu vardır ve bu ruha vulcanus denir.” (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
Ne anladım Paracelsus’un bu sözünden: Ruh birdir zihin farklıdır. Evrensel olarak bir ruha sahibiz ama ancak zihnimizle paylaşıp zekâmızla ifade edebiliyoruz.
Akıl dağıtılırken neredeydin? Kalmadı bitti yardım erzakı.
Düşünüyordum?
Neyi düşünüyordun?
Yardım erzakını?
Düşünmeyeceksin erkenden gelip bekleyeceksin? Zihniyeti bozuk. Sen gibileri bilmiyor muyum? Yakıştıramıyorsunuz kendinize mideniz sinyal verince aklınız başına geliyor. O zaman ancak boynunuzu büküp geliyorsunuz. Baştan önce boyun eğseniz olmaz sanki?
Senin gibi?
Evet, benim gibi.
Ama ben senin gibi değilim ben işçiyim üreticiyim, işimi aldılar elimden. Yeni makineler aldılar ve birçoğumuzun işine son verdiler. Biz ne yapacağız şimdi? Oysa teknoloji demek adil paylaşım demek. Teknolojik kazanımı bile insanlıktan çalıyorlar. O yeni makine, kullandığım eski makinenin bir sonucu değil mi? Ben o eski makineyi kullanmasam çıktı raporumu tutmasam nasıl yeni makine gelişirdi. O yeni makine benim o eski makineyi kullanmam sonucu gelişti.
Git başımdan anarşist.
Hakkımızı arayınca anarşist oluyoruz.
Ben sana faşist demeyeceğim çünkü kavrama yazık.
Ruhun bir olduğu gibi hakta birdir. Zihniyet farklılığı adaletli paylaşımı sağlaması gerekirken zihniyetsizlik adaleti bozmaktadır. Zihniyeti olmayanın zekâsı nasıl gelişsin de ruh birliğine varsın. Yardıma muhtaç Zeki de zihniyet yerine zihniyetsiz davransa idi sabahın köründe o yardım dağıtılan yerde olurdu. Evrensel ruhundan yani hakkından vaz geçip zihniyetini devre dışı bırakıp zekâsını atlayıp kurnazlığının peşinden gidersin.
Evet, Zeki biraz ruhsal. Zihniyle evrensel olan ruhu hak eyleme peşinde. Adalete kavuşma umudunda. Zeki de dininde imanında beş vakit namazı tam olmasa da Cuma namazlarını kaçırmaz. Ve Cuma namazlarına geldiği için cami önündeki yardım dağıtımına geç kalsa da gelmiştir. Ruhunu edindiği yerde ruhsuz kalmıştır. Ama zihniyetsizlik etmemiştir. Aklı başında zekâsı yüreğinde bir adamdır. Yolunda uğurlar olsun Zeki gibi işçi ve mümin kardeşlere. Bizde zihniyet parçalayıp zekâmızı hiç etmeyelim ve Zeki gibi insanlarla insanlığımız dolsun, diyelim.
Duygu Algısı Üzerine
“Telesius’a göre doğruya ulaşmak için duyulara başvurmak kaçınılmazdır ve doğru bilgi duyu algısı üzerine kurulur.” (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
Telesius derki; duygularımızı yadsıyamayız. Doğru bilgi duyu algımız üzerine kuruludur, der. Mantık açısından doğru. Dış dünyayı içimizde oluşan duygularla algılıyorsak ve beş duyu organımız dış dünyayı algılamak üzere özelleştiyse duygularımızı hiçe sayamayız. Oto kontrolümüzü yitiririz. Peki, duygularımızı neyle kontrol ederiz? Tabi ki usumuzla. Her kesin aklı kendi duygularına göre bir kararda. Ancak usumuzu geliştirerek duygularımızı daha iyi kontrol edip doğru geri bildirimlerde bulunuruz. Misal korkarak kendimizi karşımızdaki varlığa teslim etmeyiz. Ya da aşırı özgüvenle davranıp tedirgin etmeyiz. Kafasını karıştırıp yanlış usta bulunarak ortamımızı bozmayız. Beş duyu algımızı bir akıl karara yok eder. Bir fikir belirlenerek bir düşünce oluşur. Tabi ki stratejik anlamda duygularımızı anladığımızın tersinde de geri bildirimde bulunabiliriz. Bu ortamın konu ifadesine göre değişebilir.
Soğuk savaş zamanı NASA da çalışan Steve arkadaşı Abel’e şu tümceleri kullanır: Uzay araştırmalarımızı karşılıklı gizli tutarak dünyanın iki kutuplu siyaset gütmesine sebep oluyoruz. Der. Ve devam eder: Evet, rekabet bizi kızıştırıp daha tutkulu çalışıyoruz ama dünya da bir evrende bir, ancak birlikte hareketle doğru ilerleriz.
Abel: Steve, düşüncelerine dikkat et konuşmaların seni karşı olduğumuz komünist düşüncesinde olduğuna yönelik ele veriyor. Bizim dünya birliğimiz gizil, demokrasi kavramı üzerine. Oysa Rusya komin bir düzen içinde açıkça işçi sınıfının birliği doğrultusunda bir birlikten yana. Ben komin bir düzende dünya birliğinin sağlanacağını düşünmüyorum. Ancak demokratik bir ortamda görece bir birlik sağlanır. Ve dediğin bu anlamda doğru. Görecede olsa bir hareket edersek uzay çalışmalarımız bizi doğru ve tek hedefe birleştirir. Şimdi biz uzay çalışmalarıyla aynı zamanda bir birimizi hedef almaktayız. Buna bende katılıyorum çok tehlikeli.
Steve: Beni anladığına çok sevindim. Dünyanın dışındaki sonsuz uzay boşluğunda ne var neler oluyor diye araştırmalarda bulunuyoruz ama bir birimizden ayrı duygular içinde ve ayrı düşünce uslarıyla araştırıyoruz. Farklı uslarda düşüncelerle araştırmak işin doğasına uygun ama bir gizildik içinde çalışmamız doğru değil. Her türlü çalışılan bilgi ve sonuç paylaşılmalıdır. Bilimsel yayınlar tüm dünya kamuoyuna açık olmalıdır. Açık etkileşim çok daha doğru olur ve bizi doğru hedefe yönlendirir. Her şeyi kendi aramızdaki toplantılarda tespit edemeyiz. Ancak dünya toplu durumda oluşacak bilgi akışıyla daha doğrusu duygu akışıyla kendi aramızdaki toplantılar daha verimli olacaktır.
