- 510 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KALBİME YASLANAN ÖLÜM-7
Yol boyunca göklere yükselen kavak ağaçları, boynu bükük söğüt ağaçları arasında yollar uzayıp gidiyordu. Köyler, kasabalar şehirler bir bir sessizce geçiliyordu. Yolların tümsekleri ve düşekleri uykunuzu ikide bir bölüyordu. Yollar tek şeritliydi. Üstelik bir de bozuk satıhtı. Yolda kaza yapanları mı ararsın, arabaları bozulanları mı ararsın, yakıtı bitenleri mi ararsın… Bekleyen araçlar yol boyu kilometrelerce dizilirdi. Yolda beklemek bir belaydı. İlçeden başkente varmak nerdeyse gününüzün tamamını alıyordu. Oysa gidilecek yer topu topuna dört saatlik bir yoldu. Sabredenler için bitmez denilen yollar da bitiyordu. Sabır müminin ilacıdır. “Sabreden derviş muradına ermiş.”, “Yüce Allah cc sabredenlerle beraberdir.” Şu ömürde neler bitmedi ki yolar bitmesin. Bütün olanlara ise sabretmekten başka çare de yoktur. Çile yüklü yolların inadını kırıp başkente güç bela ulaştık. Otobüs bizi otogarda indirdi. Ulus’ta bulunan Dış İşleri Bakanlığı’na gidecektik. Otogardan bir dolmuşa atladık doğruca Ulus’a. Bakanlıkta memur olarak çalışan köylümüz Bayram Bey vardı. Uzun zamandır çalışıyordu orada. Tatillerde köye ara sıra gelirdi. Köyde tatile geldiğinde gününün bir kısmını bakkal ve çevresinde geçirirdi. Bakkal Satılmış’la bol bol sohbet eder ve ihtiyacını bakkaldan giderir ve babası Kişir Halil’in evine dönerdi. O da Bakkal Satılmış’ı çok severdi. Bayram Bey orta boylu, orta yaşlı dökülmeyen saçları kırarmıştır. Takım elbiseli, kravatlı bir bürokrat havası taşıyordu. Başkentte gün boyu işimiz bitmezse onun evinde misafir kalacaktık. Başkentte köyümüzden üç beş evden fazla yoktu. O evlerin de her biri ayrı bir yerdeydi. Uzun bir yolculuğun ardından Ulus’a ulaştık. Dış İşleri Bakanlığı binasında Bayram Bey’i bulduk, hoş beşten sonra durumu izah ettik. Allah var ya bizi güler yüzle sıcak ve samimi karşıladı. Bize yardımcı oldu ve bizden yardımını hiç esirgemedi. Bize yapmış olduğu yardımını inkâr edemeyiz.
Bakkal Satılmış, başkentte yurtdışı işlemlerine başladı ama o gün bitiremedi. Evrak işlemlerinin bir kısmı ertesi güne kaldı. Arada yarım gün bir boşluk vardı. Öğle sonu boştuk. Bakkal Satılmış: “Hoca benim iş yarına kaldı. Gel seninle başkenti güzelce gezelim. Hoşça vakit geçirelim. Bu günü kendimize ayıralım. Tarihi turistik yerleri gezelim ve dini mekânları ziyaret edelim.” Dedi. Ben de: “Tamam abi gezelim, ziyaret edelim. Bu gün sen ne dersen onu yapalım” dedim. O gün Hacı Bayram Veli camiini ve Gençlik Parkı’nı ancak geze bildik. Gençlik parkı ihtişamlıydı. Kalabalıktı, iğne atsan yere düşmüyordu. Her taraf cıvıl cıvıldı. Herkes gönlüne göre eğleniyordu. Gençler eğlendikçe eğleniyordu. Parkta yer yer yeşil alanlar mevcuttu. Su fıskiyeleri, çimlerin üzerine yağmur gibi damlalarını yağdırıyordu.
Bakkal Satılmış: “Hoca sırasıyla parkta bulunan eğlence araçlarının tamamına binek mi?” dedi. Ben de: “Evet, Satılmış abi hepsine de binelim” dedim. Bakkal Satılmış heyecanla: “Anasını satayım, hepsine tek tek binelim. Bu gün gönlümüze göre güzelce eğelenelim. Felekten bir gün çalalım. Nasıl olsa yarın köye döneceğiz. Bu gün çok eğleneceğiz” Dedi. Bu kelimeler ağzından dökülürken yüzündeki sevinç yumağını, gülüşünü ve göz bebeğinin mutluluğunu bir görseniz... Başladık eğlenmeye. Parkta bulunan salıncaklara sırasıyla tek tek bindik. Ödümüzü ağzımıza getiren hızlı trene, dönme dolaba, çarpışan arabalara, gondola… Aklınıza ne tür eğlence aracı varsa hepsine de bindik, tart attık ve akşama kadar güzelce eğlendik. Bu yaşıma kadar ben böyle hiç eğlenmemiştim. Binilmesi gereken ne varsa hepsine de bindik. Beni en çok gondol etkiledi. Gondoldayken sanki öbür dünyaya gittim, gittim geldim. Öldüm, öldüm dirildim. Bağırıyorum ama kimse sesimi duymuyordu. Gondolda neler çektiğimi ancak bir ben bilirim. O günden sonra gondola binmedim. Binmeye hâlâ korkuyorum. Cesaret edemiyorum. Korkumu bir türlü yenemiyorum. İçim ılık ılık ol olup atıyordu. O gün geçekten çok eğlendik. Ömrüm boyunca böyle bir eğlenceye katılmamıştım. Bakkal Satılmış da aynı duyguları ifade etti. Onun yüzündeki mutluluk beni de mutlu ediyordu.
