- 569 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
12 EYLÜL ZULÜMDÜR
MAZİYE YOLCULUKLAR–264
1980’li yıllar.
Zulmün kan kusturduğu yıllar.
İnsanların asıldığı, kesildiği, işkencede öldürüldüğü, sakat bırakıldığı yıllar…
Kişiliği paspasa dönüşmüş mahlûkların, sevmediği insanlara iftira atarak işkencecilere ezdirdiği acılı yıllar…
Hasımların intikamlarını kahpece ihbarlar ile aldığı yıllar…
Kitapların yakıldığı, toprağa gömüldüğü yıllar…
Merdin-namerdin açığa çıktığı yıllar…
Sahte kahramanların bir tokatla dostunu, arkadaşını, yoldaşını, komşusunu, akrabasını sattığı yıllar…
Akrabanın akrabaya sırtını döndüğü, tanımazlığa vurduğu, görünce yol, sokak değiştirdiği yıllar…
Memurların, öğretmenlerin 1402 sayılı yasayla görevlerine son verildiği, açlığa mahkûm edildiği yıllar…
Kan ve gözyaşının su gibi aktığı yıllar…
Türk’ün Türk’ü astığı, kestiği, dövdüğü, sövdüğü, ihbar ettiği, ezdiği yıllar…
Bizi bize düşman eden, yabancılaştıran, uzaklaştıran zehir dilin sahiplerinin azgınlaştığı, pervasızlaştığı yıllar…
Dışarıda anlatılan işkence hikâyeleri tüm yüreklere korku salmıştı.
İşkence hikâyelerinin, işkenceden daha çok etkili olduğu günlerden geçiyorduk.
12 Eylül güvenlik güçleri Elazığ, Bakırköy ve yurt dışında üç tane “KAFAYI YEMİŞ” raporu olan Nihat isimli bir genci yakalarlar.
Genç çok korkar. “Beni dövmeyin, ne isterseniz yaparım” diye yalvarır.
Sorguya çeken işkenceciler, 10 kişisi kendi öz akrabası olmak üzere 100 kişiyi suçlayacak ifade yazarlar. Gence imzalatırlar. Bir gün lazım olur diye dosyaya koyarlar, bir kenara bırakırlar.
6 ay sonra, Adıyaman sıkıyönetim komutanlarından Kara Bela tesadüfen bu ifadeleri görür. Kesin emir verir:
-“Bir hafta içinde bunların hepsini toplayın.”
İfadeyi alan polisler, “bu ifadenin temeli yoktur, biz uydurduk” demezler, diyemezler.
Bir ilçenin 10 seneden fazla birbirini görmeyen, evlenmiş, iş- güç sahibi olmuş, çoluk çocuk sahibi olmuş gençlerini, ayrı ayrı illerden toplayarak, Adıyaman’da işkence hane olarak kullanılan “PİRİNPALAS” denilen Yatılı İlköğretim Bölge Okunda (YİBO) toplarlar.
YİBO’nun bodrumundaki odalar hücre haline getirilmişti.
Beni Şubat ayında içeri aldılar. Yerlerde kar vardı. Adıyaman’ın ayazı jilet gibi kesiyordu. Hücrede kalorifer vardı. Yakılmıyordu. Soba yoktu.
Su damlatan kaloriferin peteğinin altına yoğurt kovası koymuşlar. Verilen eski yatağın altına su gitmemesi gerekiyordu. Ranza yoktu. Yatak yerdeydi. Yoğurt kovası dolmadan boşaltıyordum.
Okulun yukarı katları işkence yapılan yerlerdi.
İşkencenin her yöntemi bedenimde denendi. Adıyaman’da faili meçhul ne kadar cinayet, olay varsa kabul ettirmeye çalışıyorlardı.
İşkenceye dayanmayan bir kişi Adıyaman yöresinde işlenen bütün cinayetleri kabul etmişti.
Yurt dışına hiç gitmediği halde İtalyan başbakanı Aldo Moro cinayetini, Amerikan başkanı Kennedy cinayetlerini de kabul ettiğini bilinçli olarak ifadesine eklemişti. Cahil polisler, iki cinayet fazla eklemiş diye sevinmişlerdi.
Hâkim mahkemede sanığa sormuştu:
— Hiç yurt dışına çıktın mı?