Abel: Evet, dünya toplu durumdaki duygu akışına yönelik usumuzu yorarsak dünyanın genel usunu yakalayarak özel tasavvurlarda bulunabiliriz. Ama bunu nasıl sağlayacağız. İnsanların genel duyguları bizim uzay araştırmalarımıza ne gibi etkisi olabilir. Ancak süper kahramanlarımızın maceralarındaki bir yaklaşımları ediniriz. Ama seni anlıyorum. Biz sadece gizli davranmanızın bize karşı oluşturduğu perdeyi kaldırıp açık davranacağız. Açık yalın davranırsak dünya toplu durumunun görevdeşlik katmış olacağız. Şu anki durumda gizlilikle oluşan iki kutuplu dünyanın bölünmüş görevdeşliğini almış oluyoruz.
Steve: Canlı varlık olarak biz insanların duyguları canlı bünyemizi oluşturan hücre ve organlarımızın durumuyla alakalı. Bünyemizi oluşturan maddenin moleküler yapısı ve hatta element yapısında atomsal düzeni de dâhil olmak üzere bir geçişken bir usla alakalı. Oysa dışarıdaki bir taşın yapısını oluşturan element var oluşu sadece oluştuğu ile alakalı ve oluşumuna devam edip bozulması çok daha göreceli. Dış etkisi ancak dünyanın yer etkisiyle yine dünyanın oluşumuna dair bir usla açıklanabilir. Toprak bizim canlı bünyemiz gibi daha çok türlü, heterojen bir yapıda. Ve bitkilerin yeşerip bitmesine iyi bir zemin oluşturuyor. Bu bağlamdan bakarsak dünyanın oluşumunun bir devamıyız biz insanlarda. Bu yüzden ne kadar kendimizi kayırsak da dünya birliği adına varız.
Abel: Ve uzay çalışmalarımızla da evren birliği adına varız. Yalnız rekabet şart çünkü yekpare birliğimiz farklılığımızdan oluştuğu için canlı hareket devinimiz farklığımızın bir etkileşimine dayanıyor. İki kutuplu dünya parçalanıp bölünmeden ama tüm dünya farklılığının bir etkileşimi içinde hareketle çalışmalarımızı yürütmeliyiz. Tabi buda kapitalist dünyanın eşitsizliğine aykırı. Açık seçik bir etkileşimde zengin fakiri nasıl sömürecek. Daha açıkçası demokratik eşitlik isteyecek ve farklılık homojenleşecek. Demokratik mücadele zıt kutuplara ayrışmadan nasıl olacak. Kapitalist dünyayı bir alt düşüncenin hâkim olmasına olanak sağlamış olacağız. Şu an dünyanın genel olarak alt hâkim düşüncesi ülkemize yönelik bir eleştiri. Dünyayı da bir nevi bu alt düşünce yönetmiş oluyor. Ama biz üst düşünceleri savunuyoruz. Üst düşünceleri benimsetmiş oluyoruz.
Steve: O zamanda üst düşünceler yönetmiş olur ama alt düşünceleri savunup hedef etmemiz lazım. Üst düşüncenin eleştirisiyle yönetilen ülkelerde var. Genelde alt düşünceden oluşan siyasilerle yönetiliyor ama cumhuriyetlerini korumak için sürekli halka aydınlarla özellikle yüksek düşünen kesime baskı yapıyor. Cumhuriyetlerini sahiplenip koruma adına. Bahsettiğim ülkeye örnek ülke Türkiye. Duygular, ne kadar güvenli. Ancak ortak aklımızla, demokratik tavrımızla güvenli olur. Buda duygu sınırlarına yönelik askeri güç ve silah bulundurmayı göze almak demek olur. Bunu da ülkemiz göze alıyor ve dünya hegemonyası oluşturmuş oluyor. Sovyet Rusya ile mücadelemizde bu yönde. Abel, bizimde duygularımız bir birine geçip karıştı. Ve senin düşüncene varıp düşünceni açıklamaya yönelik bir oluşum içine girmiş oldum.
Abel: Bende öğle. Senin düşünceni benimseyip senin düşüncenle hareket eder oldum. İşte demokrasi böyle bir şey. Ve duygulara güven ancak ortak akılla oluşuyor. Felsefede duygulara dayanan deneysel akılla salt akla dayanan rasyonel akıl nasıl ayrışıyor anlamdım. Derken, duygularla bilgiye ulaşıyoruz ve bilgiye ulaşmak için duygu algımız önemli. Ancak dış dünyayla alakalı bütünsel duygularımızın algısına varmak içinde ortak aklımıza ihtiyaç var. Durup düşünmemizi sağlayan akıl ise dış duygulara yönelik bir kabullenip uyum sağlama durumu. Duyu algımızla topladığımız bilgiler ışığında bedenimizde oluşan gerilim ruhumuzda beliren sarsıntıları maksimize etmek için durup düşünmeye dış dünya ile iç dünyamızın o ince görünmeyen ama hissedilen sınırı aklımıza ihtiyacımız var. Aklımızın iki sınır var. Bir bizden tarafı içimiz diğeri de dıştan tarafı dışımız. Öncelikli olarak duygulanmamıza ihtiyacımız varsa sonuç olarak duygularımızı dış dünyanın durumuyla tartacak olan aklımıza ihtiyacımız var. Bütünsel bakmalıyız.
