- 359 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Karnından Ekmekli
Karnından Ekmekli
Bir rüya gördüğünü düşündü sanki. Mahmur gözlerle sağa sola bakarken karabasan yorgunu gibiydi. Biraz da terlemiş olmalıydı. Aklını dünkü iplik düğümlerini sayma işinde bırakmıştı. Ninesi, "sen artık büyüdün. Sayı saymayı da öğrendin. Çobanlara verdiğimiz azık kaç gün olmuş, kendir ipine atmış olduğum düğümleri bir sayda bilelim" demişti. Düğümleri hem üstten hem de alttan saymıştı da aynı sayıyı tutturamamıştı. Bundan kelli sayıyı doğru sayamamanın korkusu ve dahi karabasanı olmalıydı belki de bu yaşadıkları. Öğretmenlerin, çobanların ve büyük annesinin olduğu karman çorman bir rüyaydı yaşadığı. Dedesinin de kızarak uyandırması, dışarısı öğlen oldu türünden birçok kızgınlık cümleleri anlık da olsa bir kâbus göstergesi olmalıydı belki de.
Dede bu, her bişeyi bilir ve zaman zaman kızar demişlerdi de yüreğini bir ferahlık gelmişti. Ama bu küçük hayatında kavrayamadığı çok büyük başka dünyalar vardı. Dedesinin anlattığı mesellerin sonunda "su göründü teyemmüm bozuldu" sözünden de hiç bir şey anlamamıştı mesela. Annesine ne olduğunu sorunca, "deyim oğlum deyim" cevabını almıştı da deyim ne demek anne? Demeye cesaret edememişti bir türlü. Ninenin, "el kadar sabiyi, şafağın erkeninde niye uyandırıyorsun?" Sorusuna dedenin, "fare sidiğinin deniz suyuna faydası olur hanım" Cevabı ne anlama geliyordu? Sabah sabah kafası karışmıştı Sadık’ın. Sidik kelimesini duyunca yüzünde bir gülümseme hali belirivermişti yine de. Bu gün büyük gündü Sadık için nede olsa. Çobanlar için pazardan gelecek olan sucuk lokumun ucundan, kenarından nasiplenecekti. Böyle yiyeceklerde, çocuğun göz izi düşmesin diye veriyorlarmış sonradan öğrendiğine göre. Hatta bir ara şeker sucuklarının hatırına "büyüyünce çoban olacağım" diye tutturmuştu da annesinin azarıyla bu sözleri bırakıvermişti sonraları.
Nine ve Ayşe Gelin’in hazırladığı bir kazan bulamaç çorbasının yanında hep bir tava sütte bulunurdu. Erken kalkılan yaz günlerinin hazır yemekleriydi bunlar. Geç kalkılan günlerin omaçlı, yumurtalı ve çaylı günleri de yok değildi hani. Kış ve geçiş mevsimlerine mahsus ayrıcalıklardı bunlar. Her sabah her sabah "Hayattan kam alamadım hiç bir zaman" diyen annesinin neden bu kadar mutsuz olduğunun cevabını bilmiyordu. “Kam” neydi? Acaba "Çalışmaktan imanımız gevredi" diyen babasının gevremesinde miydi sorun. Bunlarla beraber her sabah iş bölümü yapan dedenin konuşmasının sonunda, "biz işimizi yapalım, taşlar yuvarlanıp çeğile düşecektir elbet" demesinde ki tevekkül hali hiç yoktu Ayşe gelinde. Dede’nin güçten kuvvetten düştüğünden dem vurarak; "Hüsmen ağa tohumdan düştü, hiç bir devlet adamı, Hüsmen Ağaya güvenip te yeni bir cephe açmasın" diyordu gülerek çevresindekilere. Üzgün olduğunda da tütününü yakar ve ilk çekişte efkârlanıp "içimiz insan mezarlığına döndü" derdi. Hüsmen Ağa kimdi? Tohum bildiği buğdayın, arpanın, fiğin ekilecek taneleriydi. Ama ne denmek istediğini çözememişti. Nine, bir bostana gidecek, gelin yunakta tokaçta ve ev arasında mekik dokuyacak, dede ve oğul zamanına göre samanda, harmanda veya başka bir işte olacaktı. Sadık’ta çobanlıkta.