Sanık:
— Hayır efendim.
Hâkim:
— Yurt dışına çıkmadan başkanı, başbakanı nasıl öldürdün?
Sanık şu cevabı verir:
— Benim gördüğüm işkenceyi görseydin anneni, babanı, peygamberi hatta Allah’ı bile öldürdüğünü kabul ederdin.
İlk mahkemede hâkim onlarca cinayeti kabul etmiş sanığı tahliye eder.
Sanık gerçekten suçsuzdur.
Öyle bir dönemdi ki öldürülen bir ağa için birbirinden habersiz(!) dört ayrı dava açılmış, aynı kişi için işkencede suçu kabul etmiş dört davanın onlarca sanığı yıllarca ceza almıştı.
Ağayı öldürmeyen kişi, örgüt bırakmamışlardı.
Aynı cinayeti bana da kabul ettirip beşinci davayı açacaklardı. Hiç görmediğim, tanımadığım köy ağası için bana da ceza vereceklerdi. Kabul etmedim. Her cinayet suçlamasına “DUYMADIM! GÖRMEDİM! BİLMİYORUM” dedim.
Üç raporlu bir delinin ifadesiyle 24 gün barbarlaşmış görevlilerden işkence gördüğüm Pirin palas’ta ondan fazla şiir yazdım.
Suçlulardan çok masumların işkence gördüğü bir dönemdi.
İt sürüsü kadar iftira atan namussuzlar türemişti.
İftiranın bir gelir kapısına döndüğünü yöre halkı bilirdi. Örnek: İftiracı tabancasının olduğunu bildiği ya da tahmin ettiği komşusuna gider “akşam komutanın yanındaydım. Senin silahının olduğunu duymuş. Bana araştır dedi. Bana şu kadar para verirsen, araştırdım, silahı yok, derim.” İstediği parayı vermek zorundasın. Vermezsen gider seni ihbar eder. Silahın olmasa da ilk dönemler doksan gün, daha sonra kırk beş gün dışarı çıkanların anlattığı o vahşi işkenceyi sen de görürsün.
Bir de 90 gün gözaltında olanlar, kâğıt üzerinde girdi-çıktı yapılarak 180 gün, 270 gün gözaltında tutulanları da biliyoruz.
İhbarcın ağa ise işin çok zordu.
O günlerin bir daha geri gelmemesi dileğiyle…
ISIT BENİ
Penceremden giren güneş,
Isıt beni ısıt beni…
Hücrem beton yok bir ateş,
Isıt beni ısıt beni…
Dondu kemik et iliğim,
Gitti sesim hem soluğum,
Belli değil hiç varlığım,
Isıt beni ısıt beni…
Kış mevsimi azdı ayaz,
Kardan yerler beyaz beyaz,
Güneş baba biraz biraz,
Isıt beni ısıt beni…
İçim buruk yaktı közün,
Yok değeri hiçbir sözün,
Bin güzelden tatlı gözün,
Isıt beni ısıt beni…
Cantekin der; bu ne iştir?
Dört bir yanım duvar taştır,
Güneş iyi arkadaştır,
Isıt beni ısıt beni…
YORUMLAR
"Ağaca balta vurmuşlar sapı benden demiş"
Devlet niçin vardır* Yöneticiler, kolluk kuvvetleri ve yargı vs. Çünkü insanoğlu olarak tüm karakter ve erdem iç içe ve duygusal durumla toplumsal olarak ne olacağımız belli değil. Misal babam bana eline beline hakim ol derken aynı zamanda bencil olacaksın derdi. Amcam bazen Nuh der peygamber demezdi. İşte biz ne yapıyorsak duygularımızla kontrolü ele verince elde elliğini yapıyor. Misal Ecevit ve Demirel'in inatlaşmalarına çok tanık olmuşumuzdur. Kamuoyu önündeki adamlar niçin inatlaşsın. Onlara o inatlaşma gücünü biz veriyoruz onlarda bizim adımıza kullanıyor. Yeri geliyor Erdoğan'da inadım inat diyor ve dolar yükseliyor. Çünkü sapı bizden. Ama bu günlere geldiysek her türlü baskıya karşı durarak canını feda eden kahramanlarımız sayesindedir. Daha önce kurtuluş ve kuruluş için verdiğimiz nice şehitlerin hürmetine. Saygılarla.