Steve: Evet katılıyorum sana Abel. Duygularımızla edindiğimiz bilgilerin kesinliğine varmak için deney yaparak belli ölçülere varmalıyız. Aklımızın güvenirliği içinde belli teorilere vardırarak tartıp açıklayan düşüncelere varmalıyız. Maddenin fiziksel durumuyla bizim canlı kimyasal durumuzu orantılarsak uzayda hareket kabiliyetimizi daha iyi geliştirebiliriz. Sonuç olarak gıda ürünlerimizle aldığımız madde doğadaki doğal durumundan çözümlenen maddelerdir. Devimimizi sağlamak için kalori alıyorsak bütünlük yapımızı onarıp korumak içinde protein alıyoruz. Dış dünyanın diğer yapısal özellikleriyle de bir uyum içinde barınmak içinde vitamin alıyoruz. Uzay çalışmalarımızda yaptığımız uzay roketleri ve uzay mekiklerinin bir taraftan yakıtını özelleştirirken bütünlüğünü hareketi içinde korumak ve tamir etmesi için yapay akıl sağlayarak robot sitemine geçmeliyiz. Uzayda ancak madde boyunda yol alırız. Dünyada gitmek istediğimiz gezegenlere köprü yapamayacağımız için belli bir kütledeki aracımızı devindirmemizi bir nevi takla attırmamızı düşünmeliyiz. Taklayı dışarıdan attıracağımıza içerden motor takmalıyız. Bir motor iki motor nereye kadar motor, değil mi? Ya hücresel motor ve bünyesel bağışıklık gibi ya da yine hücresel motorumuzu bir devindiren can oluşumuza yönelik bir tasavvurla bir yaklaşım geliştirmek. Bu basit olarak enerji diyebiliriz ama enerjiyi yalın olarak alacak bir akla ihtiyacımız var. Dünyada canlı var oluş aklımızı devindiren dünyanın oluşum hareketi özelinde hava olayımız ve su durumumuzdur. Ve hava olayımızı devreye sokanda soğuk sıcak dönüşümüdür. Suya sebep olanda havanın gaz halinin su bileşenine geçmesidir. Boş uzayda yol alabilmek için dünya oluşumuzun özelleşmiş bir yapıda inşa ederek ancak yol alabiliriz.
Abel: Telesius’un dediği gibi doğru bilgi duyu algısı üzerine korumalıyız. Burada doğru kelimesi aslında duyu algımızı içinde bulunduğumuz ortamda iç dünyamızla dış dünyamızı tartacak bir usa işaret ediyor. Duygularımız daha belirgin olurken duygularımızı karşılayıp tartacak us daha az belirgin olduğu için duygular daha çok öne çıkıyor. Ve biz duygularımızın güvenirliğini deneyle bulacağımız bir ölçüye bağlıyoruz. Ve bu ölçüde bir usa işaret etmiyor mu? Öncelikte sürecin aşamasına göre göreceli olduğuna göre öncelik ilkesi diye bir şey yok. Havaysan su için yağmalı su isen hava için buharlaşmalısın. ABD isen Sovyet Rusya’yı düşünmelisin. Sovyet Rusya isen ABD’yi düşünmelisin. Bizde düşündük.
Ben AÖF, Felsefe Bölümü öğrencisi olarak dersime çalıştım. Üyesi olduğum içerik paylaşma sitesi içinde öyküleştirip yazdım.
Tanrının Sonsuzluğu Üzerine
“Bruno’ya göre evren Tanrı’nın sonsuzluğunu sınırsız büyüklüğü içinde yansıtır. Tanrı doğallaştıran doğa, evren ise doğalaştırılmış doğadır.” (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
Doğamızda bir doğa var birde biz doğal canlı ve ya cansız varlıklar var. Doğa bizim doğallığımızı barındıran bir doğal yapıdır. Doğal yapı derken içsel bir durum dışarıdan bir yapı söz konusu olmayan yapı. Ama biz bir şekilde barınıp devineceğiz diye bu doğal doğayı yapılandırmışta oluyoruz. Sadece biz insanlar değil diğer hayvanlarda öğle. Bu doğal yapılandırma doğamızın evrensel anlamdaki bir gök cismi ve devinim hareketinden kaynaklı olmasıdır. Bizde uzaydan düşmedik. Uzaydan meteorlar düşse de biz dünyanın oluşumuna dair toprakta yeşerip biten bitkilerden ve otlayan hayvan ve avlanan hayvanlardan sonra insan var olan insanlarız. Bu dünyanın canlısı evrenin kaymağıyız. Sınırımızı belirleyen ise sonsuzluğumuzdur. Evrenin kalbi sonsuz atarken bizim kalbimiz sonlu atıyor. Ama evrenin sonsuzluğu gereği yok olmuyoruz bir evrime dâhiliz. Genel olarak evrensel anlamda bir yapı varsa bu yapının bir sorumlusu ve çokça olumlusu vardır. Tanrı ve tüm canlılar. Doğanın gücü doğalını var etmesinin yanında doğalıyla var olmasıdır.
Karınca ile filin durumu,
Karınca nicelik olarak ufak ama nitelik olarak çok daha kalabalık koloniye sahip. Filler ise daha az koloniye sahipken çok daha büyük cüsseye sahiptir. Burada denge filin bünyesel olarak çok daha nicelik barındırmasıdır. Niteliği budur. Karıncanın bünyesel niceliği az iken dışsal niceliği fazladır. Karıncalar yere düşen kırıntılarla beslenirken filler bitkilerin bütünselliği ile beslenir. Fillerin ağızlarından düşen kırıntıları gözetirler. Böyle bir gözlemle şu sonuç çıkar taş ve kayanın ufalanması doğrultusunda besin maddelerinin de bölünüp parçalanmasıdır. Ve doğanın bütünsel anlamda bir dişli yapıda devinmesidir. Yere düşen bitki olsun hayvan olsun yerde öylece kalmaz. Görece besin zinciri içinde parçalanıp yok olur. Yağı proteini toprağa geçer ve bitkilerin parçalanmasıyla başlayan besin zinciri bu sefer bitkilerin besin kaynağı olur. Doğa doğalına özelleşerek bütünlüğü sağaltmış olur.
