- 1014 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
KALBİME YASLANAN ÖLÜM-10 SON
Biz, cenaze aracımızla beraber yılmadan ve usanmadan köye doğru yol alıyorduk. Aracın içi buz kesiyordu. Hepimiz hıçkırıklarla ağlıyorduk. Bu gencecik yaşta vefat eden melek yüzlü insana kim ağlamazdık ki! Kim bu sevimli insana üzülmez ki. Hayattayken Allah’ın bir kulunun kalbini kırmayan bu gence kim yanmaz ki! Hasan Amca: “Kuzum sen bizim cenazemizi taşıman gerekirken, biz senin cenazeni taşıyoruz. Vah yavrum vah! Vah Satılmış’ım vah! Vah yavrum vah! Ciğerlerimizi dağladın. Ciğerlerimizi parçaladın, yakıp gittin bizi” diye hıçkırıklara boğuluyordu. Onun hüzün yüklü diyeşetlerini dinledikçe biz de ağlıyorduk. Hüznümüz bir kat daha artıyordu.
İkindi vaktine doğru, köyümüzün çamlık tarafındaki dağ yolundan köye doğru ilerliyorduk. Çam ağaçları yol boyunca kümelenmiş adeta bizim hüznümüzü paylaşıyordu. Ağaçlar rüzgârın sesiyle karışık şöyle haykırıyordu: “Sevgiler paylaşıldıkça çoğalır, acılar ve hüzünler paylaşıldıkça azalır.” Üzerine karabulutlar çöken köy çamlıktan görünmüştü. Aracımızla tozlu yollar önümüzde uçup gidiyordu. Yeşilim çam ağaçları arasından geçtikten sonra bizi köy yolu üzerinde bu sefer de meşe ağaçları bekliyordu. Meşe palamutlarının gözlerinden akıttıkları yaşlar yol boyu bize eşlik ediyordu. Biraz daha ilerlediğimizde köyümüzün dik yamacına gelmiştik. Köy avucumuzun içinde gibiydi. Hüzün kalbimizdeydi.
Köydeki canlılık, gözümüzün önünde sinema şeridi gibi akıyordu. Yamaçtan köyün acı yüklü kalabalığı iyice gözüküyordu. Mezarlık başında kazma kürekle bekleyenler bile gözüküyordu. Mezar eşilmiş, herkes cenazenin gelmesini dört gözle bekliyordu. Acı haber çoktan duyulmuştu. Derler ya kara haber çabuk yayılır. İtidalli bir şekilde Allah’a şükürler olsun kazasız belasız köyümüze ulaştık. Caminin önünde biriken kalabalığı yara yara Topal İhsan’ın evine güç bela varabildik. Yol boyu biriken kalabalığın ağıt sesleri bize eşlik ediyordu. Cenaze evinde naaşı bir kez daha yıkadılar. Hüzün yüklü akrabaları cenazenin soğuk yüzünü son bir kez görmek istediler. Soğuk yüzü cenaze yakınlarına gösterildi. Gözünün açık gitmesi yürekleri bir kez daha dağladı…
Eş dost, akrabayı taalluk tanıyan tanımayan, herkes ağlıyordu. Genç ölümü bir başkaydı. Genç ölümü acılı olurdu. Dört melek çocuk boynu bükük ve öksüz kalmıştı. Gelinliğine doyamadığı sevgili eşi genç yaşta dul kalmıştı. Sevgili eşi yanı başından uçup gitmişti. Biricik aşkı, canı, ciğeri bir başka ağlıyordu. Anne Zeynep delilere dönmüştü. Kendini yerlere atıyordu. Kardeşleri ağlamaktan harap olmuşlardı. Amcaları, teyzeleri, halaları ve sevenleri hep ağlıyordu. Göz çanaklarında ağlamaktan yaş kalmamıştı. Bütün köy ağlıyordu. Dört melek yavru olup bitenleri anlamadan ağlıyordu. Ağıt sesleri adeta köyün yamacında yankılanıyordu. İkindi namazına müteakip mahşeri bir kalabalıkla köy mezarlığına salavatlarla ve tekbirlerle defnedilmişti. o Yüce Rabbine a kavuşmuştu…
Geride dört körpe çocuk, genç dul bir eş, yaşlı anne bir erkek kardeş ve bacıları vardı. Onu yürekten seven akrabalar vardı. Hüzün çökmüştü bir kere. Gece gitmek bilmiyordu. Belki günlerce ağladılar, ağladılar. Bu ölümden en çok etkilenen de iki yaşındaki melek yüzlü biricik kızı Tuğba idi. Tombul tombul yüzleri, ceylan gibi iri iri gözleri vardı. Babası onu “Ceylanım” diye severdi. O, babasının ölümünü anlayamıyordu, anlamlandıramıyordu. Babasının yolunu bekliyordu. Babasının ölümünü anlayacak yaşta değildi. O: “Babam bir gün gelecek” diye her gün yolunu bekledi ama baba bir türlü gelmedi. Baba gelmedikçe kanından kan, canından can kaybetti. Yemeyi içmeyi bıraktı. Sanki babasının yerine o ölmüştü. Gün geçtikçe o tombul yüzler gitmiş, avurdu içe çökmüştü. Melek kız Tuğba iğne iplik kesilmişti. Hâlâ “Babam gelecek, babam bana çikolata getirecek, gülerek beni sevecek, okşayacak” diye bekliyordu. Bu bekleyiş çok uzun sürdü ama baba bir türlü gelmedi. O hep bekledi beklemekten usanmadı. Gözleri yollarda olmasına rağmen yine gelmedi. İnadına bekledi. Ben çocuğum demedi. Beklemekten usanmadı. Günün birinde aklı yetti anladı hayatın gerçeğini. Boyun eğdi kadere. Takdiri ilahîye boyun eğdi. Babasına olan sevgisini ona iyi, ahlaklı ve hayırlı bir evlat olacağını göstererek kanıtlamak istedi. Diğer evlatları da Tuğba’nın yaşadığını aynen yaladılar. Aynı acıyı sızıyı hissettiler yıllarca babalarının gelmesini beklediler. Sonunda onlar da kadere boyun eğdiler bir bir…
Göğsüme yaslanan ölüm beni alıp Kaf Dağı’na attı. Hıçkırıklara boğdu. Duygularım boğazımda düğümlendi. Onu sevenlerin tek tesellisi takdiri ilahi idi. İnananları teselli edecek Rabbimizin şu ayetidiydi: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciuûn. Allah’tan geldik yine Allah’a döneceğiz.” İnanan insanın takdiri ilahiye teslim olmaktan başka çaresi mi vardı? Müslüman için önemli olan bu hayatta Yüce Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp bu dünyada güzel izler bırakarak göçüp gitmekti. Kısacası iki dünyasını da kazanmaktı. Bakkal Satılmış kısacık ömründe güzel hasletler bırakarak dünyasını terk edip Yüce Rabbine kavuşanlardandı…
24.09.2023
Yozgat
YORUMLAR
İDRİS ÇETİN
Bu güzel temennili yorumunuz için teşekkürler.
Selam ve saygılar...