Akşam gün batımıydı, serinlik çıkmıştı. Çekirdek aldık ve çıtladık. Parkta bulunan sessizce bizi bekleyen dert yüklü bankın üzerine oturduk. Etraftaki ağaçlar ve yeşilim otlar sessizliğe bürünüp can kulağıyla bizi dinlemeye başladı. Bakkal Satılmış derinden bir ah çekti ve: “Hoca hoca! İnan ki bu sene çok yoruldum. Bedenen ve kalben çok yoruldum. Ruhen de çok yoruldum. Şimdiye dek kendimi bu kadar yorgun bitkin hiç hissetmemiştim. Şu köy bakkalı var ya! Ölüne, dirine hastana hiç acımaz. Sana zaman olarak hiç acımaz, seni bir bekçi gibi başında bekletir. Ölün mü var, hastan mı var? Asla demez? Bu bakkal var ya! Yorgun ve hasta kalbimi daha da yordu ve bitirdi. Bakkal çalıştırmak, sağlam kişinin yapacağı bir iş değil. Ben hasta halimle çok iyi dayandım ama nereye kadar? Bunu sana açık yüreklilikle ifade ediyorum. Ama kimse bilmez dışardan benim derdimi. Güler yüzlü Satılmış’ın ne derdi var ki derler. Akşama kadar dik ayağımın üzerinde dinelip çalışıyorum. Ayaklarıma kara sular iniyor. Yetmedi bir de ev işlerine koşturmak zorunda kalıyorum. Kardeşim Cafer’e ne diyeyim? Çocuk koca evin işini yetiştiremiyor ki.” Dedi ve bir of daha çekti yürekten. Derdini bana anlattıkça anlatıyordu. Ben de bir psikolog edasıyla Bakkal Satılmış’ı üşenmeden dinliyordum. Ona moral motivasyon vermeye ve onu teselli etmeye çalışıyordum.
Akşamüzeri Dış İşleri Bakanlığı’ndan ayrı bir yerde Bayram Bey bizi karşıladı. Zaten mesaisi çoktan dolmuştu. Evine gidip o gece onun evinde misafir olarak kalacaktık. Yorucu bir günün sonunda eve ulaştık. Sağ olsun hanımı ve nur topu gibi iki çocuğu bizi sıcak karşıladı. Bayram Bey’in bir erkek bir de kız çocuğu vardı. Erkek olan daha büyüktü. Yenge hanım güzel güzel enfes yemekler hazırlamış. O kadar acıkmıştık ki yedikçe yiyorduk. Leziz yemeklerin tadına diyecek yoktu. Yemekten sonra afiyetle tavşankanı çayımızı da içtik. Ellerimizi yıkayıp güzelce abdestimizi aldık. Akşam ve yatsı namazımızı huşu içinde kıldıktan sonra ev sahibi odamıza yataklarımızı serdi ve bize: “Allah rahatlık versin” dedi. Odamızda bulunan sehpa üzerine bir sürahi içme suyu bir de bardak koydu ayrıca tuvalet yerini de gösterdi ve: “Bir ihtiyacınız olursa bana seslenin” diyerek yanımızdan ayrıldı. Onun da dinlenmeye, yatmaya ihtiyacı vardı. Ne de olsa yarın sabah işe gidecekti. Dinlenmesi gerekiyordu. O gün çok yorulmuştuk. Ben de Satılmış ile uykunun derinliklerine daldık. Öyle güzel, öyle tatlı uyuduk ki sanki ömrümüzde böyle hiç uyku uyumamıştık. Yol yorgunluğu, şehrin yoğunluğu bizi bayağı yormuştu.
Sabah ezanıyla namaza uyandık. Güzelce abdestlerimizi alarak sabah namazımızı huşu içinde cemaatle eda ettik. Namazdan sonra hiç uyumadık. Ev sahibinin bizi çağırmasına kadar da yatağın içinde uyanık kaldık. Konuşmaya başladık dereden tepeden. Bakkal Satılmış anlattıkça anlatıyordu. Ben de onu can kulağıyla dinliyorum. Arada sıra “Ha! Hı! Öyle mi? Nasıl? İyi! Güzel…” gibi sözler çıkıyordu ağzımdan ama Satılmış sanki ömürlük konuşmasını iki saate sığdırmaya çalışıyordu. Heyecanla anlatmaya devam ediyordu. Lafın derinliği içinde yüzerken ev sahibi Bayram Bey kapıya tık tık vurdu. Kapının dış tarafından: “Satılmış Satılmış! İdris İdris! Kahvaltı hazır, hadi sizi bekliyoruz.” Diye seslendi. Biz de üstümüzü başımızı giyinip lavaboda yüzümüzü yıkadık ve güzelce bir abdest alıp sofranın yolunu tuttuk. Sabah kahvaltısını yenge hanım akşam yemeğinde olduğu gibi yine çok güzel hazırlamıştı. Ellerine sağlık, Allah cc razı olsun kendisinden. Kahvaltıda karnımızı güzelce doyurduk. Bütün bu nimetler için yüce Allah’a şükranlarımızı dile getirdik. Yemek duasından sonra yenge hanıma ve Bayram Bey’in çocuklarına “Allahaısmarladık” deyip beraberce evden ayrılıp tekrar Dış İşleri Bakanlığı’na doğru yola koyulduk…
21.09.2023
Yozgat