Karınca ile fil bir birini düşünür mü? Bir birinin besin zinciri mi? Ya da dolaylı yoldan kaynağı mı? Yok. Yanlışlıkla bir birini ısıra bilirler. Fil kaşınırken karınca can vere bilir. Et oburlar arası sıra ot yerde ot oburlar yanlışlıkla da olsa etyemez mi? Misal fil yanlışlıkla karınca yediği otlarla birlikte atıştırmaz mı? Ya da bitkiyi otlarken üzerindeki biti de hiç ağzına kaçırmaz mı? Kaçıra bilir. Ot obur et obur ayrımı belki böyle başlamış olabilir. Çürümeyle kurtlanmanın yanında. Filde de karınca da bir birini duyumsar ve düşünür ama duygu algıları çok sınırlı kalır. Karınca giderken fil öteler. Gözü yere yakın olan karıncayiyen ise karıncaları yiyen türer. Ama biz insanlar daha meraklıyızdır. Midemizden çok hayatımıza ediniriz doğadaki her şeyi ve aklımıza yazarız. Bazen karıncalara dikkat edip basmamaya çalışırken fillerle karşılaşıp ezilmemeye bakarız. Biz insanlar doğanın bir doğalı olurken doğaya sahip çıkara da doğa yerine geçer ve doğal yapılandırma üzerinde yapay yapınma inşa ederiz. Tanrının sonsuzluğuna doğru düşüncesel adımlar atarız. Doğa doğallaşırken tanrının birer kulu olarak doğayı tanrının doğallaştırmasında etkin sorumluluk almış oluruz. Bazen de sorumsuzluğa düşe biliriz. Sorumsuzluk tanrının taktiri değil bizim doğayı kapsama bilincimizin yetmemesinden kaynaklanır. Tanrının buradaki takdiri genel anlamda doğayı yeterince önemseyip sahiplenemeyişimizle yapay yapılarımızda yetersizliğe sebep olmamızı öngörmemizedir. Tanrı müdahale etmez yaratıcılık sekteye uğrarsa farklı canlı veya olguyla doğa tamamlanarak doğallığını devam ettirir. Toplumda öğle örgütünü kurarak devletleşir. Devlet doğasını koruyamayarak doğallığını yitirirse bir başka ülkenin devleti müdahale eder. Müdahalesi özelse meşrutiyeti devam etmez. Ama dünya devletleri birliği içerirse bu dünyanın kendisine bir olgusudur. Ama diğer devletler zafiyeti içinde bulunan devletten kendi doğası için doğallığından yararlanıyorsa devletler bir dünya birliği göreceliğinde bir birini tamamlamış olur. Tanrının sonsuzluğu sınırlı biz ve devletlerimizin sonsuzluğu göreceli olarak sınırlı. Özü itibariyle devletler bir birine devlet olmuş olarak eşittir. Ama dünya birliğine yönelik sınırı daha dar potansiyeli daha düşüktür. Ama işlevi birdir. Fil de karıncada birer canlı hayvandır. Temel ne dersen file göre karınca derim. Karıncalar ve böcekler olmazsa otlar bir sağaltım içinde olup da ağaçların yetişmesine bir koşul sağlamazdı. Böcekler şimdi bize çok küçük nicelikte görünüyor ama böcekler amanın da belki de çok büyüktü. Genel olarak sürüngenler ve böcekler zamanı dinozorlar zamanıdır. Evrim ilerledikçe zaman geliştikçe nicelikler azalarak nitelikler çoğalıyor. Ve evrene ancak böyle sığıyoruz. Sonsuzluğun bir sona sığması gibi. Bir tohumda ve ya bir yoğunlaşıp çekirdek kalmış evrende sığdığı gibi.
“Copernicus Devrimi”
Copernicus, “Gök Cisimlerinin Devinimleri Üzerine” yapıtıyla; Hıristiyanlığın ve Aristoteles’in evren anlayışı tepe taklak etmiş, Hıristiyanlığın yer-merkezci (geosentrik) evren anlayışı yerine güneş-merkezci (heliosentrik) bir evren anlayışı önermiştir. (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
- Ahıra girer gibi ne giriyorsun?
- Pardon efendim ayının inine girer gibi girerim.
Yönetici görevinde olan amirlerimiz odalarında bir ayının ininde yatması gibidir. Saygıyla girip saygıyla çıkmamız lazımdır. Keza içlerinde bir ayı uyumaktadır. O ayı otoritedir. Büyük küçük tüm yönetici konundaki amirde bu vardır. Babacan olmaları uysal bir ayı olmalıdır. Uygarlık yöneticilerimizden önce uygarlığın başında doğada ayılar doğal ortamlarında gezerken ayılara dikkat etmeliydi. Özellikle din adamlarına. Ahıra giren adamlar bir birlerinin ortamlarına girerken doğal olarak ahıra girer gibi girerlerdi. Din adamlarıyla karşılaşınca da bir ayıyla karşılaşır gibi ürkek adımlarla korku derecesindeki saygıyla yaklaşırlardı. Tabi bu bir benzetme. Ama mantık açıklamasına uygun.
Yer merkezinin merkezi yerin merkezi çekirdeği olduğu gibi birer yer olan gezegenlerin merkezide güneş olmuş oluyor. Her gezegenin merkezinde görece ateş olduğuna göre bir sitemde tüm yeri olan gezegenlerde yalın çıplak güneş ateşine bağlıdırlar. Ama ayının önemli olduğu bir yerde ayının yer düzlemindeki davranışı belirler. Şu anki gök bilgisi ve gök biliminin ışığında yerin/dünyanın evrenin merkezi olduğu mantıksız olurken. Metafizik anlamda dünyanın evrenin merkezi olması da olanaklıdır. Ama benim düşüncem ayıya değil de kendi ayılığımdan ötürü kafama bakıyor? Evrenin merkezinde değilim ama evren enim merkezimde. Kanıtı da düşünüp bir fikir eyleyip eylemime geçebilmedir. Tıpkı evrenin başlangıçta büyük bir patlamayla başladığı gibi bende büyük bir beyin fırtınasıyla düşüncelerimi fikir eyleyip dünyamı yeniden tasarlayabiliyorum. Buna evrenin dâhil olmaması yine evrensel bağlamda evrime göre imkânsızdır. Evrenin evrimsel uzantısı biz canlılarızdır. Evrenin potansiyel bilgisi düşüncemizledir.
Ömür denen şey aslında niteliğimizi belirleyip kütlemizi oluşturan niceliğimizin çekirdek yapımız etrafında dönmesidir. Dönerken görece kendi kütlesinin korumun da kendi etrafında dönerek bağlı olduğu sistem dâhilindeki çekirdek merkezine doğru dönmesidir. Yine uzay bilimi içinde galaksiler elips bir biçimde kendi içine doğru bir akma hareketi içindeyse aslında ışık bize akmıyor biz ışıkla birlikte bağlı olduğumuz merkeze güneşe akıyoruz. Varlığımızı dünyamızın merkezindeki yer çekirdeğimiz koruyor. Ve dünya bu ataletiyle bir ömür sağlarken üzerinde yeşerip biten dolaşan hayvan ve düşünen insanlar olarak da bir ömre tabi dünya hayatını yaşıyoruz. Tabi ki evrenin evrensel olarak evrim potansiyeli dolayısıyla. Zamanın din adamlarının güneş merkezli dünyaya karşı çıkmaları evrime karşı çıkmalarıdır. Din ile bir inanç tutup bilgi sağlandı mı o bilgi insan aklında kitapta durduğu gibi durmaz. Bilgi insan aklıyla bilimine doğru gelişir. Olmadık teoriler üreterek canlı varlığın her türlü hayatı deneylediği gibi bilgide her kavramı deneyerek ideal teorileri oluşturup evrensel yasasına varacaktır. Enerji yok olmaz. Din adamları ne kadar milleti kendine bağlı kul eğlese de bir gün gelir sistemleri yeni bir sisteme patlar. Ayılıkları biter. Evrenin oluşumunda büyük patlama varsa her gök cisminin merkezinde de görece aynı merkez vardır. Evren bir nevi çoklu merkezdir. Evrenin bu çoklu merkezi insanın kafasında düşünme potansiyelinde tektir. Yeter ki o insan düşüncesiyle tüm evreni kapsasın ve bilgisini edinmiş bilimini ifade etmiş olsun.
