- 1182 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
Buğday
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ekmek o gün çok üzgündü. Bir torbanın içine konup ücra bir köşeye atılmıştı. Ağladı, ağladı… Bir ara eski günleri aklına geldi: Sarı altın kalpli başağın kollarında mutluluk içinde geçirdiği o güzelim günleri… Rüzgârla bir sağa bir sola sallanmaları… Kardeşleriyle beraber gülüşmeleri… Gün boyu sarı altın kalpli başağı heyecanla dinlemeleri... Anne başak onlara neler anlatırdı, neler…
— Ah, taze buğdaylar, ah! Olgunlaştığınızda bir kısmınız un olmak için çuvalların içinde fabrikalara gideceksiniz. Bir kısmınız da tohumluk olacak, benim gibi çuvalın içinde ekilmeyi bekleyecek. İlk başta çuvalın içinde çok sıkılmıştım. Arada söylenip duruyordum. Ne zaman ekileceğiz, burası tıkış tıkış? Toprak bizi bekliyor, çabuk ekin bizi gibi…
Bir gün iki güçlü el, bizlerin olduğu çuvalı kavrayıp tarlaya götürdü. Çok neşeliydik. Hep birlikte şiirler okuduk, marşlar söyledik. Sonra çiftçi bizleri yavaşça toprağın üzerine serpti. Sıra sıra toprağa düşerken çok heyecanlıydık. Kara toprak üzerimize yorgan gibi çekildi ve bir kış boyunca uyuduk. Baharda nasıl çimlendiğimi, çimlenirken köklerimin ne kadar çok çıktığını, boyumun nasıl uzadığını bir bilseniz... Küçücük bir buğdayken yemyeşil bir ekine dönüşüyordum. Bu çok güzeldi. Hele başımı topraktan çıkarıp güneşi, ayı ve yıldızları ilk görüşümü hatırlıyorum da gözlerimi gökyüzünden alamamıştım. Güneş doğup sıcacık ışıklarıyla beni kucakladığında dünyalar benim olmuştu. Bu sıcak dosta ‘gökte gezen ateş topu’ diyesim gelmişti nedense. Çok mutluydum. Tarla, büyüyen ekinler sayesinde yemyeşil bir halıya dönüşmüştü.
Rüzgârlarla bir sağa, bir sola eğilip bükülüyorduk. Bu hareketler bizi hiç yormuyordu. Rüzgârı, bulutları, yağmur damlalarını, gelincik çiçeklerini, kelebekleri çok sevmiştim. Hâlâ çok seviyorum. Artık olgunlaştım. Sizler de büyüdünüz. Yarın, bir gün ayrılacağız. Buraya biçerdöverler gelecek. Ekinleri biçip topraktan ayıracak. Hiç üzülmeyeceğiz. Çünkü siz buğdaylar birçok canlıyı doyuracaksınız. Un olacak, ekmek olacaksınız. Sizler sayesinde nice canlının yüzü gülecek. Bazılarınız ise benim gibi tohum olup toprağa ekileceksiniz. O yüzden çok mutluyum.
Ekmeğin yüzüne gülümseme geldi. O günleri hatırlamak üzüntüsünü biraz hafifletmişti. Nasıl da anne başağın dediği gibi bir gün biçerdöverler gelip onları buğday, saman diye ayırmıştı. Başağı o günden sonra hiç görememişlerdi. Bir sürü buğday bir çuvalın içinde fabrikaya doğru yola çıkmıştı. Önce yıkanıp ayıklanmışlar, kurutulmuşlardı. Hele una dönüşürken çok zorlanmışlardı. Bir buğdayken toz hâline dönüşmek kolay olur muydu hiç?
Un olunca da çileleri gene bitmemişti. Un çuvallarında fırınlara gönderilmişlerdi. Kendi de bir fırında su ve maya ile yoğrulmuş, hamur olmuş, kabardıkça kabarmıştı. O kızgın fırının içine sürülürken ne kadar da korkmuştu! Ekmek olmak için pişmeyi bile göze almıştı. Piştikten sonra satılmış, bir kâğıdın içinde mutlu mutlu yeneceği eve doğru yol almıştı. Akşam yemeğinde sofrada başköşeye konmuştu. Ne güzeldi her şey. Ta ki o güne kadar…
— Anne, bu ekmek bayatlamış. Ben bunu yemem. Tazesini alalım.
Bunu söyleyen evin ortanca oğluydu. Eliyle ekmeği itmiş, bir de yüzünü ekşitmişti. Yanlış duymuş olmalıydı. ‘Biz yeşil ovalardan, oraya buraya itilip kakılmak için mi buralara geldik?’ diye geçirmişti içinden.
Çocuğun annesi dikiş dikmekteydi. Çocukla fazla ilgilenememişti. “Git, bakkaldan al.” demekle yetinmişti. Çocuk, taze ekmek alıp gelmişti. Bayat ekmekse bir kenara atılmıştı. Şimdi atıldığı yerde ağlayıp duruyordu. Ne zorluklarla ekmek olduğunu düşünüyordu.
Akşam eve gelen baba, köşeye atılmış ekmeği fark etti. Ailesini yanına toplayıp israfın doğru bir şey olmadığını söyledi. Buğdayın ne zor aşamalardan geçerek ekmeğe dönüştüğünü bir bir anlattı. “Bizlere böyle sevinçle, güzellikle, sevgiyle gelen bir nimeti nasıl çöpe atabiliriz?” diye sordu. “Onları en iyi şekilde değerlendirirsek bizler de mutlu oluruz.” dedi. Babanın sözlerini dinleyen çocuklar ona hak verdiler.
Torbanın içindeki bayatlamaya yüz tutmuş ekmeğin yüzü gülmeye başladı. Artık ona gereken değeri vereceklerine inanıyordu. Bir tatlı ses bütün mutfağı kapladı. Bu, mutlulukla dolup taşan bir ekmeğin sesiydi. Bu sesi sadece, ekmeği israf etmeyenler duyabildi.
Buğday idi benim adım
Neler oldum neler oldum
Ekilerek adım adım
Tarlalarda güler oldum.
Yağmurlarla beslenerek
Yeşillerle süslenerek
Alev topa seslenerek
Işığını diler oldum.
Çabuk çabuk geçti zaman
Hazırlandı bize harman
Ayrılarak buğday, saman
Ambarlara dolar oldum.
Çuvallara girdim sonra
Çok sıkıldım dura dura
Dönüşünce ak pak una
Üstü başı bular oldum.
Su, mayayla tanıştım ben
Bir güzelce karıştım ben
Pişmek için yarıştım ben
Ateşlere dalar oldum.
Seve seve oldum ekmek
Benle zevktir yemek yemek
Böylelikle emek emek
Sofranıza gelir oldum.
Emine Yılmaz Dereci
(Dilek)
YORUMLAR
Korkarız ki ekmek bile bulmayacağımız günler bizi bekliyor. Bu kadar savurganlıklar, şükürsüzlükler, betonlaşmalar, çiftçiyi küstürmeler sonucunda inşallah diyelim, inşallah kötü bir şeyler bizi beklemiyordur. Ne kadar güzel anlattınız öyle, bayıldım. Bir an ben de ekmekle konuşmak istedim. Çöp konteynırlarının yanında ki demir parmaklıklara asılan torbalarca ekmekleri görüp ne kadar utandığımı anlatmak istedim...
Güne düşen yazınızı ve duyarlılığınızı gönülden kutlarım değerli şairemiz.