SERENAT "KARŞILIKLI SEVMEK"
Farklı bir dünyadan gelmiş olduğu belliydi. Sanki bizim aramızda yaşasa da bizden biri gibi değildi. Bizimle aynı hayatın içinde bizden farklı bir yaşamı soluyordu. Onun için en doğru söz yaşamıyordu, oyun oynuyordu.öyle masum öyle tatlı
Onun gözlerinin içine bakmak, sağ tarafıma dönüp, sadece benim iyi yanlarımı görüp kaydeden melekle göz göze gelmek gibiydi. ne yaparsan yap, yargılanmadığını bilmek, tanrım ne güzel bi duygu.
Ben benim ne kadar güzel olduğumu ancak o bana beni anlattığında anlardım. Aynaların can sıkıcı objektifliğinin yanında onun sübjektif gözlerinden kendimi görmek. Gurur verici onun yanında kadın olmak.
Paralel iki aynanın arasına koyup, sonsuz kez yansıyan görüntüsünün arasında, yanağına bir öpücük koymak isterdim, yanılsama olmayan bir arzuyla,
Bir erkek için, yakışıklı sıfatı kullanılır. Oysa o yakışıklı değil güzeldi. Nasıl anlatılır ki bu, keşke onun ki kadar güzel bir dilim olsaydı.
Konuşmanın en güzel yanı, onun beni dinlemesiydi. Ağzımdan çıkan kelimeler onun kulağından içeri girince, ses çehresinde görüntüye dönüşürdü. Anlattıklarımın çağrışımı olan gülümseme, korku, heyecan, hoşnutluk. Tek kelime ile enfes
Onun yanındayken, kendinizi çocukluğa ait bir oyunun içinde hissedersiniz, hiçbir zaman uslu durmaz. En akıllı durduğunu zannettiğiniz anda, gölgesi gölgenizi öpüyordur.
Hani vücudunuzun belli yerlerine temas edildiğinde, gıdıklanıp hiç neden yokken gülümsersiniz ya, onun iç gıcıklayıcı güzelliği, gözüme her temas ettiğinde, yüzümde anlam veremediğim bir gülümseme olurdu.
Hiç keşfedilmemiş bir ülkenin akşamında kararan göllere benzerdi gözleri. Öyle serin, serin bakar ki, içiniz ürperir
Onu en çok, akşam sefalarının doğayı güzelleştirme vardiyasını ona teslim ettiği sabah seherinde izlemelisiniz. Sabah ferahlığına karışan kokusu, yorganın altında hararet kazanan bedeninin yeni açan gonca edasındaki yanaklarıyla, has bahçemin hoş gülüydü.
Onun için erkek demek haksızlık olurdu . Onunki cinsiyetler üzeri bir güzellikti. Bir kadın kadar kırılgan, bir erkek kadar haşin.
Üzerine sis çökmüş ormanlara benzer, teninin beyazlığı. Bulut kadar yumuşak, pamuk şeker kadar tatlı.
Okuyucusunu çoktan kaybetmiş sahafların, el yazması kitapları gibiydi. O mu çok eskide kaldı, yoksa hayat mı çok fazla dejenere oldu bilinmez, ama onu okuyabilmek, anlamak hele sevmek. Kendimi ayrıcalıklı hissettirirdi. Onu sevgilisi olmak özel bir şey.
Dağ böğürtlenlerini bilirsiniz, yediniz mi dudaklarınız kıpkırmızı olur. Onu olduk olmadık anlarda öpmekten alı koyan, işte bu böğürtlene benzeyen dudaklarının kırmızısının dudaklarıma bulaşacağı korkusu olurdu.
Gecenin zifiri karanlığında daha kaçacak bir delikti, gözlerindeki ışıltı. Anlamazdım, içine ateş böceğimi kaçmış ne?
Sevmeyi bana sevdiren O oldu. Sırtımda taşıdığım kaplumbağa evimin tek kişilik dünyasına girmeyi başarmış, minik bir ateş böceğiydi. Onu dünyama nasıl girdiğini hatırlıyorum. Üzüm yemek için dolaştığım bağlarda, başıma konu verdi. Baktım aradığım ışık onda, kıpkırmızı. hemen kafamı içeri çektim. Oda benimle birlikte girdi. Artık dünyam karanlık değil.
Artık daha fazla konuşmak istemiyorum. Tek istediğim sırt üstü uzanıp, gök yüzünün sonsuz derinliğine sonsuz bir sukutla bakıp, galaksinin en mutlu çifti olduğumuz için şükretmek.
KEMAL PİŞMİŞOĞLU