Bir insanı alır görece toplumunun içine korsun. O insan düşünce yeteneği ve bedensel devinimiyle o toplumun merkezi olur ve yeryüzünde bir devindirerek taşır. Ama görev sorumluluğu merkez paylaş mı gibi dağılmıştır. Üst kademe toplanması bir güneş sitemi gibi hareket eder. Güneş neredeyse toplanma o güneşe göre hareket eder. Güneş gözükmez kendisine ulaşılmazsa ona bağlı görece yetki merkezi sorumluluğu almış olarak ona tabi olunur. Yalnızken her insanın merkezi kendisidir. Düşünme kapasitesiyle yeryüzünde yayılarak dolaşır. Birkaç insan bir aradaysa mutlaka merkez sorumluluğu paylaşılır. Problem çıktığında bir kurala dâhil olarak bilgi akışı sağlanır. Bilgi akışını karşılamayarak ideal bilimi yani kontrolü sağlayamayan merkez görevinden alınarak yerine bir başkası atanmış olur. Merkez görevden alınan şimdi bir cücedir. Devdi şimdi bir cücedir. Cücelerde hemen yok olmaz ölene kadar toplumun akil adamlığını sürdürür. Gelişen teknoloji içinde merkez yönetim düşünce kapasitesinde olana doğru everilmektedir. Bedensel yapısı ikinci sıraya düşmektedir. Konuşma ve topluma bütünlüğü ifade etme yetisine bakılmaktadır. Devletin gelenek ve göreneği içinde dünya merkezinde yönetici bulunurken evren merkezinde resmi olmayan birisi olabilir. Bu evren merkezini zamanında din adamları ve evliyalar taşıyordu. Şimdi halk yönetiminde genelde saf bireyin davranışları çerçevesinde ilim bilim ve ya meslek erbabı kişiler çevrelemekte ve görece doğal bir sistem belirleyerek yönetimsel merkeze yön vermektedir. Güneş merkezli dünyaya karşı çıkan zamanın din adamları evren yani manevi merkezi yanında dünya yani maddi merkezi bırakmak istemelerinden kaynaklanmıştır.
Şimdiki eğitim sitemine bakarsan pek değişen bir şey yoktur. Din adamlarının otoritesini bilim adamları almıştır. Ezberlemeden ve beli bilim adamlarını zikretmeden doğaçlama yapılan bir makaleyi kabul etmiyorlar. Felsefeyi sıradan insan yine yapamıyor. Yapsa da cahilliğin içine dâhil ediliyor. Ezberle geç. Tamam, zamanında ezberlenir de şimdi tarihten bu yana bir sürü bilim adamını zikredip ifadelerinin farklılığında olman gerekli. Ezberlediğinde merkez yapın kabuk bağlıyor. Zamanla tortulaşıp düşünce boşluğun esnekliğini yitiriyorsun. Öğretim görevlileri geçmişe dair bilim adamlarını zikredip ifadelerini alıntılayıp eserlerini kaleme alıyorlar ama yeni bir felsefe değil eski felsefeyi değerlendirme farkında ifadelerine ulaşmış oluyorlar.
- İne bolu savaşını anlat?
- Konuyu okudum. Bitti. Bir nevi yemeği yedim bitti. Şimdi siz bana anladığın kadarıyla yemeği tekrar yap diyorsun ve ben tadına bakacağım diyorsun oldu mu olmadı mı diye. Ben nasıl yaparım istediğiniz yemeği. Ezberim yok. Ancak kitap gibi baştan başlarım. Başlarım ama ben kitabı yazan profesörler gibi yetkin değilim. Özgüvenimin gelişmesine böyle ani darbe vurduğunuzdan anladığı da ifade edemez oldum. Eğitim sistemimiz yanlış. Zamanında test çıkartınız şimdi anlatmama olanak bulamıyorum. İşte bu internet sitelerinde görece anlatmaya çalışıyorum ve büyük patlamamı dışarı vurarak düşünce boşluğumu koruyorum. Saygılarımla. Hocam.
“Copernicus Devrimi” ancak her öğrencinin öğretim düzenine eleştirisiyle mümkündür.
- Peki, öğrenci ölçme sınavı için ne yapalım?
- Sına ilk başladığında hikâyesini bir tanışma ortamında alın ve ders gördükçe yeniden anlatmasına yönelik geliştirmesine not verin. Hikâyesini geliştirmesine göre mesleki yola yönlendirin.