Büyük Anne Zeliha lafı biraz fazla uzattı mı, "laf rençperligi yapma hanım" der ve nine, azar yemiş gibi susardı. Ve kelimeleri dişlerinin arasında ezerek mırıldanırdı. Bu halde dede, ayrı bir alaflanır, kızgınlığı katmerlenirdi. Bu kadar aksi adamla nasıl yaşadığını soranlara karşılık, "kaç mevta kaldırdı benim yüreğim, hodbin herif ne ki" derdi. Genç kızlığından beri omuzlarında hep ağırlık biriktirmiş biriydi zaten. Nine ne yapsındı. Dedenin öfke değirmeninin suyu her zaman gür akmaktaydı. Zaman zaman Sadık’ın dedesine neden bu kadar sinirli olduğu sorulduğunda şu cevap alınırdı. Söze ilk olarak, eski çalışmalarından, güçlü olduğu yıllarından bahsederdi. Şimdilerde "kıratta hüner çokta bende derman kalmadı oğul" derdi. Orta da kırat da yoktu da… Alet ve edevat olarak, evin en ihtiyarı Şerif Dede’nin bir çift öküzü, kağnısı ve öküzlerin sabanı ve koşum takımları vardı sadece. Dedesine, kırat alalım mı diye ısrarlı sormalarında "evlat kocadım, atın peşinden koşamam" derdi. Dede’nin askerde öğrendiği kadarıyla okuması yazması vardı. Okuması kıt olsa da eskilerden devşirdiği çok sütlü nakilleri vardı. Gün görmüşlüğü ve zoraki de olsa saygı duyanları vardı yine de. Sadık’ın annesinin, “çoban olmayacaksın” kızmalarına rağmen, kendini bildi bileli bir kaç tane kuzu da olsa otlatmaktaydı. Sadık, çobanlığa iyiden iyiye ısınmıştı böylelikle. Bunu gören dedesi, kendi çocukluğunu yüzüne getiren bir gülüşle, bu sene öküzlerime çoban buldum diye sağda solda övünmeye başlamıştı bile.
Cuma gününün şafağında çorba ve süt içilmiş, öncesinde sabah namazı büyükler tarafından kılınmıştı ve erkenden dedenin mutad her hafta yaptığı banyo kazanı kurulmuştu avluya. Sabahın ilk ve yeni görev bilinciyle kalkan Sadık’ın önüne biri yaşça daha büyük sarı öküz, diğeri de genç ve sürekli hareketli, yaramazlık da yapan siyaha çalan rengiyle kara öküzdü. Bir binek kayası yardımıyla eşeğine binip eline nodullu değneğini alan ve sırtına azığını dolayan Sadık’ın nevalesinde yufka içine dürülü taze çökelek ve bir parça da yeşil soğan vardı. Aşına katık edeceği sop soğuk suyu gideceği ormanlık alanda onu bekliyordu. Azığı belde sarılı gören nine "karnından ekmekli" deyiverdi. Git karnından ekmekli gel karnından ekmekli lakap olup sırtına yapışmıştı sonraları. Her ne kadar gelin anne bu durumdan pek memnun olmasa da bir yârenliğe de yol açtığından olsa gerek o da alışmıştı bu duruma.
Köyün çevresinde, hayvanların otlatıldığı meralar vardı elbet. Hapan Gediği, Aşağı Köy, Boz Hüyük, Nallıhan, Sığır Kuyruğu daha bilmem nereleri... Bu gün gidiş istikameti Sığır Kuyruğu’naydı. Tarla sınır boylarında otlayan hayvanları büğelek tutmamıştı şükür. Hava alacalı ve zaman zaman çiseleyince yaz sıcaklığını kırmış olmalıydı. Hava kararmaya durunca yani ikindi sonrası için gelmesine salık verilen Sadık, kapalı havadan mülhem zamanı kestirememişti. İki saat geçip geçmeden ıslanmış vaziyette köye revan olmuştu bile. Dedesinin banyo suyunun hala ocakta tütmekte olduğunu görünce çok erken gelmiş olduğunu fark etmişti. Annesinin şaşkınlığı ve pekte belli olmadığı bu hayatta tokaç başında göz göze gelmişti. Dedenin yumuş uşağı ninenin titrek hali gözünün önüne düşmüştü. Ve Sadık’ın ağzından dökülen ilk cümle "nene, sucuklu lokumlarım nerede?”
İlkay Coşkun
25.09.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.