Kepler Yasaları
“Kepler Yasaları: 1. Gezegenlerin yörüngeleri eliptiktir. 2. Her gezegen güneş çevresinde çizdiği yörüngede eş zamanda eş uzunluğu geride bırakır. 3. Gezegenlerin dönüş zamanının karesi, gezegenin güneşten ortalama uzaklığının küpüyle orantılıdır.“ (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
İki ayağının üzerine doğrulup yürüyen insan hikâyeme göre Kepler yasasından ne çıkartırım? Evrenle bir yürüdüğümüzü çıkartırım. Ve Kepler yasasının matematiksel açıklamasına parmak izimi gösteririm. Evrende yürümem aslında büyümemle alakalıdır. Güneş sisteminin de gezegenlerin güneşe konumunda parmak izim gibi sabit bir karakteristik izi vardır. Bir dünyalı olarak dünyamdan çok bir farkım yok. Enim ve boyum dairesel orantıda değil gibi ama yatağımda oturduğum yerde karnıma çekilir, tam olmasa da dairesel dönerim. Köyde şehirde nerede yaşarsam yaşayayım hayata bakış düşüncemizle bir galaksi gibi uğrak merkezimize akar ve geri çekiliriz. Misal çarşıya akışımız sağdan soldan şehrin çevresel yapısına göre elips şeklinde akarız. Yollarımız çoğu zaman direk olarak uğrak merkezimize çıkmaz, ızgara biçimde standart değildir. Uzaydan bakarsak zamanı yakınlaştırırsak gidiş ve gelişimiz birleşik bir yapı gibi gözükecektir. Sürüden ayrılan bir koyun gibi davranışlarımız nadirdir. Derken, tatil durumlarında bir toz bulutu gibi dağıldığımız durumlarda var. Yani kafamızı uzaya diktiğimizde gördüğümüzden farklı değiliz. Bir cisme yakınlaşırsak dünyamız gibi bir gezegen ya da doğadaki taş kayalar gibi bir meteora denk geliriz. Uzayda canlı var mı? Biz varsak var. Biz kendimizden başka bir yere bakabilirsek bizden başka ve farklı canlı olup olmadığını düşünebiliriz. Uzaya baksak da kendimizden bakıyoruz. Bir canlı olarak evrenin yoğunluğundan seyreldiği durumlara bakıp gözlem yapıyoruz. Uzaya bakarken kendi oluşum içimize baktığımızı düşünüyorum. Çıplak gözümüzle bakarken etimizle bakıyoruz ve ya teleskopla bakarsak da etimizden eşyamıza bakarak bakıyoruzdur. Yalın saf ancak maddesi düşünce gücümüzle bakarız ki yine düşüncemizi belirleyende yaşadığımız maddesel evrenin maddesel çözülümünden bir edimle düşünerek bakmış oluyoruz. Yani kendimizden öteye gitmemiz pek mantıklı değil. Kendimizle ancak yaşadığımız dünyayı ve evreni gözlemler ve deneyimleriz. Sonuç yine kendimize döner ve yine kendimizle düşünmeye devam ederiz. Uzayın derinliklerinde bulup karşılaşacağımız her şey kendimizle alakalı olurken bizi şaşırtan bir adım ötesi düşlediğimizin gerçekleşmesine yönelik hayretimiz olacaktır. Önce hayal eder sonra bir düşle hayal ettiğimiz şeyin gerçekleştiğine düşeriz. Hayal ettiğimiz ve gittiğimiz tatiller hep böyledir. Şaşırırız ya sevincimizle ya karamsarlığımızla ve yazınsal hayallerimizde öğle. Sanatsal bakışımız işte uzaysal öngörümüz ve çalışmalarımızda böyledir. Daha şaşırtıcı olan ufak bir buluşumuzu ve şaşırmamızı topluma aktararak büyütmemizdir.
Sayılar ve matematiksel ölçümlere kanıtım evrenle bir bütün olduğumuz ve bir bütün hareket ettiğimizdir. Hareketimiz ne kadar hızlı olursa olsun bir ışık hızı içinde sınırlıdır. Ancak kütlesel kabiliyetimizi ortaya kor. Evrenin bütünsel hızı, gelişmesi hepimizi bağlar. İçsel hız ve gelişmemizi orantılanmış olur. Vücudumuzdaki ağrıda öğledir. Ya çok yavaş kaldığında ya çok hızlı hareket ettiğinde hissetmiş olabiliriz. Dolaşım sisteminin normal olan bir hızı vardır elbet. Bağışıklık sistemimiz kontrol eder sağlığımız dengelenir. Evrende hiçbir cisim bir birinden bir şey çalamaz. Kaosa sebep olur ve gök cisimlerin çarpışma olasılığı içinde meteorlar görece gök cisimleri üzerine yağar. Her sistem kendini buna göre yeniden düzenleyerek evren dengesini korur. Evren salt tek değildir. Maddenin boyutları doğrultusunda iç içe geçmiş evrenler olduğunu düşünerek evren potansiyel kopyasını canlı varlıklarla yatığını düşünüyorum. Bu yaklaşımımla her canlı evrenine sahip olarak evrenin milyarlarca kopyası vardır. Diyorum. Evrenin, evrenler doğumu dünyamız olduğunu düşünüyorum. Bu benim yazdığım yazım gördüğüm ve yaşadığımdan ziyade okuduğum ve düşündüğüme dair deneme hikâyemdir. Everene evrensel boyutta evrimsel bakarsak tek düze bir sistem olduğuna mutabık kalamayız. Evrenin başka bir yerinde kendi canlılığımızdan hareketle canlı varlık arıyorsak evrenin iç içe evrenlerden dâhil olarak kendini ürettiğini düşüne biliriz. Ve biz canlılar evrenin bilgisine dâhiliz ki karbon kopyalanıp çoğalıyoruz. Evrenin yaşayan canlılarının hem yaşam hem ölüm mezarlığı dünya. Biz dışımızdan evrenin içine baktığımızı düşünerek ancak kendimize biteriz bir bitki gibi ya da kendimize doğarız bir hayvan gibi. Ve insan gibi vara biliriz yine kendimize. Tarihsel ve sanatsal gelişmemize bakarsak böylede oluyor. Canlı olarak bizler evrenin ters yüz olmasıyla var oluyoruz. Kendimizi ters yüz ederek evrende kendi başlangıcımızın ötesinde canlı var mı yok mu diye sorgulayabiliriz.
Bir mesafeyi nasıl kopyalayabiliriz. Karesiyle. Peki, dönüşümünü nasıl sağlarız küpüyle. Evden çıktım işe gidiyorum. Evimle iş yerim arasındaki mesafeyi dönüşümde kopyalamış oluyorum. Hep böyle mi? Hayır bazen evimin çevresinden işimin çevresini de dolaşmış olarak gidip geliyorum. Küpümle dönüşüm sağlıyorum. İşimde bir sistem evimde bir sistem dâhilinde ve sistemler arası devinimim galaksi devimini mi gibidir. Peki, evren devinimim nasıl? Evrimle alakalı. Mutasyona uğramakla alakalı. Yapısal sistemlerimiz gibi düşünce sistemlerimizde var. Misal dinler arası bir galaksisel etkileşim sonucu bir bilimsel yaklaşıma geçebilirim. Misal Hz. Muhammet’e yaşadığı zamandaki baktığımız gibi şimdiki bakmamız. Bize bakan ilk kişi annemiz ikinci kişi babamız üçüncü kişiler akrabalarımız vs. bir millet baksa ve diğer milletlerle bir nişanlık baksa bu kadar üne nasıl dayanır bir insan. Ancak üstlendiği görev sorumluluğu ile ancak dayanır. O kendinden çıkmış ve insanlığa dair bir örnek insan olmuştur. Keza Atatürk gibi de. Ünlü bilim, sanat ve devlet adamlarımız evren devimimizle alakalıdır. Ünlenmemekte her okur okuduklarıyla kendini dönüştürüyorsa bu da evrensel boyutta bir devinim gerçekleşir. Önceki o değildir artık sonraki odur. Kendini dönüştürdüğü gibi hayatını da dönüştürür. Ünsüz ünlüler gerçek evren gerçekleridir. Sorumluluk almadan sorumluluk sahipleridir. Ünlü ünsüz her kişi zamanına örnek bir kişidir. Kendini evren devinimde dönüştürür ve dünya hayatına devam ettirir. Ama ünlü kişiler evrensel boyuta çok insan tarafından tanındığı için şeklen davranışları kopyalanmış olur. Ama saf yalın davranışları en azında kamuoyuna açık olamaz. Kişisel olarak kamu kişiliğinden ayrılır. Bir uyumsuzluk düşünüldüğünde ünü iyiden kötüye ve ya kötüden iyiye değişir.
Doğa matematik dille yazılmış bir kitaptır
Galileo’ya göre, “Doğa matematik dille yazılmış bir kitaptır.” (AÖF, Modern Felsefe I, 2. Ünite - Rönesansta Felsefe-Bilim ve İlk Modern Düşünürler: Bacon ve Descartes)
Ateş ateştir. Ha görmediğimiz yerin çekirdeğinde ha görüp baktığımız güneşte. Ve bilip yaktığımız ateşte. Aynı ateş ve görece yanan şeylerde aynı. Aslına bakarsan yanan şeyler geçen şeyler geride bıraktığı izi de is ve küldür. Giden şeyin yol aldığı şeyde dumandır. Yaşadığımız doğal ve düşünce ve de hayal kurunca ayrıca gizemli gelende budur. Dünyamızdaki yanar dağlar patlarken ateş saçarken güneş yüzeyindeki patlamalar karanlık saçıyor. Köz saçıyor. Belki de merkezindeki demir eriği yüzeyine çıkıyor. Ama bir nevi güneşin yüzeyi dünyanın magması gibi. Biz dünyamızdan uzaya bakarken aynı zamanda yer ateşimize bakıyor olabilir miyiz? Zaman açısından bakarsak belki dünyamızın eski ateş haline bakıyoruzdur. Güneşe bakarken. Fizik açısından bakarsak mümkün değil gibi açıklanamaz. Metafizik yönden açıklamaya çalışırsak dünyanın ve ötesinde kendi içimize bakıyoruzdur. Yakın olarak yer ateşimizi güneş görüyoruzdur. Ve diğer gezegenleri de soğuma hallerimiz olarak görüyoruzdur. Bu bağlamda zaman geçmiş ve gelecek birdir. Peki, biz nasıl farklı bir zamanı algılıyor ve yaşıyoruz. Geçmişimize akıp geleceğimizi öngörüyoruz. Duyularımızın bir değil beş olması bizi yanıltıyor ve yaşamamıza olanak sağlıyor olabilir. Filmimizi gün ve gün çekseler biz seyretsek nasıl büyüdüğümüzü ve geliştiğimizi hayal kurup anımsamaktan daha iyi anlarız. Filmimiz nasıl oluyor yaşadığımız zamansal an ve durumsal farklılığımız belirleyip izleyerek. Belirten izini film denen maddesel malzemeye basıp kaydetmekle. Oysa ışıkla bütünsel olarak filmimiz an ve an güneşe kaydediliyor. Ki biz radyo dalgalarıyla sesimizi kaydedip filmimizi de kaydediyoruz. Özü itibariyle gelecekten geçmişe akıyor geçmişten geleceğe yansıyoruz.
Film izlerken biz karanlıkta otururken film beyaz perdeye yansırken tersini düşünebiliriz mi? Beyaz perdeden çözülen renkler ışık kaynağına giriyor. Enerji kaynağını veren değil de çeken olarak düşüne bilir miyiz? Kaynağa elektronlar akıyor olarak. Burada kaynağın özelliği söz konusu. Kaynak nedir ışık sunan bir madde geçiş materyali. Işık filme vurarak beyaz perdeye yansıyor. İlke olarak ışık bir iletişim aracımız. İletişimde buluna bilmek için ışık kaynağını gören maddesel bir obje olmalıdır. Işık kaynağı beyaz perdedeki yalın saf olarak alacaktır film üzerine gelince filmdeki renk tonlarına çarpınca film izini beyaz perdede belirtecektir. Film izlerken makinistin makinesinden yansıyan ışığı görürüz ve ışık yansıyor gibi algılarız. Algılamanın ötesinde ışığın önüne geçersek ışığın beyaz perdeyle olan iletişimini keseriz ve bizim gölgemiz beyaz perdede belirir. Fiziksel olarak gerçek olan bir şeyi bildiğimizin aksine tersten de açıkla biliriz olduğumu görüyorum. Gerçek olan şeyde ileti ve geri bildirim anlık ve belki de bu yüzden bize gerçek geliyor. Geçmiş olan gerçek iletişimizi film ve fotoğraf gibi belgelerle kanıtlaya biliriz. Bizim evrende filmimizi çekende karadelik olabilir. Güneşte bir karadeliğe dönüşecekse ve evrende zaman birse bize göre göreceli geliyorsa ve ya karadeliğe yakınsak henüz içinden geçmemişsek yani karadelik olmamışsak çevresel ışığını bir dairesel olarak görerek şu anki algımızla güneş olarak betimleyeceğiz. Güneşteki kara lekelerde film izlerken olduğu gibi güneşin önünden geçen ya da karadeliğe düşen cisimler olduğunadır. Güneş bizim bütünsel filmimizi çekerken aynı zamanda görselimizde boyutsal olarak gerçeklik sunuyor. Biz var oluşumuzla maddesel olarak yaratılıp yaşlanıp geçiyoruz. Ayak izimizden sonra toprak izimiz kalıyor. Zenginleşen toprak neslimizi yine fışkırıyor. Evrimimiz bir nevi evrensel filmimiz.
Algıladığımız şeylerin içine girip bilinçli olarak gözlemlersek gözlemsel deney gerçekleştirmiş oluyoruz. Gözlem sırasında düş ve hayallerimizi önüne geçerek temizlemiş oluyoruz. Kanımızı alıp mikroskopla incelesek kan akışımızdaki akışkanlığı ve akan madde çözümlerini inceleriz. Gözlemlediğimiz olayın içinde de bir mikroskop ve ya bir teles kop gibi kendimizi bir ölçü disipline ederek incelemiş oluyoruz. Oysaki maddesel olarak mercek daha keskin bir ölçü birimi cihazı olmuş olur. Sonuç olarak inceleyen yine canlı bir varlık insan olacağı için bakandan bakana gözlem niteliği değişebilir. Ölçmek matematiksel bir olguysa doğayı ölçen bütünsel bakış açısı nedir? Tabi ki güneştir. Gündüzün güneşe yani kaynağa doğru geldiğimizde bizi karadeliğine çekip kaydedecektir. Kayıt sırasında sadece görsel vücudumuz değil tüm vücut bünyemiz kaynağa doğru akarak kaydını verecektir. Gece ise kaynağa akışımızı frenlemiş olarak ve canlı bünyemizi devam ettirme babında yeniden düzenlenip onarılma aşamasında uyumuş olacağızdır. Yoksa kaynağa direnç gösteremeyiz. Ölürüz ve bünyemizdeki özelleşmiş mikroplar kaydını geçirmek üzere devreye girmiş olacaktır. Toprağa gömdüğümüz cesetlerin kaynak geçişi daha yavaş olacağından hastalık yayma hızından düşecektir. Bir de kireçlersek bulaşıcı mikropların geçişi kırılmış olacaktır.
Şu anda tıkandığım nokta maddeyi açıklamaktır. Maddenin geçiş halleri hava su ve katı derken ateş hızlı geçiştir. Yerde maddenin geçiş kaynağını yaratmış olmaktır. İki maddenin bir birine sürtünmesinde yanma özelliğine uygun olan yanacaktır. Sürtünme maddenin yüzeyinde hızlı bir geçiş sağlayacağından ısınacak ve yanma aşamasına gelince de yanacaktır. Var olup yaşadığımız şey madde ise madde nedir? Galileo’ya göre, “Doğa matematik dille yazılmış bir kitaptır.” Diyorsa doğada maddenin bir bütünsel tasviriyse madde adından hareketle bir ve birçok maddedir ve maddelemeyi ancak sayılarla açıklayabiliriz. Elle tutulur gerçekliği ise kaynakla olan geri bildiriminin zamansal görülebilmesidir. Şimdi karşımdaki ağaca bakıp bu ağaçtan ahşap masa ve sandalye çıkarta bilirim. Ağaçkakan ağacı oyarak ev yaparken ben kesip biçerek ev yapıp barına bilirim. Dolasıyla bende maddeselim. Isı kaynağım güneş ve soğuk kaynağım yer ve başka kaynaksız oluşum. Gece gözlemlediğim yıldızlara yakın olsaydım şimdi bir tarafım aydınlıkken diğer tarafım karanlıkken her tarafım aydınlık olurdu ve ben patlardım. Patlamak belki de birden fazla kaynakların etkisi altına girmekledir. Tüm kaynak bir yoğun çekirdek içinde sönümlendiğinde ise tüm kaynağın o son haddesine birleştiği anda ise büyük patlama. Evrenin hikâyesini yazmak ne güzel. Daha doğrusu evrene bakıp düşünme ve doğanın kitaplığını okurken ki hikâyemi.
Kalbim kan pompalayıp kirli kan topluyorsa karaciğerim çökeltip böbreklerim süzüyorsa bu tüm olan biteni beynim sinir dolaşımımla kaydedip geri bildirim sunuyorsa ve bu anlı ise bir zamansal bünyemle varım demektir. Gerçeğim demektir. Henüz ölmedim yaşıyorum demektir. Uzayda karadelikler varsa ve güneşimiz bir karadelik dönüşümü içindeyse ve içindeysek benim bünyemdeki karadeliğimde iştahıma sebep olan açlığımdır. Madde geçiş durum ve hızım canımdır. Ne yersem öğütürüm. Makinem ne madde varsa o da öğütür. Top yekûn karadelik yolcusuyuz. Yazıp çıktısını aldığım yazının kâğıttaki görümü silikleşe bilir kopyasıdır aslının. Ama yazdığım yazının yeniden çıktısını alırsam yazıcının mürekkep durumuna göre daha orijinaldir. Makineden geçen yazı çıktılarım böyle. El ile yazıp çizdiğim çıktılarım ise daha orijinal ama bir karaktere sahip olsa çok güzel ve yakışıklı olmaz. Bulup icat ettiğim yazı harf ve sembollerine göre. Bizde karakteristik hayvanlarız robotlarımız daha düzgün olabilir. Tabi matematiği bilip formüllerince daha kusursuz eşya üretebiliriz. Daha düzgün ama canlı değil. Mekanik bir geçiş. Maddenin dünya yüzeyindeki ateş tasviri neticesinde. Toprak su ve havayla görece daha zamansal ve o kadarda evrimsel olan canlı geçişimizle dünyanın yer damarları madenleri sömürüp çıkartıp işleyerek görece daha kısa zamanda yapılar yapıp eşyalar ediyoruz. Ve alet ede vatlarımızla eşya evrimimiz teknolojisini bularak sanal karadeliğinden geçme hızını arttırmış olarak cihazlara dönüşüyor. Cihazlarımızda matematiksel devinim yükleyerek kendini kendiyle devindirmiş oluyor. Yapay zekâmız bir matematiksel formüllerimize dayanmaktadır. Akıl ise devre teması potansiyelidir. Temas faktörlerini de fonksiyonel olarak formüle edip yüklediğimizde ise devinimi dışsal olarak nereye temas ederse o yerin özelliğine göre devinim devamlılığı o şeye göre belirlemiş olacaktır. Önemli olan burada düşünme yetisi kazandırmaktır. O da düşünme potansiyeli kazandıran formüllerimizdir. Maddesel bulmacalarımızdır. Sanırım Galileo iletişim geri bildirimizi hikâyemse yer yer metafizik olarak belirledik. Matematikçilerde formüllerini geliştirir artık.